Yüce Tanrı kavramı, bizim çözdüğümüz, anladığımız bir mümkünlükte değildir. Her çağ ve zaman zemininde bilgi ile anladıklarımızla yetineceğimiz düşünsel bir hal mutluluktur. Şunu belirtebilirim, bilmek isteyişte; asla bilemeyeceğimiz Tanrı bilinmezini, farz edelim ki tümden bildik! Tüm bilme anındaki duyacağımız mutluluk hazzımız: şimdiki yalan yanlış ve eksik bildiğimiz, Tanrı anlayışıyla duyduğumuz coşkusal mutluluktan, hiçte; daha fazla olmayacak.
Bunu Erasmus'un bir mutluluk tanımlaması örneği ile paralelleyim: Mücevher takma isteğinin özelliklede kadınlar dünyasında, tartışılmaz bir heyecan yarattığı muhakkaktır. Aynı imrenmeyi taşıyan bir başka kadına kocası, ilkinin benzeri ve sahtesi ama her bakımdan son derece ikizi gibi olan beş para etmez kopyayı, hakiki mücevher diye taktırsa. Sahtelik de, kuyumcunun anlayamayacağı denli usta taklit işi olsun. Sahte takıyı taşıyan kadınla, sahte olmayanı taşıyan kadının mutluluk sevinci arasında ne fark vardır?
Bu anlatım bir ufuk açması bağlamında doğrudur. Ama iş böyledir demek, kesinlikle böyle değildir. Her bilgi yeni bir aşama yeni bir bakış tarzı ve yeni bir bağıntılı biliniş olacaktır.
Tanrı'nın egemenliği; bizim güç yetirip, bilip, anlayıp asal müdahale edemeyeceğimiz bir hal değildir. Müdahaleyi etmeyi bile düşünemeyeceğimiz bir aciziyetimiz, bir had bilirliğimiz olacaktır. İnsanın kendisini, Tanrı ile kıyasına gitmek dahi, bir patolojik durum olarak görüp değerlenmelidir. Yani Tanrı egemenliği bambaşka ve kıyaslamasız, bir olay; insan egemenliği bir güç birliğine dayalı olan aczi yetin ortaya konmasıdır. İkisi birbirine benzemez bile. Sadece Yüce Tanı’yı anlayışımız ve kendiişlerimizi insan sözcükleri ile anlar ve anlatır oluşumuz; bu kıyas tutma çelişkisini bize düşündüren bir cahil oluşumuzdur.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta