Hânende Melek Şiiri - Yorumlar

Atilla Birkiye
155

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Kuyucaklı Yusuf’un sonunda Yusuf, karısı Muazzez’i gömdükten sonra, yanaklarından aşağıya doğru yağmur gibi inen iri gözyaşlarını siler, “... ömrünün en korkunç senelerinin geçtiği bu kasabaya yumruğunu uzatıp tehdit eder gibi salladıktan sonra, atını ileriye, dağlara doğru” (s. 283) sürer. Bunun ardından gelen satırlarda da anlatıcı, Yusuf’un yeni bir hayata doğru yol aldığını söyleyerek romanı bitirir; dahası yazar, “macera”yı şimdilik sonlandırır.

Sabahattin Ali’nin bir “devam” romanı (hatta üçleme) daha yazacağı bir yana; bu son, romansal hakikat bağlamında bizdeki “eşkıya mitos”unun da müjdecisidir. Muazzez, kocasının dağlarda, bayırlarda, uzak köylerde vergi toplamak için kaldığı zamanlarda, yoksulluklarını kullanan annesinin peşkeş çekmesiyle kendisini kasaba eşrafının kucağında bulmuştur. Muazzez’in ölümünü “ahlakî bir son” olarak belirtebiliriz ama –bunu da bir yana bırakarak– Woody Allen’ın bir filminden, “Kahire’nin Mor Gülü”nden iz sürerek, O’nu mezarından çıkaralım.

Sözü geçen filmde, bir sinema sahnesi vardır. Perdede siyah beyaz bir film oynamaktadır. O filmdeki bir karakter, perdeden çıkar, sinema salonuna iner, oradan sokağa atar kendini; dolayısıyla hayata karışır. Kuşkusuz bu bir filmdir; ama filmin içindeki kurgusal olan, filmin içindeki gerçek olana dönüşmüştür. Dolayısıyla Muazzez ölmeseydi, kocası Yusuf ile ne kadar daha birlikte olabilirdi; nereye kadar kaçabilirlerdi. Yusuf o geceyi ne kadarıyla unutabilirdi! Silahıyla hepsini temizlemişti! Ya da romandaki o çatışmadan Muazzez sağ çıksaydı da Yusuf ölseydi, acaba Muazzez’in “geleceği” ne olacaktı?


Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta