Gel desen, sanma ki çıkagelirim...
Zaman kısa, yollar uzun, yıl yorgun...
Durmadan adını anmaktan mıdır?
Gönül hasta,umut mecnun, dil yorgun...
Yorgunum sevgili bilmem ki neden?
Solmakta güllerim daha dermeden...
..
Açtı bu dertler bana yare
Sensin kalplere çare
Şu bi çare Sofiye
Sultanım senden bir çare.
Hasta,fakir kullara
Çare bulan sensin
..
Rahmetli dedem (soytarıgilin Hüseyin) ölüm döşeğinde, babam başında bekliyor, ben yedi sekiz yaşlarındayım. Sene yanılmıyorsam seksen altı ya da seksen yedi… umarım seksen yedidir de dedem bana kızmaz..(seksen altı derim seksen yedi çıkarsa beni erken gönderdin öbür tarafa der şimdi)
der mi demez mi bilmiyorum ama,bir gün babamın kulağına eğilip karpuz istediğini hatırlıyorum.. aylardan şubat ya da marttı sanırım.. (matematiği hiç sevmediğimden sayılarla aram iyi değil, o yüzden sonucu tam bulamıyorum, varsayımların torunuyum ben.. hangi aydı onu da tam çıkaramadım…affet beni dedeciğim) ben dedemin bu zamansız isteğine bir anlam verememiştim, hiç kış ayın da da karpuz istenir mi? demiştim içimden…babam; peki baba dedi evden çıktı gitti.. iki saat sonra geri geldi elinde bir karpuz…nerden buldu bilmiyorum… ben yıllar sonra bir şiirde okumuştum ‘ kışın karpuz isteyen hastayım ben’ diyordu şair.. şiiri okurken dedemi düşündüm.. kışın karpuz isteyen hasta olmanın dayanılmaz yorgunluğu çöktü üzerime…ve o karpuzu gidip bulan sevgili babamın inanılmaz ağırlığı…
(ben bazen içimden babama seslenirim ve derim ki; ben sana pek benzemiyorum babacığım, elimde olmadan dayılarıma çekmişim, ama senin gibi bir oğlum olsun isterdim. Kışın hasta yatağında babasına karpuz bulmaya koşan bir oğlum olsun isterdim)
Babacığım, acaba senin kadar tutkuyla Maltepe cıgarasını seven kaç kişi vardır şu dünyada… saymadım… sayılacak kadar az olduğunu sen de kabul edeceksindir. Benim her şeyden çok sevdiğim, mert, dürüst, sade, duru ve yalnız babam…kirli sakallı yüzüyle, cıgarayı büyük bir hüzünle ciğerlerine çekerken, yanakları naif bir şekilde içine çöken adam…büyüdükçe çoğu şeyin anlamı kayboluyor… durup durup eski günlere dönüyorum babacığım…hayatın samimi ve yürekli anlamını oralarda arıyorum…
..
İstedin dost olalım, dost mu? Olduk
İstedin kardeş olalım, kardeş mi? Olduk
Ne dost olduk, ne kardeş, sen mi? İstedin ben mi?
Ne sen istedin, ne ben
Seni bana, beni sana iten
Ha o olmuş, ha bu
Sevsin seveyim derken
..
Gün boyu çalışırdık.
İşler biter akşam olurdu.
Bir birimize gelir giderdik.
Sohbetlerimizle ısınırdık.
Ya şimdi
Sende üşüdün hasta oldun Komşuluk.
..
