Üst üste koymuş olduğu iki kiremidin üstüne çıkmış bahçe duvarından dışarıya bakıyordu. Okul zili çalınacağı saatlerde bunu hep yapardı o. İlerde ağaçlar arasında yalnız onun serabı gibi görünen okul, zilini yine dolduracaktı onun kulaklarına. Zil çaldı.
Ter, güneşten esmerleşmiş teninde bulgur bulgurdu. Başını, dayadığı kollarından kaldırarak okul yoluna çevirdi. Birdenbire çiçek, kuş, dere, çay seslerine karışan çocuk sesleri bütün bir köyü doldurmuştu. Kendine doğru gelen Fatma’dan gözlerini alamıyordu. Mavi önlük, mavi deniz; beyaz yaka, beyaz dağ ve siyah ayakkabılar… Siyah ayakkabılar onu hiçbir yere götürmüyor…
Çevresini sarmaşık gibi kuşatan talebeleriyle biraz sonra Murat öğretmen göründü. Cıvıldaşan yavru kuşlarının arasında gözleri su kenarında ılık yaz sıcaklığı kadar suzinak bakışlı Gülnihal’e takıldı. Murat öğretmen, her okul çıkışında onun, orada beklediğini biliyordu.
Günün en çok bu dönümünde kabarıyordu duyguları küçük suziş bakışlının. Öğretmenin bakışları, küçük yüreğinin çarpıntısını daha da yükseltmişti. Göz kapaklarını açılıp kapanışları kendiliğinden değildi sanki… Yanakları, esmer teninde alev alevdi. Murat öğretmenin attığı koca bir tebessüme küçük nazlı bir gülüş armağan etti. Gülnihal utandı… Söylenecek sözleri vardı, anlaşmışlardı. Mahcup bir tavırla saklandı.
Sedat Bey’in bahar güneşinden gelen şehvet dolu bir tembellikle uyuşmuş bedeni uyuyordu saatlerdir. Güneş ışıklarının ufukta belirmesiyle gece karanlığı yavaş yavaş yerini aydınlığa bırakıyordu. Bir süre sonra ışık vuran odasından eyvana geçti Gülnihal. Babası koyu sıcak bir çay, delikli beyaz peynir, buğday kokan köy ekmeği ve iki salkım üzüm ile sofra başındaydı. Gür siyah saçları altında istihsal edilmiş, en ufak bir kıpırtıda uyanacak hiddet ve gazap kalın yüz çizgilerinden görünebiliyordu. Yüreğindeki katılığın yansıdığı bakışlarını sola doğru çevirdi ve “Elini yüzünü yıka da gel. Çayını iç, tarlaya gideceğiz.” Gülnihal bahçeye çıktı, bidondan tasa doldurduğu suyla yıkadı yüzünü. Gitme vakti gelmişti. Terlik şeklinde kestiği yeşil çizmeleri geçirdi ayağına, elinde su termosu ile babasını takip etti. Az ilerisinde yürüyen babasına dönük gözleri bir yağmur bulutundan farksızdı. Bu saatlerde okulda, kürsüye oturmuş Murat öğretmeni dinliyor olmalıydı.
Azat edilmiş bir kırlangıç gibi keskin kanat sesleriyle badem kokan serin gölgeliğe seriliverdi
Hüznün şairi
İşte o benim
Hislerin döküldüğü
Her satırda kalemleri ağlatan
Kar beyazı sayfaları karartan
İşte o şair benim…
Çocukluğumu özledim anne
Hani bana aldığın kırmızı papuçlar var ya
Onları giyip
Sokaklarda delice koşmayı özledim
Her sabah saçımı taramanı;
Örmeni özledim anne
Hayatı seviyorum, sen varsın diye
Yılları seviyorum, seni bana yaşattı diye
Ağlamayı seviyorum, içime sen doluyorsun diye
Hüznü seviyorum, sevinç verebiliyorsun diye
Zamanı seviyorum, her zaman varsın diye
Çiçekleri seviyorum, sana benziyorlar diye
Güneş perdelerin ardında
Dinlenmeye çekildiği vakit
Gece yavaş yavaş koynunda
Biriktirmeye başlar ümitleri
O bilir
O ki içimde yabancı yalnızlığın
Yılların hatırası kokan yaşlanmış,
Ama her şeyi dün gibi canlandıracak dosyada
Gözlerim gözlerine takıldı birden…
Fark ettim;
Geçen zaman değiştirememiş bendeki seni
Gözlerin, bakışların, gülüşün içimi kıpırdattığı gibi
Seni sevmek, bir gece yarısı kayan yıldızların verdiği mutluluk gibi bir şey,
Ansızın bir anda Ay’la konuşmak gibi bir şey seni sevmek,
Seni sevmek; her güzel şeyi görmek, tatmak ve her güzel şeye dokunmak gibi bir şey
Susayan bir çiçeğin çölde serap gördüğü an duyduğu o mutluluk gibi bir şey seni sevmek
Seni sevmek, her güzel şey gibi sevgilim, her güzel şey
Seni sevmek, en acı çektiğim anda ağlarken; o acıdan mutluluk yakalamak gibi bir şey
Hangi noktada başlamıştı yolculuğum bilmiyorum ama gözlerimi hayata açtığımda henüz başlamamıştı bunu çok iyi biliyorum işte..Herkes ilk ne zaman neyi ümit ettiğini bilmez ama ben biliyorum.ilk kalem silgi kokan sıralarda yeni oturmaya başladığımda Özgür Hoca'mın öğretmeye çalıştığı dik ve eğik çizgileri çizebilmeyi ümit etmiştim.
Dün gibi aklımda..
Ama bu küçük ümidimdi; baktığımı resimli hikaye kitapları, masalları o kadar güzel görünüyorlardı ki gözüme, öğretmenimin okumayı öğretmesini çok büyük sabırsızlıkla bekliyordum. Ve işte bu benim ilk büyük ümidimdi, hiç hayal kırıklığına uğramadan, kırılmadan elde ettiğim, sahip olduğum oldu.
Fakat sonraları hiçbir şey beklediğim gibi olmadı. Ümitler, hayaller çoğaldıkça gözyaşı yağmurları daha çok yağdı gözpınarlarından, hayat daha çok kırdı henüz çok genç yüreğimizi…
Ama yılmadım ve her zaman taşıdığım adım gibi güçlü olmak istedim ve öyle inandım taki o geceye kadar. Odamın, bakıldığında yıldızlara ve aya dokunabilecek yakınlıkta küçük bir balkonu var. Yazın kuşlar kelebekler, çiçekler kıskanır, kışın ise yağmur ve kar kıskanır gökyüzü ile bitmeyen sohbetlerimizi…
Nedensiz değildi hiçbir şey. Lakin cevapsız kalabiliyordu sorular. Niçindi bu ahbaplık? Aramaya koyuldum cevabı Şubat sonunda gecenin en derin karalığında kendimi hakimiyetini sessizliğin aldığı karmaşık bir sokakta buldum. Her yer başka bir şehrin sokakları kadar yabancı ve ürkütücüydü… Bir sokak başını geçerek adımımı attığım ilk yolda yürümeye başladım. Daha önce hiç fark etmediğim ve bende farklı duygular uyandıran ayak seslerimi duydum; Farklı duygular uyandıran ayak sesleri…yürümek istedim. Amaçsızca uzaklaşmak istedim yaşadığım şehirden, sevdiğim insanlardan, buldum ve bulmak istediklerimden, her şeyden, her şeyden hatta mümkünse kendimden…
Duygular sevişsede
Hiç baharı olmayan yıllarda
Kalpte hep kalıverir
Senden, incecik bir yara
Hüzün ağlatır beni
Hüzün yaralar beni
Mutluluk ağlayan bebeğin beşiğinde
Ben mutluluğu o beşiğe daha kundaktayken bıraktım
Her gözünü açan onu ağlayarak karşılasın diye
Beklide onu kaybetmekten korktuğu içim ağlıyordur kundaktaki
Mutluluk kefen giymiş adamın tabutunda,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!