Adam’ın kendisi hayâl değil, “yok adam” değil de etiyle kemiğiyle somut biri; varlığı bilinen biri. Onu “Hayâl Adam” diye adlandırmamın nedeni, tahmin edileceği gibi çok hayâl kuruyor oluşu. Aslında hayâl’ler içinde yüzüyor desem daha doğru olur; yâni hayâl onun sıfatı. Ama onunki başka türlü bir hayâl! Örneğin, Pessoa’nın dediği bir insan ömür boyu hayâl kurarak yaşayabilir cinsinden değil de, şu zihinde “proje” üretme meselesi. Öte yandan Pessoa’ya çok uzak değildir hani, yakındır, hısımlığı da vardır bizim Hayâl Adam’ın!
Proje onun yaşam biçimi! Sözcüğü bir türlü sevemedim ama Türkçe karşılığı doğrusu derdimizi anlatmaya pek yetmiyor. “Tasarı” dediğimiz zaman, pek derinliği (zenginlik) olmuyor hele bizimkini düşündüğümüzde. “Tasarlamak” olarak fiili kullanıyoruz, bu sanki çok uygun. “İsim” olarak kullanımda sorun çıkıyor, zorlanıp “proje” diyoruz. Daha doğrusu ben zorlanarak diyorum; çünkü etrafımda bu proje sözcüğü yağmur gibi. Proje’den uzak durmak istemem de, tecimselliği içermesinden. Hayâl Adam’ın tecimsellik ile pek bir ilişkisi yok, kuşkusuz o da parası olsun ister, kim istemez, olsun da dünyayı dolaşsın. Zaten gezmeyi çok sever; özellikle de Latin Amerika’ya gitmeyi ki ara sıra bir şekilde gider. Hattâ ben bu yazıyı kaleme alırken o Arjantin’de!
Henüz 21 yaşında Küba’ya gidiyor, dünya gençlik festivaline, kendisi tek başına gitmiyor, bir kâfileyle gidiyor, dernek götürüyor; dernek, örgüt. Bana da demişlerdi sen de gideceksin diye ama ne hikmetse götürmediler, kim bilir böyle kaç kişiye demişlerdir, söz vermişlerdir! O gidiyor, gidiş o gidiş, diline, memleketine, suyuna, kızına âşık oluyor, kuşkusuz bu başka bir öykü, kendisi anlatmalı. Burada önemli olan, kamusal önem bu, İspanyolca öğrenip Latin şiirini, edebiyatını bize elinden geldiğince aktarması, tanıtması; çeviriler, yazılar, kitaplar… bu da aşk’ın katkısı olmalı…
Anlaşıldığı gibi çok yakın arkadaşım, dostum hem de çok eski. Ona göre 1976, bu tarih doğru olabilir, arkadaşlığın başlaması değil de ilk karşılaşma, tanışma falan diyebiliriz. Anılarını da yazmaya başladı geçenlerde, neyse bu konuya sonra geleceğim, öncelikle proje. O kadar çok üretir ki yetişmek olanaksızdır. Yetişmek derken, dinlemek; karıştırırsınız hangi proje şimdi anlattığı, diye! Bir toplantı için birlikte Ankara’ya gitmiştik birkaç yıl önce, otobüsle gitmiştik. Zaman nasıl geçti, yol nasıl tükendi fark edemedim. Çünkü yeni projelerinden söz etmişti. O sıralar aynı yayınevinde çalıştığımız için, zaten sık sık görüşüyorduk ve en az haftanın bir günü yeni projelerini dinliyordum. Hayır anlattığı onlardan değildi, gerçekten de “yeni”ydi. Yolun ve zamanın geçtiğini nasıl anlayamamışsam, o yeni projeleri nasıl ürettiğini de anlayamamıştım. Acaba bu projeleri yol için akşamdan mı düşündü, diye de kendi kendime sormuştum. Kuşkusuz çok yakın arkadaşım olduğu için zaman zaman ona da benzer soruları sorarım!
