Okullarda veya bazı eğlencelerde ‘’ip çekme yarışı’’ vardır. Hemen hemen herkes bilir. Kimi ipe cani gönülden sarılır, kimi de kıçını sıkmaz asılıyormuş gibi davranır. ‘’Başkaları zorlansın onlar kazanınca zaten bende kazanmış olacağım.’’ Diye düşünür. Hatta canı gönülden asılanların sesi çıkmazken asılıyormuş gibi yapanların hırıltısı diğerlerini duygulandırır bile… Ama sonuçta asılıyormuş gibi görünenler, sayısal olarak ne kadar çok olsalar bile, asılıyormuş gibi görünenlerin sayısı da çok olunca azınlık ‘’ip çekme yarışı’’nı kazanır. Çoğunluk kaybeder… Kim ipin ucunu bırakırsa yuvarlanıp gider…
İşte hayat da bu ‘’ip çekme yarışı’’na benziyor. ‘’Hayat mücadeleden ibaret’’ sözü çok doğru mücadele etmeyen, yani hayat ipine asılmayan yuvarlanıp gidiyor. Kendi avuçlarında ip izine razı olmayanlar, diğer yoldaşlarını aldatanlar, hem kendilerini ve hem de aynı mücadelenin parçası olanları süründürür. Mücadele edenlerin mücadelesi de mükafattan cezaya dönüşür. Acısını kendi kuşağı çektiği gibi kendisinden sonra gelen kuşaklar da çeker. Sendikalarda, partilerde, derneklerde, tüm sivil toplum örgütlenmelerinde böyle uyanıklar olduğundan, hep kaybeden taraf olduk. Hesaplar hep günübirlik çıkarlar üzerine kurulduğundan, doksan yıllık süreçte, en zengin %20 ile en fakir %20 arasındaki fark 1920’lerde 8-10 kat ile başlayarak, her 10 yılda bir istikrarlı olarak artmış ve bu gün en zengin %20 ile en fakir %20 arasındaki fark yaklaşık 150 kata kadar çıkmıştır.
Şimdi kim zararlı çıktı? Kim kimi kandırdı? Mücadeleden kaçanlar, ‘’Başkaları mücadele etsin, kazanırlarsa nasıl olsa biz de faydalanırız’’ diyenler, insan gibi yaşayabiliyorlar mı? Pazara çıkarlar yüzleri asık, otobüste ayakta kalırlar yüzleri asık. Gençler yer vermiyor diye homurdanırlar. Gençleri suçlarlar. Siz zamanında mücadele etseydiniz bu duruma düşmezdiniz. Bu günün gençleri de yarın aynı duruma düşecekler. Çünkü onlar da mücadeleye uzak durmayı marifet sanıyorlar.
Geçmişte yapılan hatalarımızdan ders alıp öz eleştirimizi yapalım. Kayıplarımızın kendi hatalarımızdan kaynaklandığını kabul edelim. Yanlıştan dönmenin tek yolu, aynı yanlışları tekrarlamamak… Onun için de hayatta hiç durmadan devam eden mücadelede kendimize düşen sorumluluklardan kaçmamak…
Önümüzde mahalli seçimler var. Azınlık taraf, baskı, hile ve türlü oyunlarla seçimi kazanmaya çalışıyor. Sayısal çoğunluğu oluşturan biz ezilenler, horlananlar, yok sayılanlar birlik olamıyoruz. Ezilenlerin çoğunluğu mücadeledeki sorumluluklarından kurtulmak için çeşitli mazeretlere sarılıyorlar. Oysa hep bir olabilsek hiç zorlanmadan insan gibi yaşamanın önünü açabiliriz. Egemenlerin oyunlarına alet olduğumuzda herkes kendi günlük çıkarları için, geleceğini tehlikeye atmakta… Hani görevden atılanların akıbetine uğramak istemediği için susan akademisyenler, memurlar, bürokratlar, işçiler geleceğinizin garantisi var mı? Atılanların başı dik. Ya sizlerin?
Mücadele için hiçbir zaman geç kalınmış sayılmaz. Bu seçimler de bunun için iyi bir fırsattır. Bu gün iyi parti ile yakınlaşmaya çalışanlar. Yarın üç faşist kökenli partiler bir olup, faşizmi tüm boyutları ile hayata geçirince kazanmış mı olacaklar? Demokrasiyi ancak demokratik ilkelere bağlı olanlar geri getirebilir. Demokrasi havariliği yaparak, faşistlerde medet ummak onların oyunlarına gelmek olur.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta