Yine sancılı bir gidiş başladı yüreğimin kuytularından...
Yine göründü yolların izleri düşüncelerimden öteye doğru...
Kar tanelerinin soğukluğu düşüyor yüreğimin yaralarının üstüne, omuzlarım da üşüyor, dargın bir mevsim sonu bu haykırışın başı...
Hüznün bir köşede beklediği bir köşe başı yarışı bu hayatın hırpalanışlarına karşı sinmeler bunlar...
Soğuk, serin ve kavurucu iç yangınları bu genizleri yakan isler...
Sufi bir müzik bu ruhu sakin sakin döndüren, başı aşağı düşük, gözler kısık ve binlerce düşüncenin uçuştuğu bir düş yorgunluğunun ayazı bu omuzlara vuran...
Yürüyorum göz kısıklığı ışıklarının beyne ulaştığı, çakıllı yolun tümseklerinden aşağı doğru sekerek her adımda bir düşünceden atlayarak, arkamda bıraktığım düşüncelerle, omzumdakiler ağırlaşarak taşırken yürüyordum, dizlerimin kapak altlarındaki kıvılcım çakmaları gibi sancıları taşırken yürüyordum hep...
Yürüdüğüm ve koştuğum taraf, tüm hayatımı içine alan mutluluklarımı aradığım ve koruduğum taraftı...
Kimse bilmezdi niçin yürüdüğümü, kimseye söyleyemezdim sadece ben ve dizlerim anlardı yine sıkıştıran sebeplerin ağırlığını...
Sabaha kadar süren zaman aralığında yanan sokak lambaları, 07 ye kadar da sürerdi bazen ama kimse dikkat etmezdi bu yanışlara...
Kimsenin yükü kimseyi de ilgilendirmezdi, sadece bazen bir of sesi duyardı birileri bir yerlerde birilerinden. Sadece offf sesinin ardındaki anlarda iç sıkıntılarını ulaştırmak isterdi...
Bu şehrin sokakları eskitti gücümü bu şehrin sokaklarında eskidi yüreğim sevgi adına...
Belki çok tattığımız mutluluğun tadını da belki çok az kişi bilir ama acıyı ben de bilirim ben de eskidim acının yüküyle...
Yağmurların ıslattığı beton kulvarlar ayaklarımda üşümeler yaratırdı...
Bense yürürdüm mutluluğun peşinden, kısık ışıkların düştüğü sokakların uğultulu rüzgâr sesiyle, kimse bilmezdi beni, kimse anlayamazdı hırıltılarımı, kimse görmezdi gözlerimden akanları...
Tüm kalabalıklığımı bıraktığım sıcak odamdan omuzlarımı yukarı kaldırarak çıktığımda, çökük omuzlarla yalnızlığımı taşırdım ayın kesik ışıklarının altında, kimse görmezdi benim dudaklarımın kıpırdadığını, kimse bilmezdi kendi şarkımı kendime mırıldandığımı...
Karşılaştığım hüzündü en coşkulu anımda, en koyu cümbüşlerde bir anda hüzün düşerdi gözlerimden ve ben sessiz seslerle yine ağlardım...
Tanırdı beni hüzün, hep bıraktığı yerde bulurdu, hep tam da istediği gibi olurdum, o beni bulduğunda... Ve o beni bulunca ben hep ağlardım...
Ben ondan gittiğimde o da hep ağlardı, ama o gidince ben hep ağladım...
Ağlamaların zamanlarına kurulmuş bizim hüznümüz veya hüznün zamanlarında biz ağlayarak nefes alırdık...
Oysa benim gitmelerimde o daha çok ağlardı, daha çok hüzne sarılır, daha çok gelgitlerinin arasında daha çok ağlardı... Her kahırlı nefes alışımdaki durgunluğu görünce gideceğimi anlar, sesini yok ederek titreyerek ağlardı... Ağladıkça titrer, ağladıkça akardı gözyaşları gömleğine...
Ben onu çok severdim ama o beni daha çok severdi... Bilirdim çoğu zaman şansın ve kaderin bizi ağlamalarla birbirimize bağladığını...
Her gidişinde arkamda gözü yaşlı lâl olmuş bir dille bir kadın kalırdı ve o kadın çıldırasıya severdi, ölesiye mutluluğa koşar, kahredesiye hüzünlenirdi arkamdan...
Ama bende severdim ölesiye, ben de özlerdim kendimi unutasıya ve ben de tutkuluydum sevgiye...
Ama
olamıyordu, hiç olamıyordu, her şeyin birbirine uygunluğunda ya zaman yetmiyordu bize ya da geceler hep çok kısaydı ki gündüzleri taşırdık biz bu sevme yükünün hüzünlerini...
Biz her şeye, her kese rağmen kendi şarkımızı yazıp söyledik birbirimizi en çok severken...
Sapı kırık bir şemsiye kaldı elimde, bir de rüzgâr yemiş avuçlarım, göz kısıklığına mahkum gözlerim ve devrilen ağaç dalları ardına sinen benliğim, korkuyorum yalnızlık seslerinden, korkuyorum rüzgârın uğultusundan, ürküyorum teklik gölgemden ve karanlıklardaki yalnızlık benliğimden...
Zorlanıyorum kumru göğsü rengindeki bulutlardan kaçmaya, sağanaktaki yalnızlık halime düşecek rüzgâra çaresiz kalmaktan, adına ruh sakinleştirmesi demişler, oysa ben çıldırıyorum gölgeme bakmaktan...
Sivri bir taş üstü yalnızlığı bu...
Ne taraflarda ki bu sahil yalnızlığı?
O kadar sert yaşadım ki hayatı belki artık bir fazlası bana çok fazla...
Belki artık taşıyamaz bu can bu kadar acıtanları...
Hayat ısrar ediyordu aldıklarını daha uzun zaman vermemek için...
Bense yalnızlığımın ıssızlığında kalmak için yalvarıyorum hayatıma, iki isteğin arasındaki denge bozukluğu atıyordu beni yalnızlık sahilindeki kulvarına...
Hayat acılarla yaşayanları görmeye alışıktı...
Ve kalabalıklaştık dar zamanlarımızda veya tekrar öksüzleştik geçiştirirken dar zamanlarımızı, sonra öksüzleştik kayıplık zamanlarında, biz aşkın kolları uzunken sarmalanırdık, oysa şimdilerde sahipsiz rüyalar düşüyor düşlerimize, yeniden öksüzleşiyoruz şimdilerde öksüz aşkların yalnızlığını yaşıyoruz...
Hep yalnızlık, hep özlem, kahreden bir düş bu sessiz seslerin savaşında kalmak...
Hep kısa kalır istekler, bir varmış bir yokmuş sevdalarını yaşamakta, unutulmuş tüm aşk kahramanlarının öyküsü dizilir köşe başlarına, uzatıp ellerini el tutuşmak için...
Oysa her aşk kendini bir masal kahramanı sanır ki hayat aldıklarını hiç geri vermez hep özlem duyar sevgili sesine ve de kokusuna...
Bazen bir şiir okursun başın döner için zıplar şiire doğru ve anlarsın yeniden sevmenin yoksullaştırdığı yürek acısını, düşersin yollara çalı dikenlerinin üstüne basa basa ki aklın kalır şiirin son cümlesinde...
Yine de körkütük sarhoştu aşk ama olsundu ama zaten o sarhoş aşklar sınıfındaydı...
Ama yine de ayakta kalmasını biliyordu adı aşktı önce kendi ağlar sonra tuttuğu el ağlardı... Yangın yerlerinde dolaşır gibiydi baş dönmeleri ile sarhoştu yüreği sevdalısıyla, sarhoştu belki boşu boşuna yaşadığı için... Çünkü aşk gitmişti, tozu dumana katarak gitmişti, geride enkazları vardı, geride unutamadığı kalmıştı...
Sondan gelen ağlamaları vardı gülmeyi unuttuğu, en sonunda kimsesiz aşklar sınıfına attı kendini ne olursa olsun diyerek...
Yalvarmıyordu artık hayata ve yalvartmıyordu ki hayattaki en çok sevdiğini de...
Bu hayat zor zamanlarda ellerini birleştirenleri hiç sevmezdi, çünkü hayat acılarla yaşayanları görmeye alışıktı...