Biliyorum, Arjantin’den döndüğünde, bir değerlendirme toplantısı yapacağız, özellikle Buenoas Aires’i anlatacak ama asıl oradan esinlendiği ya da yolda uçakta falan “hayâl ettiği” projeleri anlatacak. Adım gibi eminim. Kim bilir kaç yeni proje. Yaşam biçimi proje dedikse, “varlık biçimi” de şair, bunu belirtmek gerek. Bizim kuşağın has şairlerinden. Ayrıca editör, dergici, yayıncı, çevirmen; edebiyata katkısı çoktur, çok sayıda genç yazar, şair yayınlamıştır. Dahası, benim gibi bir şiir heveslisinin ilk şiir kitabını basıp da okura müsallat etmiştir! Neyse, öte yandan projelerin çoğunluğu şiire, edebiyata dair ama bazen kimsenin aklının ucundan geçmeyen konular bir “proje” olarak karşınıza çıkabilir. Eh, o kadar çok üretiyor ki bu da kaçınılmaz artık! Projelerinin bir özelliği, sizin de yer almanızdır; neler yapılacaksa o işte, etkinlikte bir şekilde siz de varsınızdır. Hattâ şahsınıza yönelik projeler de anlatır. Bunları sohbet sırasında mı, yoksa daha önce mi tasarlamıştır, o da başka bir mesele tabii ki! Sonuçta şu bunalımlı, sıkıntılı, kederli günlerde, hoşça kal deyip ayrılırken içiniz aydınlıktır.
Anılarını kaleme almaya başlamıştı; geçen yıl iki yazı da yayınladı, doğrusu hiç beklemezdim ondan böylesine bir çalışkanlığı. Şiir başka bir konu tabii ki ama düzyazı meselesinde dergicileri, editörleri biraz “bekletir” sevgili arkadaşım! Doğal, herkesin bir huyu var. Bu iki yazıyı Özgür Edebiyat’ta yayınlamıştı; ancak dergi, yayınını “tadında” bıraktığı için, her ne kadar “yazmak istiyorsa” da yazmaktan kurtuldu. Ben bu fiili kullanıyorum onun için, bilmem kendisi ne der. Anılarının bir yerinde tanışmamızdan, o zamanki karşılaşmalarımızdan söz ediyor, kalemine sağlık, ne var ki yazdıklarının “gerçek” ile biraz sorunu var. Hattâ bu sorun’dan, adım da nasibini almış. Anı da böyledir zaten, nasıl hatırlıyorsanız öyle yazarsınız!
Bir semt monografisi olmakla birlikte, bizim Hayâl Adam’ın geçmişini de içeriyor Benim Taşlıtarlamadlı kitabı. Delikanlılığının semti, hâlâ orada oturur, oraya da taşra’dan gelmiş (arada çocukluğunun geçtiği Batman var) , Tekirdağ’ın bir köyünde doğmuş, kökleri ise daha Batı’ya, Sofya’ya uzanır; mâlûm Trakya’da güneş İstanbul’a göre geç batar. Bunda bir sır olmalı, bizim Hayâl Adam hep geç kalır! Bir türlü de şu Sofya’ya gidemedi; henüz gerçekleşemeyen projesi, atalarının memleketini görmek. Kuşkusuz asıl mesele de bu “gerçekleşme” meselesi, yâni projelerin gerçekleşmesi. Zaten proje demek, biraz da gerçekleşemeyen demek. Çok da önemli değil, önemli olan projeyi oluşturmak, düşünmek, tasarlamak; elbet biri olur, elbet bir gün olur. Nitekim klasik bir deyiş vardır, duran saat bile günde iki kez doğruyu gösterir, bu da 24’te 2, 12’de 1 demektir ki arkadaşım da doğrusu bu oranı projelerinde tutturmaktadır. Gerçekleşenlerin arasında şiir festivallerinin olduğunu önemle belirtmeliyim. Örnek aklımızı karıştırmasın, böyle zamanlarda “durmaz”, çalışır…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta