Hasretimin Yirtigindan Siirime Damlayan ...

Kamil Aydemir
248

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Hasretimin Yirtigindan Siirime Damlayan Dort Damlam Ve Susmayan Iki Yararm

HASRETİMİN YIRTIĞINDAN ŞİİRİME DAMLAYAN DÖRT DAMLAM
VE SUSMAYAN İKİ YARARM

kemal abiyim

biz ihmal etsek seni
bazen gözlerinden düşsede yüreğindeki sızı
sen utandırmadan bizi
verirsin sevgimizi
abiyim reklerden kırmızı

abiyim dünya ise
adinaz yengem güneşi

köyümüzün toprağı gibi abiyim
kırılsa da kırmamak için saklar kırıldığını
abiyim söylemez
bakışları söyler yorulduğunu
benim sahara yaylamsın abi
sende unuturum yorgunluğumu

biraz da şavşattır abiyim
bakar yeşil
hiç batmasın güneşin
sana yaslanmasa düşer
şu şiir yürekli kardeşin

abi ıslandı mı yanagın
al yüreğimi
yanagındaki yaşı sil
seni biraz yaralasada
hayat denen çernobil
sen zurnadaki dil
sen insanlık haritasında kirlenmemiş il
sen de hiç kimse olmaz sefil

bir yanın anadolu gibi bağlı
gelenek göreneklerine
sen sevgi zenginisin
diğer adı hoşgörünün
yüreğinde ağırlarsın kapına geleni
bir yanın avrupa gibi modern
ayrı bir güzellik her yerin
kipriklerin altı
kocabey kışlaları gibi serin
memleketim gibi bilinmemiş değerin

hayatın ayazı saçlarının beyazı
üşürüm orda abi

sen insanlık ormanında
sırtı dönülecek ağaçsın
sevgimin sıcağında
düşlerin çiçek açsın
bereketli yüreğinde
hep mutluluk dolaşsin
abi gülüşlerin efkârtepesi
kanatlarının altına alır herkesi
huzur verirsin insana
sanki laşetin deresi
karaya oturmasın abi
umutların gemisi

laşetteki alabalık tehsisleri kazığın markası
sarardı mı abi
saharanın yemyeşil hırkası
ah küle patates kuylaması
ormanda koknarlardan çamsakızı toplaması
yine oluyor mu
meregin saçağında kuş yuvası
meyvesini veriyor
sevgi okulunda okuması
senin servetin yoksulun duası
her köyde onlarca evin var
insanşığın adresi

abi biz ki
gecelerin frenine çomak sokmuşuz
biz ki
ayaz gecelerde
ayı yorganlığa üstümüze örtmüşüz
güneşi bile elimizle tutmuşuz
hayatın kuytularında bile
umut büyütmüşüz
iz bırakırken tarihte
nice çiçeklerimizi kurultmuşuz
sanılmasınki yaşanılanları unutmuşuz
bir duruştur artvinli olmak
devrime gönül koymak
seninde hakkın abi gülmek

fatma ablam

ablam kafkasların gölgesinde kalmış
bir tarla gibi
kendine dönük
ömrüne biraz fazla esmiş olmalı ki fırtına
bazı ışıkları sönük
ama hep dağlar gibi dik
taşın altına elini ablam koyar ilk

abla vanda hediye ettiğin
ve yüreğimin tellerini titrettiğin
boz atkıyı
gittiğim her yere götürdüm
ama bir gün yitirdim
mutluluğun adresini yitirmiş gibi üzüldüm

televizyonda vanı gördüm abla
hani sokaklarına
gülüşlerimizi beraber düşürdüğümüz
ve karlı bir havada
kalesinde üşüdügümüz vanı
deprem yutarken yüzlerce canı
abla bu kadar mı değersizleştirdiler insanı
anılar ambarımdan çıkardım van bohçamı
molozların altında onca anı

ablamın sert duruşunun ardında
yumuşak bir yürek var
yüreğini koyar acına
sokulunca yamacına
zemherinin ortasında bahar
ablam çoruh gibi
kurak yürekleri sular

yanaklarında hüzün gülleri
eline alıp
yelkovan ile akrep şişlerini
sevgisiyle işler günleri
geceden yıldız sağar
gündüzden güneş
iki oğluna
sanki ömrünü sarmış
onların yoluna
ablamın en şanslı yanı
kenan enişte gibi bir eş

ablam
kordonboyundaki yürekleri okşuyan imbat
ne zaman çalsa kapısını mutluluğun
batal olur saat

dedemin güllüğündeki
çiçek açmış erikağacı gibisin abla
her dalında ayrı bir güzelliğin
hayata güzel renkler katmak özelliğin
bir de seyar erzahane

ah benim insan ablam
sen ki gıdatların düzü
az mı dinlendirdin bizi
vitrininde saklarsın sevgimizi
ablam renklerden mavi
bir de dumanlı olmsa dagları

geldiğimde izine
kafkasorun düzüne
kursak rakı sofrasını
ortaya laf salatası
tulum peyniri de olur hani
biraz kımı turşusu
biraz da nar ekşisi
insanlardan insanlığını çalanlardan
olur mu ahlak bekçisi
ablam insan emekçisi

yenilir olunca yeni dünya
abla benim içinde dalından
bir yeni dünya kopart
yeni güne gülüşlerini kat
börtü böceğin bile mutluluğunu çogalt
sen gülersen abla güler hayat

bir yıldızda sen tak abla
gecenin saçlarına
ay sokak kedisi gibi sokulacak yanına
itiraf ediyorum baba
o yazıları ben yazmıştım
evimizin yeni boyadıgımız duvarına
kitaplarımı sakladım gökkuşağının ceplerinde
bakki duruyorlar mı yerlerinde
çocukluğumuz nerde abla
ses toplamaya çalışırdık
telefon direklerinin tellerinde
ah abla ah
o eski güzel günler nerde

ilminaz

istanbulun trafiği gibi yogunsun
memleketim gibi yorgun
hayatı nurmuşsun sırtına
içinde hep fırtına
kendine bile küs çiçeği kardeşim ilminaz
yaslan abiyin sevgisine
istiyorum ki gül biraz
umut deresinin kıragındaki kiraz

herkesin vardır bir bahanesi
beslemek zorundki değilsin ki ilminaz
sen misin acıların annesi

kendine mi benzetmiş seni istanbul
alnındaki çızgılar varoşların
emek kokar ellerin
haydarpaşa gari yüreğin

kocabey köyünün sulanatı
düşlerini nasıl taşırsın heybesinde
ayazda bırakırsan terli atı

hüzün yuva yapmış yaralı sesinde
solarsın
kalma dertlerin gölgesinde
uzak değil bahar
bahar kışın az ötesinde

izin verme acıların alışmasına
sevinçlerin bahçesine
batmaktansa fırtınada
çekilmesini bil
kendi limenına
limon çiçekleri otursun yanaklarına

sana koşar kuşlar çocuklar
gözlerine şerbet mi döktün
olunca istanbul gibi dolu
garibanların eli kolu
biraz erken mi çöktün
hayallerini günlerin avlusuna as
istanbulun kır çiçeği ilminaz

sebahattın bitiremedi mi daha
istanbul bardağından dertlerini içmeyi
evin balkonundan yıldızların koynuna düşmeyi
uyanacak elbet bir gün
düleriyle dolu sabaha

bolu dagının çiçekli etekleri
kemençenin kırılgan teli
hayatın aşınmış danteli
yaşlıların soluklandığı
güneşin ıslandığı yeri
istanbul boğazındaki deniz feneri
ilminaz birazda istanbulun eyfeli

bazen bizim oraların kardelenisin
bazen de düz ovanın ay çiçeği
yüreğin baharın yırtık eteği
yurtsuz kuşların yatağı
açların umut sokağı
napuzar tarlanın toprağı
benim göğünden geçen bulut

dik yaşıyan
kovanına bal taşıyan
kışı olmayan arı
ilminaz renklerden sarı
haydi
birazda sen giydir baharı

sırtında altında ezileceğin yük
yaşadın
yaşından
büyük
ama eksiltmedin insanlık kumaşından
öperim gözlerinin yaşından

serpil

aşmasını bilir her yolu
serpil kardeşlerimin istanbulu

kardeşlerimin baharı
cıvıl cıvıl her hali
yeşilden başlayıp
beyazla biten
açık renklerin toplamı
serpil de benim gibi
kırık bir zeytin dalı

sen de hep gül olur dil
dili kullanma ustası serpil
hayatin tadını değiştiren karanfil

topraklarından çoktan sürülmüş nefret
tek başına (bir) devlet
kasaları dolu hasret

serpil bazen olsa da ankara gibi karışık
hep kendisiyle barışık
insanın hayatına
güneş gibi
ignenin deliginden sızan ışık

gülüşleri akdeniz
gizli ambarların mı var
o enerjiyi nerden alırsın
yokuşları bile eniş etmeyi nasılda başarırsın
dalgaların kendine
hep mutluluk kuşlarını uçurursun çevrene

gözlerin manyas gölü
cenneti kuşların
dikat et yüreğime damlıyor yaşların
kardeleni kışların
çocukların cenneti de kocaman yüreğin