ÖZ GEÇMİŞİMİZ
Taa gerilere gidelim, geçmişimizde neler yaşamışız bir bakalım, evvelden büyüklerimiz ne kadar çile çekermişler açlıkla susuzlukla mücadele etmişler. Kendileri eker kendileri biçermişler… Nerde motor bulup da tarla sürecekler ki… Kendi yaptığı sapanlarla gemlerle tarla bağ Bahçeyi sürmüşler. Bir hayal edelim acaba bizler yapar mıydık? Hayır, hep hazıra davacıyız. Evvelden çok hastalık olmazmış saf topraktan yetişen gıdalar yerdiler. Doktor ne bilmezdiler. Birde o zamanlar hormonsuz gıdalar olurdu. O zamanlar hastalık ne bilmezdiler. Onca çile ye rağmen tarlalara kendi hayvanlarının gübrelerini kullanıp, hormonsuz yetiştirdiler. Şimdiyse hep kimyasal gübre döküyorlar. Ve bu milletimizde hastalığa davetiye çıkarıyor, resmen her tür hastalık var. Geçmişimizde ki hayatı bazen arıyoruz. Neden diyeceksiniz? Çünkü her gün söylüyoruz: Neden hasta oluyoruz? Evvelden büyüklerimiz kendi ürettikleri yiyecekleri hormonsuz büyütürlerdi. Mesela, Elma, Armut, Mandalina veya sebze gibi şeyleri doğal gübrelerle yetiştirirlermiş ve çok güzel olurmuş. Hastalıkta olmazdı. Mesela, iple asılan Yayıklara sütleri kordular ve sonra ayakla vurarak yayardılar ve Yağ, Peynir, Lor, gibi yiyeceklerde temiz olurdu. Nerde kaldı O eski günlerimiz. İnanın ki ben çok arıyorum büyüklerimin yaptığı temiz yiyecekleri, tandırda yapılan o sıcak ekmekleri kendi elleriyle çektikleri unlar ve güveçlerde yapılan yemekleri... Hani nerde kaldı eski günler. Evvelden analarımız çocuklarını tarlada, tumpta büyütürlermiş topraklardan aldıkları vitamininle, vücutlarında ağrı filan kalmazmış. Çünkü topraktaki mineralleri vücudumuz çekermiş onun içinde hasta olunmazmışız. Çok öncelerde analarımız çocuklar hasta olunca höllük (Elenmiş toprak) yaparmışlar, sancılanan bebeklerin ayaklarına kormuşlar o çocukta daha sancı falan olmazmış. Yani anlayacağınız, kendi çabalarıyla çocukları iyileştirirmişler. O zamanlar doktora getiremezmişler, imkânları olmazmış. Büyüklerimizin yaptıklarını şimdi kim yapıyor? Hiç kimse. O zamanlar tarlaları öküzlerle ve atlarla sürermişler. Gem takarmışlar malın peşine tarlayı sürermişler biraz olsun zorluklarla mücadele edermişler. Çünkü zorluksuz hiçbir şey olmazdı. Mesela o zamanlar koyun çok vardı. Fakat Kene korkusu yoktu. Şimdi Ne alaka diyeceksiniz keneler koyunların yünlerine takılırmış. İnsanlara zarar vermezmiş, şu andaysa artık kene korkusu yaşıyoruz. Bizim memleketimizde kuyun çoktu hemen hemen, her köyde nerden baksan her ailede en az yüz tane koyun olurdu. Şimdi hiç yok. Şu da bir gerçek ki; koyunun yoğurdu çok güzel olurdu. Şimdi ise koyun yoğurdu bulamazısınız. Bir düşünün şimdi ki yoğurtlar hep hazır. Acaba içine ne koyuyorlar biliyor musunuz? Büyüklerimiz hep söylerler: “Bizim yaptıklarımızı yapın ki fazla hastalık olmasın. Mesela medeğin ne olduğunu biliyor musunuz onun da yoğurdu ve ağuzu çok güzel olur. Ne diyelim artık onları bulamıyoruz. Bakın şimdi Türkiye’mizde ne tür değişiklikler oldu: Belki bazı illerimizde bu yazdıklarımı yapan vardır. Bilemiyorum, ama şunu iyi anladım ki; bizleri şu an ki gıdalarla zehirliyorlar. Gelin buna izin vermeyelim. Birde şuna değinmek istiyorum; Amerika bir hastalık çıkarttı acısını biz çekiyoruz. Neymiş domuz gribi salgını varmış gelin buna inanmayalım çünkü her zaman ki soğuk algınlığını bu millete domuz gribi diye yutturdular. Bizleri mahvetmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bizlerde her şeyi abartıyoruz. Özellikle medya… Türkiye’nin nüfusunu azaltmak ve güçsüz kalmasını sağlamak istiyorlar. Ve bizlerde seyirci kalıyoruz bu olanlara. Bizim doktorlarımız bilmiyor mular daha önce Türkiye de böyle bir şey yoktu. Şimdi niye çıktı? Yani bizim milletin ne kadar saf olduğunu anladılar. Ama geçmişimizde hiç böyle şeyler yaşanmadı her şey normaldi ama şuan kritik bir anda yaşıyoruz.(mesela kırmızı et önceleri doktorlar yiyin diyorlardı şimdi ise yemeyin diyorlar.) Niye? Artık ete de güvenemiyoruz. At etimi, eşek etimi yoksa sığır etimi bilemiyoruz. O yüzden; “kendin kesip kendin yiyeceksin” demiş atalarımız. Öz geçmişimizi hatırlı yan var mı? Hayır yok.
