Türk Harf Devrimi
Sayın Başkan, Sayın İl Genel Meclisimizin Değerli Üyeleri ve Saygın Yöneticileri. Harf Devrimin seksen inci yıl dönümü nedeniyle, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bundan seksen yıl önce, 1 Kasım 1928 tarihinde, 1353 Sayılı Kanunla kabul edilen, yeni Türk Harflerini kullanmaya başladığımız yılın, yıl dönümüdür. Çok önemli olan bu tarihi sürecin gelişmesine göz atacak olursak, gördüğümüz kadarıyla, Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri sonucunda, yazım dilinin de, Arap harfleriyle olması benimsenmiştir.
Ne yazık ki o dönemde, dille - dinin birbirine karıştırılması, Türk Dilinin gelişmesine ve zenginleşmesine engel olduğu gibi, “okur -yazarlığın” azalmasına, cehaletin artmasına da sebep olmuştur.
Nedeni, Arap harfleriyle yazım, hiç bir zaman Türk dilinin gereklerine uygun düşmemekteydi. Yazılan herhangi bir metin, kolayca yazılıp okunamıyordu. O nedenle, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kendini daha iyi ifade etmesi açısından, “Harf Devrimi’nin” yapılması zorunlu hale getirmişti. Amaç, milletimizin en kısa zamanda “okuma ve yazmayı” öğrenmesini sağlamak, aynı zamanda, geleceğe yönelik çağdaş ve modern bir toplum oluşturmaktı. Devletimizi, bilimsel yapılanmayla geleceğe taşımak ve modern “eğitim-öğretime” kavuşturmaktı. Bu amaçlarla yapılan, “Harf Devrimi” yazı dilimizde sorun yaratan, Arap Harflerinin kullanımına son verilmesi, dilimizin gelişip zenginleşmesine sebep olmuştur.
Harf devrimi yapılmadan önce, 20 Mayıs 1928 tarihinde 1288 sayılı kanunla kabul edilen, Arap rakamlarının kullanımına son verilmesi ve onun yerine uluslararası kullanılan rakamların, kullanılması kabul edilerek, uluslar arası bütünlük sağlanmıştı. Bu değişim, harf değişimiyle pekiştirilmiş oldu. Harf değişimini anlatmak üzere İstanbul'a gelen Atatürk, 9 Ağustos 1928 tarihinde Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş olduğu halk şenliğinde, Harf Değişimini büyük bir coşku ve heyecan içinde, 'Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız (dilimiz) yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, Milletimizin yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet âleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz' diye, söylemiştir.
Değerli arkadaşlar bunu bilmemiz gerekir ki, “Harf Devrimi” milletimizin en önemli tarihi bir olayıdır.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bilgilendirici yazınızı beğeniyle okudum.Emeğinize sağlık değerli öğretmenim..saygımla.
.....tebrikler...
merhaba can abim. seni unutur muyum sandın. başarılar dilerim. 10+ant
BİLMEDİĞİM BİR ÇOK ŞEYİ ÖĞRENDİM YAZINIZDA TEŞEKKÜRLER EFENDİM...SAYGILAR...H.CİHAN
“İkinci Adam”dan Harf İnkılâbı’nın hikâyesi
Şevket Süreyya Aydemir’in “İkinci Adam” (ama o kendine “Milli Şef” dedirtiyordu) dediği İsmet Paşa, Harf İnkılâbı’nı (1 Kasım 1928) anılarında şöyle anlatıyor:
“Atatürk, bir iki seneden beri bunu düşünüyordu. Vakit vakit bana açmıştı. Ben önce buna mukavemet ettim. Başından beri benim söylediğim, ‘Enver Paşa, harp (Birinci Dünya Savaşı) ilan edilmeden, böyle bir şeye teşebbüs etmişti; sonra muharebenin ilanı üzerine kaldırıldı. Tekrar eski hale döndük. Yine öyle olacak.
Çünkü bu tecrübeyi yakından biliyordum. Enver Paşa, yeni yazı şeklini emir olarak genelkurmaya verdiği zaman ben oradaydım. Yine o zaman da itiraz ettim. ‘Bunu çıkaramazsınız’ dedim. Nasıl yazıp, nasıl okuyacaklarını soruyordum. Onlar da ‘Yapacağız, edeceğiz’ diyorlardı.
Ben Birinci Şube Müdürü idim. Hafız Hakkı, Erkânı Harbiye İkinci Reisi… Vazife için yanına giderim. İmzaya götürdüğüm evrak, hep yeni imla ile yazılmış. Kâğıtları önüne koyar, anlatırım. Hafız Hakkı, kâğıtları okumaz, bana bakar: ‘Canım sen anlat, bunun içinde ne var’ der. Çünkü kendisi okuyamıyor. Bunun üzerine ben anlatırım. Bir gün bana, ‘Getireceğin yazıları, benim bildiğim yazı ile ayrıca yazdır da getir’ dedi…
Şimdi, ben bu macerayı biliyorum. Harf İnkılâbı ilan edilmeden iki sene evvel Atatürk'e söyledim… Benim ikazım cesaretini kırdı. Harf İnkılâbı'nı iki sene sürükledi. Resmi beyanlarında, grupta, partide yaptığı konuşmalarda, ‘Yeni harfleri düşünüyoruz’ diyordu. Fakat başlayamıyordu. Nihayet, Harf İnkılâbı'nı emrivaki halinde ilan etmeden önce kendisine şöyle dedim:
‘Bunu istiyorsunuz, yapacaksınız. Fakat tatbik etmeyeceksiniz.’
‘Kim?’ dedi.
‘Siz’ dedim…
Atatürk, söz verdi: ‘Tatbik edeceğiz, ben başta olmak üzere hepimiz tatbik edeceğiz’ dedi.
Harf İnkılâbı oldu. Herkes bilir ki, ondan sonra, ben eski yazıyı kullanmış değilim. Harf İnkılâbı çıktıktan sonra, şimdiye kadar eski yazıyla yazmış olduğum 20 satırı bulmaz. Yapmadım. Yapamadım… Cemiyete bunu yaptırmak için almadığım tedbir, katlanmadığım eziyet ve vermediğim eziyet, güçlük kalmamıştır. Ben, vekillerin, mebusların, memurların, herkesin cep defterini muayene eder ve eski yazı ile notlarını gördüğüm zaman mesul tutardım.
Ben Başvekilim. Bir gün Genelkurmay'a gittim. Bana resmi iki kâğıt getirdiler. imza etmem lazımmış. Fakat biri eski yazı ile yazılmış. Bunu okuyup anlayacağım ve sonra yeni yazıyla yazılmış olanını imzalayacağım. Nedir bu, diye sordum? Mareşal öyle söylemiş. Ona evrakı hep bu tarzda götürüyorlarmış. Tıpkı Hafız Hakkı'nın benden istediği gibi… Karşımdaki subaya, ‘Yeni yazıyı kullanmıyorsunuz. Bu devletin kanunu değil mi? Siz devletin kanununu tanımaz mısınız?’ dedim… Pancar gibi oldu.
Yeni harfleri öğrenmek için mektepler açıldı. Atatürk, her yeri dolaştı. Tahmin olunmaz bir şahsi gayret göstererek yeni harfleri memlekete mal etmeye çalıştı. Ama yaşlı bir adamın alıştığı harfleri bırakıp yeni harfleri öğrenmesi kolay olmuyor.
Bu gibi kimselere ‘Bunu öğrenin’ demek de güç bir şey. Bunca zaman önce, çocuklukta öğrendiğim ilk harflerin şurası burası benzemez, yine de söker, okurum. Sonradan öğrenilen bir harfle bunu sökmeye imkân yoktur.
Hiç eski yazı bilmeyen insanların yazılarını ben okuyamıyorum. Halbuki eski yazılardan okuyamayacağım yazı yoktur. En aciz adamın en karışık yazdığını mutlaka söker, çıkarırdım.
Bütün bu anlattığım güçlükleri düşünerek, bilhassa yetişmiş insanların yazı ile münasebetlerinin bozulacağından ve cemiyette kültür hayatının kötürüm olacağından endişeliydim.
(…)
Bugünlere ait bir olayı hatırlarım. Atatürk, yanında bazı kimseler olduğu halde, bir yerde çalışıyor. Önünde eski yazıyla yazılmış birçok kâğıt var. Akşamüzeri, ben kendisini görmeye gittim. ‘İsmet Paşa geliyor’ diye haber verirler. Hepsi telaşa düşer. Masanın üzerindeki kâğıtları kaldırırlar…
Bu son zamanlarda bile, koalisyon hükümeti olarak çalışırken, bakarım yanımda oturan Alican (Ekrem Alican, 1961) defterini çıkarır, eski yazı ile yazar. İçimden, ‘Şartlar müsait olsa ben sana gösteririm’ derim…
Harf İnkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. (O zaman, olayı okuma-yazma kolaylığına bağlayan ders kitapları yalan söylüyor). Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa'yı tahrik eden sebeptir. Ama Harf İnkılabı'nın bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap (bir bakıma İslâm demek istiyor) kültüründen koptuk…
Şimdi, bütün sapmalara rağmen, yazıyı yeni harflerle öğrenmiş olanlar eski harflere dönemezler. Kur’an kursuna gidenler için de böyledir.
Harf İnkılâbı'nı burada bağlayacağım. İnkılâp ilan edildiği zaman herkes iki yazı ile başladı. Hükümet başında bulunduğum için gayet sıkı ve ciddi takip ederek devlet dairelerinden eski yazının kalkmasına çalıştım. Ne kadar sürdü, şimdi söyleyemeyeceğim, fakat asgari bir müddet zarfında resmi dairelerden eski yazı kalktı.
Devlet memurları içinde eski yazıyı müsvedde olarak kullanmakta devam edenler, bu yazıyı bilmeyen insanlar memur olup işbaşına geldikçe, tabiatıyla seyrekleşti.”
( Alıntı ) Yavuz Bahadıroğlu
Vay be! Harf devrimi olmasaymış, amma da geri kalacakmışız!
Bu şiir ile ilgili 5 tane yorum bulunmakta