Havliye Ecer Şiirleri - Şair Havliye Ecer

0

TAKİPÇİ

Havliye Ecer

Aralarında akraba bağlılığı ve kan uyuşmazlığı olmamasına rağmen ilk çocukları Serap özürlü doğmuştu. Annesi Gülşen Hanım onu yıllardır hastane hastane, doktor doktor gezdiriyordu. Doktorlarda yıllardır aynı şeyi söylüyorlardı; ama Gülşen Hanım bir türlü inanmak istemiyordu. Serap’ın hastalığının mutlaka bir tedavisi olmalıydı. Doktorların koyduğu teşhiste ise Serap Mental Retardasyon hastalığı taşıdığı için kaç yaşına gelirse gelsin bir bebekten farkı olmayacak; hiçbir ihtiyacını kendisi karşılamayacaktı.
Serap bugün dokuz yaşında olmasına rağmen yaşıtları gibi konuşmuyor ve yürüyemiyordu. Bebekler gibi emekliyordu daha; Gülşen Hanım su vermese, yemek vermese bile isteyemiyordu. Çoğu zaman evin bir köşesinde oturur eve gelen misafirlere merak dolu gözlerle bakar, sonra emekleyerek misafir çocukların arasına karışır onların konuşmalarına karşılık o bağırır ve kahkaha atıp gülerdi. Beklide onun hayat mutluluğu da attığı bu saf mutluluk dolu kahkahalarında gizliydi.
Bir gün bir komşusu Gülşen Hanım’a şahit olduğu bir hadiseyi anlatır. Hadiseye göre komşusunun akrabalarından biri özürlü olan çocuğuna zehir içirtip öldürmüş. Gülşen Hanım komşusunun sözü nereye getireceğini anladığı için birden gözyaşları sel olup akmış... Serap hariç iki kız çocuğu daha vardı Gülşen Hanım’ın ama onlarda hiçbir sakatlık yoktu demek ki bu Allah’ın bir lütfüydü. Boğazına bir şeyler düğümlenmişti; bir süre konuşamadı ve yüzünü avuçlarının arasına alıp ağlıyordu.
Komşusu sessiz sessiz gözyaşı döküyordu ve sessizliğini şu sözlerle bozdu: “Ben sana kızını öldür demiyorum ama belki böyle bir şey yapsan ikiniz için daha hayırlısı olur” dedi. Bir süre sustuktan sonra şu sözlerle devam etti: “Ne zamana kadar bir bebek gibi ona bakabilirsin” dedi.
Kocasıyla bu konuda hiç konuşmayan Gülşen Hanım günlerce hatta gecelerce bunu düşünür aslında böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyordu; ama bir gün sanki bunu yapmak zorundaymış gibi bir hisse kapılır. Elinde hazırladığı zehirli suyla adım adım odada kardeşleri arasında olan Serap’a yaklaşıyordu. Kapının önünde durarak son kez ona doya doya bakmak istedi, yüreği hüzün dolu. Serap kardeşleriyle öyle mutluydu ki gözleri “Ben yaşamak istiyorum” dercesine mutluluk saçıyordu. Yıllardır bu oda onun bağırmalarıyla, çığlıklarıyla dolmuştu; İşte yine bağırıyordu kahkaha atıyordu zevk alırcasına.
Sonra gözleri kapının önünde duran annesine takıldı. Elindeki suyu görünce ağlamaya başladı sanki her şeyi biliyor gibiydi günlerdir onu düşünmekten hiçbir şey yemeyen annenin ayakları onu taşıyamıyordu artık yere yığılıp oturdu elindeki zehirli suysa çoktan dökülmüştü. “Yapamam özürlüde olsa ömrümün son anına kadar ona hizmet ederim, onun için yüreğim yanıyor; nasıl öldürürüm” diye feryat yakıyordu… Bir daha da böyle bir şey yapmaya teşebbüs bile etmedi.