Belki de bizler kendi çabalarımızla biraz olsun eski yaşantımıza dönmemiz lazım. Bakın o zaman nasıl sağlıklı oluyoruz. Bir yemek pişirende nasıl büyüklerimize danışarak yapıyorsak yine öyle danışarak yapabiliriz ve sağlıklı oluruz. Şöyle bir düşünün; geçmişte ki yaşamımız olsaydı nasıl olurdu? İyimi acaba kötümü? Hani nasıl derler yaşa da gör misali… Bu zamanı geri sara bilseydik çok merak ediyorum. Gel gör ki, büyüklerimiz bizlere geçmişi anlattıkları zaman bir masal gibi geliyor. Sağlıktan sanırım biraz olsun bahsettim; şimdi yine gerilere gidelim… Şimdiki düğünlerle eski düğünlerin arasındaki farktan bahsedeyim. Eskilerde annelerimizin düğünleri çok güzel olurmuş. Atlarla ve faytonlarla gelin gidermişler. Gelinlik yerine kendi diktikleri elbiseler giyermişler. Saçlarının yanlarından uzun simli sırmalar asardılar. Daha bir güzel olurdular. Atları allı pullu yazmalarla süslenirmiş. Türk bayrağını atın boynuna asarlarmış. O kadar güzel düğünler olurmuş ki anlatmaya doyamazlar. Hani şimdi öyle düğünler? Şimdiki gençler davullu zurnalı ve müzikli eğlenceli düğünler yapıyorlar. Gelin arabaları ise Mercedes veya Kongo onları o kadar özene bezene süslüyorlar ki… Ya gelinlikler… Daha şata fatlı daha görkemli giyiniyorlar. Altınlar ve takılar takıştırıyorlar. Şimdiki gençlerin böyle hoşlarına gidiyor. Eskilerde evlerin içi bile o kadar eşya olmazmış, sadece bir hasır bir kat yatak birde kap kaşık olurmuş ama şimdi o kadar eşyalar alıyorlar ki evin içini nasıl düzeceklerini bile bilemiyorlar. Analarımız ve babalarımızın birer kat elbisesi olurdu. Ama şu an bizlerin kaç kat elbisesi var. Asla sayamam çünkü çok aç gözlülüğümüzü gösteriyoruz… Bu da bizi hırpalıyor geçmişi düşünmemiz gerek… Belki bizler zorluk görmediğimizden dolayı pek anlamıyoruz. Büyüklerimizin ne zorluklarla bu zamana geldiklerini bilmemiz lazım. İşte onları o zaman anlarız. Eskilerde büyüklerimizin bayramlarda fazla olmasa da giyinecek elbiseler olurdu. O bir takım elbiseyle kaç bayram geçirirmişler. Çocukların bir pantolon ve birde kazak olurdu. Ayaklarında ise siyah lastikler… O kadar neşeli geçerdi ki; mesela ben hatırlıyorum çünkü bizlerde giyerdik. Şimdi ne arıyor siyah lastik; birde bizler ne bulduysak onu giyerdik, hiç karşı çıkmazdık, bayram sabahı erken kalkardık, büyüklerimizin önce ellerini öperdik eyer paraları varsa bayram harçlığı verirdiler. Yoksa bir şeker alırdık. Bayramın birinci günü kapı kapı dolanırdık, yarışa girerdik kimin daha çok şeker, fıstık topladığını ve sonra arkadaşlarla oturup birlikte yerdik özellikle kurban bayramı