Hangi beldelere düştü yolum

İlyas Kaplan
1384

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Hangi beldelere düştü yolum

İnsanlar iniyor bayırdan aşağı,
hoş devinimli yaprak denizinin saldığı,
göz kamaştırıcı,
kırmızı buharla şekillenmiş,
çalkanan, gerileyen, çınlayan mavilikte,
tanımsız doluluk hâlinde halka halka renk alevleriyle,
son defa dirilmiş yeşil düzlükten
usulca geçiyor
arabalar

İşte birkaç çocuk yürüyor elmaların arasında,
yamaç boyunca kuzeyde.
Orda meyve özleriyle yıkanmış bir avuç sevimli koyun,
olup bitenin tuhaf dolaysızlığında geziniyor
iterek birbirini.
Bir an devriliyor gıcırtılı,
çengellerinden asılmış paslı kovalar.
Allaşıyor yer.

Pazen entarileriyle
papatya öbeğini andıran birkaç kız çocuğu vızıldıyor,
beşik gibi sallıyor onları ince dallar.
Bir yerlerinde yamacın melek iniyor
sekiler ve ağaçlar boyunca.
Sütle kanlanmış gibi ağarıyor
ağaçların kara ve kahverengi gövdeleri.
Değişikliğe uğruyor tüm görünüş
ve yuvarlanıyor, devriliyor koyaklara körpe güneşler.

Sarılıp ellerimle tutuyor,
kulak kabartıyorum dile gelmez esriklikle benliğime sızan,
dünyevi zamanın filizlerini fırtınalar gibi
uzağa fırlatan mahmur şırıltıya.
Ya o, güzelim şey,
Ney öyle
Sanki bir dağ perisi
ipeksi hışırtılarla kanın sessiz,
çiçek çiçek işleyip büyüttüğü.

Umut başkalaşıyor
ve su sarmaşıklarının dolandığı
kabuksuz bir gövde oluyordu bana
O, kaçıp giden, ele avuca sığmayan rüyaya.
Belki yapraklarının yerinde yağmur kuşları bitmişti,
cennetin toprağının bitip tükenmez serin damlalarıyla
her yeri kaplayan.

Böyle geçiyordu aklımdan.
Yolculuğumun başlangıcını hatırlamaya çalışarak
böyle düşünüyordum.
Hangi beldelere düştü yolum,
hangi kudurganlıklarla boğuşup geldim,
kuşatabildim mi gereğince
yüzeyin sınırında, sert, elmastan kılıç gibi toprakları
ne kadar tehlike atlattım!
Alacakaranlık meydanlardan,
tesadüfi değilmiş kaçamamak,
felce uğramışlığın acısıyla bile.

İnce taşların çevrelediği arkların suyuyla
birbirlerine karıştılar, patlayıp ışıldadılar.
Kanatlandırdı beni gül ve erguvan rengi bir müzik
en kutsal bahçeler.
Tutundum dostum olan ağaçlara,
daha bir tatlılaştı uyum atmosferi.
İyileşme başladı.
Kıyılardaki çalılarla zümrüt otlar da yüceldi.
Ne varsa canlarıyla hepsi huzur içinde,
umudun neşesi içinde taşındı öteye.

Sen hey Anadolu toprağını
gergef gergef elleriyle işleyen kadın.
Sen derininde bu vadinin,
mevsimlerin içinde, yörende yaşıyorsun
evet, bu güz bahçesine
tabiatı harika dişlerle parçalayan
iki körpe güneşin taneciklerinden yayılmaktasın.
Billurlar, taşlar ve kökler, goncalar
ve bütün yapraklar kendi yaşayışlarında
senin çehreni yansıtıyorlar.

Bak, gözlerimin önünde, tertemiz,
üzerine oturduğumuz otlar güneyin doruklarını aydınlatıyor
ve orada yanı yöresi gökyüzlü kocaman bir tarlayı
kendi saydam dokusuyla birleştiriyor.
Sen her şeyi okşuyorsun
görünür bir görünmezlikteki kanatlarınla.

Ve taşlı bir toprak yol bağlıyor bütünlüğünü dünyanın,
uzak gülümseyişinle.
Oy, sen hâlâ bekleyiş içindesin,
sırtını dayamışsın salınımlı, evinin ardına
büyülenmişsin o şelaleye,
kıyı yamaçlarını ışıkla dolduran.
Özleminle tutuşmuş bu zavallı yaratığa
sana açılıp sende yiten,
salıveriyorsun şimdi ellerinden terler ile kristalleri,

seni akışa,
doğuların ufkuna dönüştüren diri sözcüğü.
Ve bir topluluk,
neşeli ve görgülü, tat devşiriyor gölgende hep.
Sen simgesellikle örülüsün
Ve belki de senin bakışındır,
kanatlanmış bahçede sabah,
bu sımsıcak umudu ekmiş olan.

Bilemiyorum,
sen öyle duru bir yaradılışsın ki
anlaşılmaz oluşun korkutmuyor artık,
yayılıyor, çoğalıyorsun bu gövermiş umut saatlerinde
kaynaklara doğru.
İçin dopdolu güneş şırasıyla,
bir dost gibi kucaklıyorsun sabahı

Ve gövdende ve yüzünde korunmuşluğun dingin ışığı,
apaçık, geceleri bile sönmeyen.
O yapayalnız kadındın
çevik adımlarla ulaştığı enginde acı gözyaşları döken,
eşsiz ve kederli,
senin gibi:
Belki de benliği ezilerek mahvolmuş,
kendi varoluşunun sorumluluğunu alamayacak derecede
utangaç Anadolu kadını
oyuncağı yalnızca doğa olan.

Sen ki görülmedik altın şafağısın şimdi,
kapalı ölümsüz gülümseyiş,
her mevsim anlam değiştiren açıyorsun
eski ama hep yeni çiçeklenen bir dünyada
ve yükseliyorsun.

Ah, alnının ateşi döllüyor şu manzarayı,
şu uçsuz bucaksız denizi sözler ve acılarla dolu.
Değişiyor yapraklar, meyveler, otlar ve toprak,
serin nefesi içinde yeni doğmuş bir müziğin.
İçimdesin bütün güzelliğinle
ve her çevremde ruhunu sergiliyorsun.
Alnın
gülüşün
ve ruhun
en uzak kesitlerine dek kucaklıyor
dört bir yanını kalbimin

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 31.8.2025 19:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!