kurbanlığa içindeki öküzü kesen
anası umutun
sevgim olsun yurdun

haberin var mı serpil
umutla merdiven dayadık aya
yeğenlerimle oturup
sevgimizle donattıgımız masaya
rakımızı yudumlarken
bakıyoruz değerini bilmediğimiz dünyaya
sevgi gibi dünyada
bilmiyoruz değerini ikisininde

umut gibi herkes
kesse içindeki öküzü
güler insanlığın yüzü
çocukların uçurtmalarıyla dolar gökyüzü

göğünde martıların uçutuğu
dudağında yakamozların konuştuğu kızkülesi
bir mayısın taksimdeki sesi
ey hayat sanmaki yoktur
serpilin kimsesi

gül bacım
gül ki azalsın acım
sizlere mutluluğu verebilsem keşke
keşke olsa da ilacım
umutlar düşmese
gazetelerin üçüncü sayfalarına
kurşun yağmasa
memleketimin dağlarına
bilirim sen de kül olursun benim gibi
ateş düştüğünde
anaların sol yanına
gülüşlerini ılıştır her günün şafağına
ben şiirimin canımdan uzanır alrım
düşmeden hayatın tuzagına
ankarada artvin yıldızı
memleketimin güldüren yüzü
zaten eksik oluyor
bir yerleri insanın
düşünce sevdiklerinin uzağına

kardeşlik kiliminin
beş farklı deseniyiz biz
kilimdeki desenler gibi
ayrı ayrı olsa da yerimiz
kilim gibi
aynıdır değerimiz

memleketimin kanayan tarsına
dökmeye kalkınca güneşi
çalındı düşlerimi doldurdugum kumbaram
çakallara ziyafet oldu
umutlarımın leşi
olmak kolay değil
sürgün admın kardeşi

kırmış olabilirim sizleri istemeden
ben kardeşlerin cheguaralı kübası
unutmayınki sizler için
hep sevgi büyütüyor
bu asi adam

ankaranın güneşi serpil
haydarpaşa gari ilminaz
insanlığın adresi kemal abiyim
onurlu artvin kalesi fatma ablam
hasretimin yırtığından şiirme damlayan dört damlam

ve susmayan iki yaram

söyle anne nerde kaldı o düğünler
başlayınca mutluluk çağı
sen çıkardın ortaya kaçkar dağı
oynarken karabağı
davul zurna sesinde
su gibi akardın anne

asim dedem de çalınca zurnayı
yakalamış gibi olurdum
cepleri sevgi dolu turnayı
anne bilsen kaç kere alıp gökyüzünden
gerdanına takmak istedim ayı
usta atıcı değilim belki ama
becerirdim hayatı onikiden vurmayı

bazı geceler yuva yapardın anne
türkülerin bestesinde
yastık olurdu babam
hayatın ensesinde

yüreğin kadar büyüktür baba dünyanda
insan olana
her zaman yer vardır sofranda

ihlamur gülüşlü
karınca gibi güçlü
annemin içinde
nice dertli çoruhlar akar
annem unutur kendisini
bizim çiziğimize bakar
babam içimizde
farklı ışıklar yakar
topraklar biraz annem kokar
babam güneş yüzlü şafaklar

umutlarım sanki sıgaram
gözlerimi asrım dumanına
anam babam
susmayan iki yaram
anlamıyor beni sevdiğim kadında
beni koyuyor herkesin arasına
hatta kerkesin arkasına
anladımki bana mutluluk haram

sevgimde gül babam
sen de gül anam
hayat çiçek açsın günlerin elbisesinde
güvercinler ürkmeden dolaşsın
memleketimin her köşesinde
anaların babaların
gözyaşı olmasın
zamanın kesesinde

yokluğu da tanıdı varlığı da
umudu da umutsuzluğu da
ama anam
hep yurt oldu umuda

bu kadar hasreti
bu kadar derdi taşımaktan
acıları doyurmaktan yoruldum anne
anne hazır mı dizlerin
nice güzel anımda izlerin
içimdeki sokaklardan
bağıra çağıra geçer
bazen sözlerin

oğlum ne elabaşı ol
ne de en arkada kal
hep ortadan yürü derdinya
bağışla anne
bu sözünü dinlemedim
çünkü sizden öğrendim
yanlışın karşısında susmamayı
zalimin karşısında eğilmemeyi
doğruları söylemeyi
ben sizin oğlunuzum anne
ve de çok gururluyum
sahip olduğum için
sizin gibi ana babaya
sevgiden bir ev mi yapsam aya

acıları buruşturup atan
fırtınalar ortasından
yavrularına baharı yaratan
ananın babanın oğluyum ben
nasıl gülerim ağız dolusu
siz gülmeden