daha güzel geçerdi çünkü kurbanların kesildiği vakit bütün çocuklar toplanıp seyrederdik. Sonra erkekler etleri ayırıp bizlere verirdi dağıtalım diye… Biz etleri ev ev dağıtırdık. Özellikle kesmeyenlere verirdik. Ama şimdi hiç kimse daha dağıtmıyor ister kurban kessin isterse kesmesin, binde bir aile veriyor. Ben bunu yanlış buluyorum. Neden diyeceksiniz? Çünkü o kadar kesmeyen aileler var ki; onlarıda düşünmek lazım. Bu, senede bir kere oluyor. Nerde o eski bayramlar, insan arıyor o günleri; şimdiki çocuklar her şeyin iyisini istiyorlar. O kadar güzel elbiseler giyiniyorlar ki resmen güzellik yarışına giriyorlar sanki… Elden ne gelir(!) Sanırım bizler onların öyle olmasını sağlıyoruz, nasıl yetiştirmemiz lazım bilemiyoruz. Nerde hata yapıyoruz acaba? Şimdiki bayramlar da az da olsa halen bazı illerimizde eski bayramları yaşayanlar ve yaşatanlar var. Buna inanıyorum. Büyüklerimizin masallarıyla bizler büyüdük. O kadar heyecanlı anlatırlardı ki masalı, yarım bırakırlardı tıpkı bir arkası yarım gibi… Bir ertesi güne bırakırlardı. O kadar eğlenceli olurdu ki; sabaha dek uyuyamazdık, acaba nasıl olacak sonunu merak ederdik. O zamanlar da ne radyo vardı nede TV vardı. Onların hikâyeleriyle ve masallarıyla bizler büyüdük. Şimdi ki çocuklarımız ise televizyonların ve bilgisayarların başından kalkmıyorlar. Neymiş efendim onlarda şimdi çıkan elektrikli aletlerden bilgileniyorlar, onlardan bir şeyler öğreniyorlar. Büyüklerimizin eskiden gözlerinde rahatsızlık olmazdı. Niye? Çünkü TV yokmuş, gözlerine zarar verecek hiç zararlı aletler yokmuş. Şu an bizlerin gözleri ve vücutlarımızın dışarıda olsun hastanelerde olsun evlerimizde olsun ne kadar radyasyondan zarar görüyor biliyor musunuz? Belki de bilmiyorsunuz. İşte bunları bilmemiz lazım; çocuklarımıza öğrendiğimiz masallarla büyütürsek belki onlarında bu tür zararlardan koruruz. Gelin büyüklerimizi kaybetmeden onlardan birçok şeyler öğrenelim ki geleceğe zarar vermeden koruyalım. Atalarımızın bir sözü vardır: “Bin bilirsen bir bilene danış.”
..
Dostlar hallerimi sormayın hele
Benim sevdalarım perli perişan
Umudum, hayalim karıştı sele
Benim sevdalarım perli perişan
Gönlüm gam deryası, yüreğim yasta
Bu sevda yüzünden hastayım hasta
..
sokağa bir gül düştü
bütün güller alındı
hafızın kabrindeki
beyaz güller çalındı
koğuşa bir gül düştü
gülü beklerken hasta
..
Anam yaşlı ve hasta doktora götüremez.
Babam ulu bir çınarın altında dirilemez.
Bacım zalim kocada göndermez.
Beni kimseye muhtaç etme Allahım.
Amiiiiiin amiiiiiin.
Komşularım yanlızca geçmiş olsuna gelip gitti.
..
