{Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl...
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.}
{Ulusun korkma, nasıl böyle bir îmanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?}
Deprem yemiş bir uygarlığın enkazı üzerindeyiz.
Hayır! Elimizle inşâ ettiğimiz iğrenç harâbedeyiz.
Ruhlarımızda koca koca korlar, hiç farkında değiliz.
Zarara rızasıyla katlanan iki deli; sen, ben, ikimiz...
Biz, bu harâbenin sarhoş, küstah ve şirret piçleriyiz.
Dün kanımız, canımız pahasına kovarken bacadan,
Bugün açtığımız kapıdan giren lânetlinin köleleriyiz.
Heyhât, ortadan kalkınca onun aslâ boğamadığı îman;
Tek dişi kalmış canavarın gönüllü birer mezesi,
Yirminci ve yirmibirinci asrın sefîl gözdeleriyiz.
Yetmemiş ki çektirdiği acılar, el etek öpmedeyiz.
Çamurlara bulanmayı medeniyet ve çağdaşlık sanıyor,
Özgürlük yalanıyla tepiniyor güdük iradelerimiz.
Çünkü biz o kahbe yüzü hâlâ bir âfet görmekteyiz;
Maalesef, medeniyet denilen o kahbenin piçleriyiz.
Evet evet, sakın şaşırmayın, o yüz bize hâlâ bir âfet.
Maskesini yırtamazsan sana öyle görünür elbet.
Kan davanı unutturur da yine kanını emer meret.
Küçüldük küçüldük önünde, kayboldu özgüvenimiz.
Şimdi haysiyetimizi yitirmiş, çaresiz sürünmekteyiz.
O, zaferiyle sarhoş, bizse zillet içinde inlemekteyiz.
Eğildik yerlere kadar, onurumuzu ayaklar altına attık.
Bize yakışmayanı yaptık, benliğimizi bir pula sattık.
Bakırı altın sandık ve şanlı tarihimizi karalayarak
Medeniyet denilen kahbenin kanunlarını aldık.
Şimdi haysiyetimizi yitirmiş, çaresiz sürünmekteyiz.
O, zaferiyle sarhoş, bizse zillet içinde inlemekteyiz.
Çağdaşlık, teknoloji, hümanizma yalanları söylemiş
Ama serkeşlik, edepsizlik gerçeğine gönül vermişiz.
Tüketim sapığı olmuş, şatafatla boyanmış gözlerimiz.
Cinnetimiz kadar ucuz sahte gözyaşları da şahittir;
İblis’in, taklid girdâbında oynayan rakkâseleriyiz.
O, zaferiyle sarhoş, bizse zillet içinde inlemekteyiz.
Sen ve ben, iki zavallı, çok aldatıldık hem de çok.
Hiç anlamadık ki ucuz dünya, ucuz mutluluk yok.
Üstelik hâlen daha dostu düşmanı bilememekteyiz.
Târümâr edilmekteyken kadîm uygarlığın harâbesi,
Her şeyimiz yer ile yeksân, bunu zafer zannetmekteyiz.
Habis ruhlarla dolu kristal tapınakta dans etmekteyiz.
Tutkularımız, hata’nın içimizde çimlenen ilk sebebiydi.
Hakikat yerine tekniği putlaştıracağımız da belliydi.
Ruhumuzu esir alıverdi çil çil parlayan sarı ilâh,
Mesih’e de satamayız, elimizde kaldı bunca günah.
Şimdi haysiyetimizi yitirmiş, çaresiz sürünmekteyiz.
O, zaferiyle sarhoş, bizse zillet içinde inlemekteyiz.
Maalesef, tek dişi kalmış bir kahbe canavarın piçleriyiz
BİR DE ARZIM VAR:
“İstiklâl Marşı”mızı okurken çok yanlışlar yapmaktayız. Yapılan yanlışların en dikkat çekici ve anlamın değişmesine neden olanı, şu iki mısranın okunması sırasında karşımıza çıkıyor:
{Ulusun korkma, nasıl böyle bir îmanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?}
Bilmemiz lâzım gelen ilk husus; “ulusun” kelimesinin köküdür. Burada kök, “Ulu (yüce)” değildir. Yani kelimenin, ‘yücesin’ şeklinde anlaşılmaması ve vurgulanırken de buna dikkat edilmesi gerekir. Kelimenin kökü, “u-l-u” seslerinden oluşan bir fiildir ve yaklaşık olarak “havlamak”, “canavarın havlaması” anlamına gelmektedir. İkinci mısra da bunun böyle olduğunu doğrulamaktadır. Ağzımız “ulusun” derken aklımızdan “havlasın” sözünü geçirmek, doğru okumamıza büyük ölçüde yardım edecektir. Fakat konu bundan ibaret değildir; yanlış noktalama işaretleri konulması ve bağlı olarak yanlış duraklama yapılması da diğer bir sıkıntı nedenidir.
Metnin yazımı, noktalaması, aynen benim yaptığım gibi yapılmalıdır ve fakat mısranın sonuna kadar hiç duraklama yapılmadan okunmalıdır! Evet, “korkma”dan sonra virgül koyarız ancak bu virgülde de hiç duraklama yapmamalıyız. “Ulusun”dan sonra duraklama yapmak, zaten bir cinayettir ama “korkma”dan sonra duraklama yapmak, daha büyük bir cinayettir. Neden? Çünkü o takdirde bir “korku”nun varlığı, “korktuğumuz” anlamı ortaya çıkar. Oysa en başından itibaren, şiirde bir “korku” teması asla bulunmamaktadır. Aynı durum, şiirin ilk mısraı olan “Korkma sönmez, bu şafaklarda yüzen al sancak.” cümlesi için de geçerlidir. İlk iki kelime tek solukta, hiç durulmadan okunmalıdır. Her iki “korkma” sözü de korkulduğu için değil, bir korku söz konusu olduğu için değil, birer atlama tahtası olmaları için söylenmiştir. Hedefe daha iyi varmak için kuvvet almak amacıyla söylenmiştir. Hani işe akrobasi katan bazı basketbolcularda görürüz ya, potaya yakın bir yere bir zıplama aleti koyarlar da önce ona basıp zıplar ve topu potaya, havaya iyice yükselmişken bırakırlar... amaçları topu potaya atmaktır, zıplama tahtası ise bir araç, bir teferruattır. Aynen öyle.
Bu (kutsal sayılabilecek) harika şiiri, ona yakışır biçimde doğru ve güzel okumayı öğrenmek, çok önemli bir sorumluluğumuzdur. Başta Türkçe ve Edebiyat dersi öğretmenleri, hepimiz buna dikkat edelim.
Kayıt Tarihi : 23.11.2020 18:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!