babam gülünü güldüren dal
çocuklarına bal
baba bakışların gibi sıcak
yıldızlarla sevgimi gönderdim size
bir zahmet
efkârtepesinden uzanıpta al
şavşat seni tanır
nice evde alınterin vardır
şavşatın nice köyündeki evler senin aynandır

yüreği gibi hep büyük yaşadı babam
babam babaların en yalçını
bizim için
hep feda etti hayatını

suskunluğun ambarı babam
anıların günlüğü
seni ve annemi üzdüğü
en çokta size hasret koyduğu için
hiç sevmedim sürgünlüğü

schepol havaalanından
enschededeki evimize sizleri getiriken
yolboyundaki ağaçlar
eğilip bize selam verirken
sen gecenin kör karanlığında
yol kenarına dizili ağaçların
kayın olduğunu anlayacak kadar
anlarsın ağaçların dilinden
benim gibi beceremesende oynamayı
başka her şey gelir elinden
yıkıldığımda kalkamam ayağı
baba tutmasan elimden

söyle baba anne söyle
kaçarken geçliğimi bıraktığım
evimizin ayvanına
yine şerbetini damlatıyor mu üzüm
sizler benim insan özüm
sizler benim iki gözüm
söyle anne
kanarken içim
bahardaki köyümüze nasıl dönsün yüzüm

ömrümün en güzel desenlerinde
sizlerin izleri
baba vermeyecek misin bana
oya gibi işlediğin günlükleri

ankaradaki yürekleri karalar
satmışlar derelerimizin suyuna kadar
ağlayanımız yok
ama bizde dert çok
yakında kendi kışlamıza gireceğiz vizeli
olunca sahara pancarcı kültür festivali
kızıl sevdalarla geçtiğimiz
dağları özlüyorum baba dağları
puslu yaylaları bile özlüyorum ane
puslu yaylaları
akşamları köyden yaylaya dönen
süslü şaşortileri

kuzumuzda kalmadı kınalı
yaralıyım anne yaralı
sizden ayrılalı
ağırır sol yanım
sen benim cennetimsin annne
siz benim her şeyim

sizler benim yazamadığım şiirim
anla işte anne
seni ve babamı
bir de kalbimdeki beyaz gülümü
yazamayacak kadar şairim

sizlerin yanında taşlı çayırım
ben sizlere bayrım
sizler bana bereketli düz ova
günlerin dalından nasıl toplayayım mutluluğu baba
gurbet dipsiz kova

otuz yıl oldu şavkete gitmeyeli
benim için ayırıp güzel tavukları
yolu mu gözlüyor mu yine şemsinor ninem
siz benim kiblem
anam babam
susmayan iki yaram

çok mu gördü bize
o güzel günleri soytarı hayat
sanki şimdi her eşe bayat

baba yıllarca çalıştığın
artvin öğretmen okulu
eylüllü ülkemin işkence hanesi
sonra askerin kışlası
diğer blokta
imam hatip lisesi oldu
artvinin güzel bir yüzü daha soldu baba
şimdi artvine gelen herkesi
soğukça karşılıyor
nizamiye kapısı
onlar ışıkta kör oluyor baba
bunun içindir onların aydınlıktan korkması
kan gözyaşı kokar onların sofrası

yırtık cebimden düşürdüğüm gibi
en sevdiğim misketimi
nerde düşürdüğümü bilmiyorum çocukluğumu
ah babam canım ciğerim
koca çınarım
en zor anımda bile
yeşertmesini bilrdin umudumu

aaaaah anne
gamzelerin anılarımızın bahçesi
yine çocukluğumuza topla herkesi
olsakta ana baba
bir başka ana baba sevgisi

evlendi torununuz bile
yine düşünüyorsunuz harçlığımızı
biraz da kendinizi düşünün anne
bab düşünün kendinizi
soldurmayın sevgi yurdumuzu
akbabalar yırtar umudumuzu
çakallar yutar bir avuç mutluluğumuzu

baba olunca anladım
babanım şekerleri sevdiğini
annemin yoksulluğu hep kendine ayırdığını
onlar için hep kendinden önde geldi yaruları
nokta kadar kirlenmedi onurları
onlar sevginin okulu
insanlığın çınarı
ah verebilsem keşke
anama babama
yitirdiği yılları

eylüllü ülkemde
beyazıt meydanındaki güvercinler gibi ürkekti
benim yüzümden çok acı çekti
anam babam
onlar benim
(hiç) susmayan iki yaram

Kâmil Aydemir

Kamil Aydemir
Kayıt Tarihi : 4.12.2011 01:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Hasret Siiri

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Kamil Aydemir