İstanbul Dolmabahçe sarayında,
Hasta hasta yatıyordu,
Saat kaç diye sordu,
Bu Atatürk'ün son sözleri oldu.
Herkes bu haberi duydu,
Ankara'nın yolunu buldu,
Elimizde mis gibi çiçeklerle,
..
Aç gözünü güzel Lêylâ' m, bak sana geldim,
Sen sağ’ mısın hasta ‘mısın, sormaya geldim,
Herkes diyor, çok zamandır/ hastadır Lêylâ'n,
Doğru ‘mudur yalan‘mıdır, bakmaya geldim.
Günler geçti aylar geçti, habersiz kaldım,
Zaman geçer, Lêylâ 'm özler gelirdir sandım,
..
Sağlamı hasta eder derler
Doğruymuş günlerce bekletirler
Her defasında aynı kargaşa aynı dert
İnsanlar oraya girdimi oluyor birbirinden sert
Hastahane olmalı değil mi şifahane
İnsan çıkıyor bin dertle sanki tasahane
..
Öyle isyankar isem öyle
kırmak istiyorsam herşeyi
susun da dinleyin artık beni
benim benim sevdiceğim hasta
benim canım cananım hasta
ve ben tükeniyorum
..
Bu yazıyı sana yazıyorum;
Odama dolan ay ışığında.
Tanımadan, yüreğimde duyumsayarak
her zerreni..
Karanlık, gece ölüm gibi sessiz.
Görmüyorum kalemin yazdığını bile.
Belkide tükenmiş bir kalem aldım
..
*Hasta düşüncenin doğumu sakat olur....
*Kurt dağda namı ovada gezer.
*Ölümün yaşla anlaşması yoktur.
..
Mükemmeli arayan eksikleriz biz.
Tarlamıza erkilen bir kaç tohumla,
ancak kendimize yeter,kendimizi biliriz.
Sevgiyi arayan boşluktakileriz.
Bir nehir gibiyiz,bellidir gideceğimiz deniz.
Sabırsızlıkla hasta olmayı bekler,
hasta ve mutlu olmak isteriz.
..
Artık birin mesaj atmasını beklemeyeceğim.Ne Bir günaydın,nede bir iyi geceler beklentisi olmayacak.Ne zaman buluşacağız acaba? , onu çok özledim ama, ne zmn gelecek ne zmn hoş geldin aşkım die boynuna sarılıcam? yanımdan ayrılmasın gibi şeylerde istemeyeceğim.Yanımdan geçen adama içimden benim sevgilim daha güzel diye düşünmeyeceğim.Bir yere giderken kimseye haber vermeyeceğim.Hasta olacağım belki kendi kendime naz yapacağım artık doğum günleri Eskiden 2 kişilik düşünürdüm.Şimdi tek kendim için düşüneceğim.Artık özlemlerim dağ olduğun da arayıp ''Aşkım beni seni çok özledim''de demicem.artık geceleri ortak şarkılarımızı dinleyip sabahın olmasınıda beklemicem.Günlerim eskiden elimde telefonla geçerdi şimdi aklımdaki işlerle uğraşacağım.Belki seninleyken yapamadıklarımı yaparım belkide bu söylediklerimin hiç birini yapamam.Tek bilidğim artık o yok..ßiz yok'uz...
..
***
Yolda görüp de, geçip gitmiş isen,
Gönül almakla, hal hatır bilmezsen,
Yolda görüp görmezlikten gelmişsen,
Ne fark eder ki, sen dost bile olsan.
***
..
yorgun bacaklarında zincirlerini sürükleyerek,
bir mahkum dolaşıyor hücresinde,
halkaları sana kadar uzayan bu zincirin,
yürüyen sesini işit.
anasının eteklerini çekiştirerek
gıdasını almak isteyen bir çocuk;
..
yorgun bacaklarından zincirlerini sürükleyerek,
bir mahkum dolaşıyor hücresinde,
halkları sana kadar uzayan bu zincirin,
yürüyen sesini işit.
anasının eteklerini çekiştirerek,
gıdasını almak istiyor bir çocuk;
..