Bazen masalın aldıklarına veya masalda kaybettiklerimize bakarız hep hüsranla biten bir arayıştır aslında kendimizi masalın içine atarken, var olan umutlarımızı büyültürüz, hüsran akar ardında, ki işte O an aslına dönüp sadece masalın içinde kalan gerçeklere bakarız ki hepsi devleştirdiğimiz duygular basar ve baş öne düşer çaresizlik denilen olguyla...
Oysa masalın içinde kendi iç dünyamızın kahramanlıklarını ararız ki hüsranın acı kanamaları dökülür dilimizden...
Oysa bedeldir ödenen ister masalın içinden zıplasın ister masal ardında kalan düşlerdir varlığımızı hırpalayan...
Biz kimdik, bu çerçevede kalan zavallı düş yorgunları mıydık, yoksa ucuz kahramanlıkların içinde ziyan olanlar mıydık?
Aslında hepsi masalın içinde kaybolan istek ve düşlerimizdi var olmamıza dair...
Belki de kendimizi bu darmadağın yıkıntıların içinde kaybettiklerimizdi bizi derinlerde bocalandıran...
Aslında kaybettiğimizdi ruhlarımızdan uçuşanlar...
Belki de dağılmış ruhların ardından koşmalarımızdı kendimizi bulma çabalarımız...
Biz kendimizi masalların içine atarken kaybolmaktan ziyade var olma savaşımındaydık...
Belki de biz çok eskilerde kalmış masalların içinde arıyorduk kendimizi belki de umutla yoldaşlıktı bunlar...
Ardına bakmadan koştuğumuz umudun eksikleriydi yaşamak istediklerimiz...
Umut elde edemediklerimizi aramaktan başka bir şey değildi, ister masal olsun ister gerçek yaşam ki biz her ikisinde de kendimizden bir şeyleri geri almak isteyişlerimizdi umuda yamadığımız...
Belki de biz masalların içinden umutlarımızı soyutlamak için var gücümüzle koşarken yorulmalarımız...
Biz aslında umutlarımızın içinden arıyorduk kaybettiklerimizi...
Belki hiç gelmeyecek belki de hâlâ devam etmemiz gerekiyordu aramamız...
Belki de biz masalların içinden çocukluğumuzun gülmelerini çıkarmak için peşine takılmıştık masalların ve hâlâ koşmalarımızın sebebi buydu belki de bu arayışlar...
Bu devam edecek bir döngüydü aslında çemberde dolaştıkça merkezi arayışımız...
Söylenemez sözlerin masalıydı içinde kaldığımız yaşamlar... Belki bir hasretin kol bekçiliğiydi yüreği tutulmaz yapan... Ardına baktığımız bir yaşamdı aslında suskunluğa düştüğümüz... Susuşların ardına saklanan kör bir yaşamdı belki de umarsız kalamadığımız... Andır, hep anların içinde gizli olan düşleri içine saklayan. Andır o anların içinde düşlediklerimizi suskunluk fırtınasına savuran...
Andır O anların içindeki tüm anlar seni düşlediğim ve yokluk zamanlarımdır anlarımı siyaha atan...
Oysa hep mavilerdeydi gözüm, oysa hep mavilere yeniden bakmaktı isteğim...
Sendin hep tüm düşlerimdeki masal kahramanım...
İşte buradasın tam da kalbimin üstünde yanı başında hem de...
Tüm rüyalarımın içinde nefeslerimle parmak uçlarımda gibisin...
Kaybettiğim tüm rüyalarımdaki gülüşlerimin içindeydin şimdilerde ise yüreğin, avuç içlerimde tam da benimkinin üstünde...
Bana sevginin tarifini yaptırma, yarı ömürlüğü azap, yarı ömürlüğü ise beklemek... Beklemek nereye kadardı dersen galiba kabir örtüsü sonlandıracak... Sevmenin pişmanlığı mı olur dersen ki ben yaşadım ki hâlâ yaşamak istiyorum...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 26.4.2012 18:24:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/04/26/hayat-acilarla-yasayanlari-gormeye-alisikti.jpg)
Hüznün ve gönül coşkusunun bir olup aktığı bir nehir gibiydi...
Büyük bir keyif ve beğeniyle okudum. Tebrikler...
(TP+ANT.)
Sevgiyle ve esen kalınız.
Nafi ÇELİK
TÜM YORUMLAR (2)