ölü günlükleri tutardı
sözdendi yontusu
ve düşten
ıssız bir dil bulmuştu / nerdense
bahar tazeliğinde
biçimsiz bir taştan ortaya çıkacak hayat
tutkun olduğumuz
her çiçekte bin bir renge ulaşmak
yıkanmak sözcüklerin kanıyla
her fırsatta güneşlemek sokağımızı
ey sonrasızlık
bakma sen
bir gün başka döner dünya
aşk kazanır
insan kazanır
yer çok
Derler ki
Aşk da yaprak döker
Sevmeyince toprağını
Hele çok şey iste
Çılgınlığı tutar da
Ne zaman onunla kırlara çıksak
yağmur çiçeklerine gebe kalırdı bulutlar
yamaçlar yeşile yuvarlardı kendini
Savaş gemilerini
yüzen çocuk bahçelerine
gönül bahçemde
hangi ağaç ol istersen
hangi yıldız göğümde...
misinayı çözerken balık ol ellerimde
istersen deniz ol,
kim bilebilir
içinde deli atlarla çekip gittiğini
hayat bir karışımdır oysa
özlemlerini ve düşlerini çıkar
boş bir yastık kılıfı gibi kalır gerisi
İnsan düşlerken tanrıdır gerçekten de. Yaratıcılık düşte, düş gücünde gizli çünkü. Verili olan, var olan daima sınırlayıcıdır. Sözgelimi “üçgen” sınırlı bir düzlem, “düşgen” se içine sonsuzluğu alan bir sınırsızlık. Düş insanı sonsuzluğa, sınırsızlığa ulaştırır. Eğer şiir bir dil işi, el değmemiş duyarlıklar, yenidünyalar kurma işiyse, bu düşle olanaklı; sözün yeni anlamlar giyinmesi, dilin yeniden yaratılması biraz da buna bağlı.
Bu bildiriyle amaçlanan, şiiri diğer yazın türlerinden ayırmak, farkını koymak ve şiirin bir anlatma, açıklama ve betimleme aracı olarak değil; aklın, bilginin ve dilin sınırlarının zorlanması sonucu ortaya çıkan ve insanda duyarlıklar uyandıran yeni bir gerçeklik olarak da algılanmasına yardımcı olmak. Ama bunu düşün şiir dünyasına sunduğu olanaklarla yapmak.
Şiir aslında bir sonsuzluk duygusudur. Bir sınırlanmama arzusu… Fakat bunu onun yüzüne karşı söylemek gerek. Kanımca ozan, bunu söyleyebilmek için bir takım düşlerden, düşlemlerden süzmesi gerekir kendini. Bir miktar sonra’ya yakın durması, imkânsıza sürtünmesi biraz da...
yolcu etti beni bir kitap
başka bir kitaba
öyle öyle ulaştım
kendime, sana, dünyaya
yazardan aldım sözü
Yaradır şiir; sözcüklerin gizli, aykırı ve yasak buluşmasının yol açtığı. Öyle bir yara ki sızısından, dünyanın dönerkenki çıkardığı ses bile etkilenir. Sonsuza dokunmak, imkânsızla buluşmak iyileştirebilir ancak onu. Her seferinde öte gerçekleri uyandırmaya kalkışması, verili olanı sorguya alması bundan. Sözcüklerin ona dar gelmesi de.
Üşür, kentler yağmalandıkça
Ateş aldıkça silahlar
Muhalif bir soruya dönüşür sonra. Doğayla sevgili yakınlığı kuran, kendinin bir benzerini, itaat etmeyen ve emretmeyen birini arayan ozanın sorusu olur. İnsanın yarımlığına dokunmak için hiç açılmamış kapılarını zorlar sözcüklerin. Ve derin susmalardan, kanamalardan, anlamlı boşluklardan ve söylenmemişliklerden süzülüp “dünyaya nereden gidilir” diye seslenir. Bilinçli bir bilinçsizliğin içinden konuşur hep. Fakat bilincindedir muhalifliğinin. Ve hiçbir muhalif onun kadar muhalifliğinin farkında bile değildir belki de. Tanımlara sığmazlığı, hizaya sokulamazlığı, tuhaflığı, içtenliği, aykırılığı, öfkesi, kural tanımazlığı, uzlaşmazlığı insana ve dünyaya karşı olmasındandır; insandan ve dünyadan yana olmasından…
Belli ki, güzel betimlemeler var dağarcığınızda. Neden birkaç şiirle bıraktınız sayfanızı?
Selâmlar...