Hep düşünmüşümdür.Gerçeklik nerede başlar nerede biter diye? Dış dünya dediğimiz,, tüm sosyal ilişkilerimizi kapsayan yüzümüz mü gerçek,yoksa beynimizin içindeki dünyada yaşadıklarımız mı?
Geldiğimiz bilinmezlikten, gideceğimiz bilinmezliğe geçerken uğradığımız bu noktada, yaşam denilen şeyin bu kadar karmaşık olması aslında bu bölünmüşlüğümüzle mi ilgili?
Kardeşimin hastalığı sırasında beynin, vucudun diğer mekanizmalarından farklı bir şekilde, ayrıca korunduğunu öğrenmiştim. Bölünmüşlüğümüzün sebebi belki de bu.
Beynimizin içindekileri bir fanusta saklıyoruz, onun kırılıp içindekilerin dışarı saçılmasını istemiyoruz.Belki bunun için, yaşamımızı karşımızdakilerin fanusunu kırmaya uğraşmakla geçiriyoruz.Ben de olup da onda olmayan ne var diye merak ediyoruz., bizim gizlediklerimizi onlar açıklasın diye çabalıyoruz, kendimizi karşımızdaki insanda bulmaya çalışırken hırpalanıyor ve hırpalıyoruz, bunalımlara düşüyor ve bunaltıyoruz, çelişkilerin yarattığı mutsuzluk denizi içinde, tutunacak bir mutluluk kayası arayıp duruyoruz.
Kendimizden korkuyoruz.........Sakladıklarımızdan, oysa biz onlarla güzeliz,sevgiliyiz,dostuz,arkadaşız, onlarla anneyiz babayız evladız.
Hiç takmadığımız bir insanı ciddiyetle dinlerken,aslında sevişmek istediğimiz bir adamın ya da kadının suratına masum masum gülümserken,yalan söylerken,ihanet ederken,mutlu olmadığımız halde mutlu görünmeye çalışıken, beynimizde yaşadıklarımızı bir başkasının bilmesini istermiyiz? Sanmam biz bu oyunu seviyoruz belki de yaşamın anlamı bu oyun.
Uğrak yeri dediğimiz bu sahnede, senaryosunu yalnızca kendimizin bildiği oyunları oynama özgürlüğüne sahip olmak belki de tek eğlencemiz tam da bu yüzden,daha çok eğlenebilmek için başkalarının senaryolarını da okumaya uğraşıyoruz.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim