Umarsızca geçirdim belki
Bazı zamanlarını hayatımın.
Bazen içinde bulunduğum şartlara
Lanetler yağdırıp, küfürler savurdum
Beyaz gömleğin üzerine iliştirilmiş
Lacivert kravattan nefret ettik
acı ah acı sen ne melun şeysin
saçlarıma ak düşerse
bil ki tek sorumlusu sensin!
Minik bir kız düşlüyorum;
Pamuk elleriyle
Kağıttan gemiler yapıp
Bırakıyor berrak maviliklerine İstanbul’un.
Bir tüy kadar hafif hissediyorum
Ve atlıyorum bir gemiye,
Koparılmış bir yaprağın son cümlesi,
Fısıltısı rüzgarın kulaklarımda.
Ilık ikindi güneşinin yüzümde gezindiği o son anlar
Dağın zirvesi karlar altında...
Sonbaharda açan son gül fidesi,
Bitmek üzere olan kitap,
Bekledim seni
Terkedilmiş limanlarda
Otogarlarda seferleri olmayan
Çığlıklarında güvercinlerin
Kapalı gözlerinde meleklerin.
Gülümse!
Çıplak ayaklarım üşüyor yine
Steplerin üzerinde akşamdan kalma beyaz tanecikler.
Ben küçükken bir başkaydı bu beyazlar;
Böyle pencere arkalarına saklanmak yoktu,
Yoktu böyle beyazdan dert yanmak.
Denizler yorganına bürünmüş uyur,
Yosunlar yastığı, kumlar minderi,
Öyle masum bir eda ile uyuyakalmış,
Cezbediyor bu dilber deniz oğlanlarını.
Burdayım diyerek elini sallar,
Bir yıldız parladı bugün
Bir cemre düştü toprağa.
Boncuk boncuk bir çift göz,
Ve yumru yumru bir çift el...
Tatlı bir gülücük
Minnacık, günahsız bir yürek...
İstanbul! Ah İstanbul yine kayboldun gözlerimde,
Girmek istedim de buz gibi, masmavi denizine,
Islatmadan bıraktın beni kasvetli matemine.
İstanbul, yine kayboldum bıraktığın yerde.
Beyatlı’dan Fazıl’a ne buldular sende,
Yok artık bir daha rüzgara karşı gitmek,
Kucaklayıp dalgaları, tuzlu sular içmek.
Yelkenleri parçaladı şu namuzsuz korsanlar,
Bu yolculuk bir masal, yaşananlar gözyaşı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!