Devamını Oku
Havliye Ecer

Her şey durmuştu sanki bu gece
Ay doğmayacak gibi
Yıldızlarsa hiç parlamayacak gibiydi
Neden? Neden? Diyordum
Kapkaranlık zifiri karanlıklar sarmıştı her yanımı
Bir arayış içindeydim

Devamını Oku
Havliye Ecer

Önce “ Güçlüyüm” diyorsun
Öyle ki içindeki acı,
Yüreğinin en gizli yerine saplanıyor
Kimseler görmesin diye…
Sonra gözler;
Onlar kalbin aynasıdır ya

Devamını Oku
Havliye Ecer

Belki ilkbahar belki sonbahar belki kış
Nerede? Nasıl? Bulursunuz beni hiç belli olmaz
Belki baharda kozasından ayrılan kelebeğin renkli kanadında
Belki sonbaharda rüzgarın savurduğu sararmış bir yaprakta
Belki de kışın yağan karda yüzüm avuçlarımda sizi izlerken
Bulabilirsiniz beni

Devamını Oku
Havliye Ecer

İnsan doğası gereği toplumsal bir varlıktır. Bunun doğal bir soncu olarak da günlük hayatta kurulan pekçok ilişkiler vardır. İşçi işveren ilişkileri, komşuluk ilişkileri ve arkadaşlık ilişkileri (v.s) içerisinde hayata tutunmak veya günümüzü renklendirmek gibi çeşitli amaçlarla sürekli bir topluluk içerisindeyiz. Bu toplulukta görüştüğümüz ve konuştuğumuz pek çok insana olduğumuzu gibi değil de onların bizi görmek istediği gibi görünürüz. Birbaşka ifadeyle sosyal maskeler takarız. Bu sosyal maskeleri takmamızın altında yatan düşünce ise “Ya düşüncelerim küçümsenirse”, “Hissettiklerimi olduğu gibi söylersem ya benimle dalga geçseler”, “Nasıl biri olduğumu ve ne düşündüğümü söylersem, reddedilirsem” gibi düşüncelerden dolayı kendi iç benliğimizi saklayarak sosyal benliğimize öncülük tanırız.
Sosyal benlik, insanın kendisini değil de başkalarını düşünerek oluşturduğu görünüş, duygu ve düşüncelerin sentezidir. İç benlik ise görünüş, duygu ve düşüncelerin kişiye görünümü ve onu etkileme tarzıdır. Günümüzde sadece dışa dönük sosyal benliği gelişmiş insanlar maalesef kendi en yakın arkadaşları tarafından bile tanınamamaktadır. Çünkü böyle insanlar yapay görünümlüdürler. Hep karşısındakini düşünerek davranışlarda bulunurlar.
Evet, toplum içinde yaşamanın gereği olarak kimi durumlarda sosyal benliğimiz sosyal maskelerimizi kullanmamızı zorunlu kılar. Sosyal ve iç benlik arasında bir denge kurulabilmelidir. Çünkü ancak ve ancak bu dengeyi kurabilen kişiler duygu ve düşüncelerini rahatça paylaşabilir. Böyle kişiler karşısındakiler tarafından tanınır, dostlarıyla ilişkisi hem gerçekçi olur hem de dostları tarafından nelere sevindiği, üzüldüğü bilinir… Şimdi kendi kendimize bir soralım; son üç gündür kendimizi değil de başkalarını memnun etmek için yaptığımız kaç davranışımız var? Kendinize verdiğiniz cevap “Sık sık sosyal maske takma gereği duyuyorum” diyorsanız çok üzgünüm ama siz kendi benliğinizi değersiz gören ve kendine güveni olmayan insanlar kategorisindesiniz demektir. Çünkü ancak kendi benliğini değerli gören ve kendine güveni yüksek olan insanlar sosyal maskeyi hiç takmazlar yada çok nadir takma gereği duyarlar (Ortama göre)
Bırakın başkaları hakkınızda ne düşünürse düşünsün, hiçbir şey sizin kendi hakkınızdaki düşüncelerinizden daha önemli değil. Kendinizle barışık olmanız kendinize verdiğiniz en büyük saygıdır. Şu kısa ömürlü dünyada kendiniz için hep en değerli kişi olun, değerli okuyucularım…

Devamını Oku
Havliye Ecer

Karanlıktı sokak,
Dar geçit,
Ve çıkmaz sokaklarla tutuşmuştu cadde
Elini çekse geçecektim zincirlerinden
Bu kez ben el tutuşacaktım..

Devamını Oku
Havliye Ecer

Hayata gözlerimizi aştığımızdan beri sahip olduğumuz bu mücevherin farkında olmak hayatımızın tamamını kendi gücümüzle yönlendirmekle eşdeğerdir; ama çoğumuz sahip olduğumuz bu değerin farkında değiliz. Bu yüzden de kaderci oluyoruz “Kaderim böyleymiş”, “Alınyazımda bu varmış” gibi sözler kullanıyoruz.
Düşünün bir; en son ne zaman neyi hayal ettiniz? Bunun için ne yaptınız? Ne harcadınız? Hayal edip de ne kadar çok arzuladığınız elde etmeyi? ..
Bebekleri düşünün; emeklemek için ne kadar çok çaba harcıyor. Karşısına sevdiği oyuncaklardan birini bıraktınız mı emekleyemese de sürüklene sürüklene ona ulaşmaya çalışır. Emeklemeyi başardıktan kısa bir zaman sonra oyuncaklarına ilk adımlarını atarak ulaşmak isteyecek düşe kalka; fakat fark etmiş misiniz bilmiyorum bebeğin ilk adımlarını atmak için ne kadar kararlı olduğunu; ille de başaracak ve başarıyor…
Doğuştan cebimizde taşıdığımız bu değeri maalesef yaşımız ilerledikçe biraz daha es geçiyoruz. Halbuki aksine daha çok sarılmalıyız bu değere… Çoğu zaman bizim için çok önemli olan konularda bile ”Ben buna ulaşamam”, “İmkansız böyle bir şey”, “Kim hayallerine, amaçlarına ulaşmış ki ben ulaşayım” vb. sözler kullanıp kendimizi yenilgiye odaklıyoruz.
Fakat amaçlarını çok kısıtlı şartlarda gerçekleştiren o kadar çok insan var ki biz onları göremiyoruz çünkü pasifiz…
Mesela 2008 Paralinpik Olimpiyat yarışmasında Türkiye’yi okçuluk dalında temsil eden Gizem Girişmen, 1992 yalında ailesi ile gittiği tatilde geçirdiği trafik kazasında omurilik felci olduğunu ve belden aşağısının tutmadığını öğrenince hayatı kararmıştı; fakat o yılmadı, daha sonra hayata dört elle sarıldı ve Türkiye’ye altın madalya kazandırdı. Ayrıca oyunlar tarihinde bayanlarda altın madalya kazanan ilk sporcumuz olarak adını tarihe yazdırmayı başardı.

Devamını Oku
Havliye Ecer

Soğuk olsa da en sevdiği yer
Ve kimsesiydi
Yalınayak gezdiği sakaklar…
Patislerle yamalı yıpranmış
Rengi solmuş bur pantolon
Ve incecik bir ceketin altına

Devamını Oku
Havliye Ecer

Duyguların ruhundan sana uyandım dün gece
Ela gözlerin yine alıp götürmüştü beni uzaklara
Ellerin her buluştuğumuz zamanki gibi saçlarımda
Başım omuzunda, etraf sen kokuyordu
Dudaklarımızda verdiğimiz sözler; sözleşiyorduk
Hatırlar mısın? Bahçemizde sarı güller

Devamını Oku
Havliye Ecer

Kimsenin olmadığı bir odadaydım,
Sadece ben nefes alıyordum ama;
Yalnız değildim,
Hayattaki en güzel en sadık
Ve en büyük büyücüyle beraberdim
Büyücü; dilsizdi konuşamıyordu;

Devamını Oku