İlk yaratılan nur O’nun nurudur. O zuhur etmezden evvel gündüzün geceden, baharın da kıştan farkı yoktu. İyilikler, kötülüklerle iç içe; akıl nefse yenik, ruh da bedenin esiri idi. Varlığın sırrını keşfedip akla yüksek hedefler gösteren, düşünceye kapılar açıp insanın ebedlere namzet olduğunu âlemşümul bir dille haykıran O’dur. Her şey gibi zaman da gerçek manasını o güzeller güzeli Sevgili’yle bulmuştur.
Bizim için çok mühim, bereketli ve feyiz dolu günler vardır. Bunlardan bazıları, inananlar için tam bir bayramdır. Her hafta Cuma günü yaşanan sevincin daha büyük çapta Kurban ve Ramazan Bayramlarında da yaşanması bundandır. Fakat bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılan mübarek bir gün daha vardır ki, o da Allah Rasûlü’nün dünyayı teşrif buyurarak tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği kutlu zamandır.
Bu hakikate bağlı olarak, rahmet-i Rahman’ın galeyana geldiğine inandığımız bu zaman diliminde, Mevlid Kandili’nin bizim için hakiki bayram olması recasıyla, ümmet-i Muhammed’in hal-i pürmelali açısından bayram harçlığına ve hediyesine en muhtaç birer yetim olduğumuz mülahazasıyla, Şefkat Peygamberi’nin ruhaniyetine sığınarak, O’nun hayatbahş nefesiyle bir kere daha dirilme arzusunda bulunduğumuzu arz etmek istiyoruz:
Ey yaratılışın gâyesi, varlığın özü, peygamberlik hakikatinin zübdesi!
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,