Acı acı çaldı gecenin en karanlık sularında telefonu adamın. Sıçrayıp kalktı uykusundan ve hemen açtı telefonu. Telaştan görememişti arayanın kim olduğunu ama hemen tanıdı o buğulu sesin sahibini. Şimdi daha bir buğulanmıştı sesi, yağdı yağacak yağmur bulutu gibi konuşuyordu kadın.
“Biliyor musun” dedi, acılı, acıtan bir sesle “o öldü ve kulağımdan hâlâ kum taneleri çıkıyor”
Sessizce fısıldanan bir “öyle mi? ” den başka bir şey söyleyemedi adam.
“Evet” dedi kadın. “hâlâ kum taneleri çıkıyor kulaklarımdan, birlikte yüzdüğümüz dalgaların bana armağan ettiği ve ben onları O’nun olmayan mezarının toprağına katıyorum ve gözyaşlarımı ekmeğime. Ama toprağa düşürmüyorum incilerimi. Söz verdim kendime, O’nun için ağlamayacağım”
Adam sessizce eğdi başını, düşünmeye başladı. Sanki, uzansa dokunacak, dokunsa kırılacak kadar yakınındaydı kadın. Acısını öyle derin öyle yürekten hissetmişti birden. Çok tanıdık bir acı olduğundandı belki de. Belki de kadının başkası için akıtmama sözü verdiği gözyaşları gibi O da kadın için akmama emri verdiğinden gözyaşlarına. Uzun, upuzun bir sessizlik oldu telefonda.
“Biliyor musun” dedi kadın, “Ayrılıktan daha çok içime koyuyor, şöyle doyasıya veda edemeyişim. Nasıl da içim yanmıştı son defa öptüğünde yanaklarımdan. Nasıl da hissetmişti yüreğim aslında bunun bir son olduğunu. Ben daha köşeyi dönmeden O’nun ihanetini sırtına dolayıp en âşık olduğu aşkına koşacağını nasıl da bilmiştim”
“Keşke” diye düşündü adam “o haini sevdiğinin binde biri kadar beni sevseydin, ne mutlu, ne bahtiyar olurduk seninle”
“Bugüne kadar kimseye söylemedim onun öldüğünü. İlk kendisine söylemek için bekledim ve ilk ona söyledim bunu” dedi. “Nasıl yani” dedi adam şaşkınlıkla. “Neler oldu anlatsana”
“Anlatacak bir şey yok, biliyorsun O daha önce de ihanet etti bana ve ben sevgime söz geçiremediğim için affettim O’nu. O da bir daha dönmemek üzere geldi bana, ilk arkamı döndüğümde de gitti. Ben onun kime gittiğini biliyordum, O da bu gidişin dönüşünün olmadığını. Bunu bile bile gittiği için de ölümü göze alarak çıkmıştı yanımdan, öyle de oldu: O öldü benim için ve tabi ben de”
“Neden” dedi adam “Neden bugüne kadar söylemedin bana? Nasıl taşıdın içinde bu zehri paylaşmadan? ”
“Dedim ya, ilk o öğrensin istedim bunu diye, işte bu yüzden. O gitti ve gidişinin ardından beni unuttu. Tek bir telefon bile açmadı ki söyleyeyim ona çoktan toprak olduğunu. Ancak aylar sonra hatırladı geride bir ben bıraktığını, ben de ancak aylar sonra söyledim ona öldüğünü”
“Bu kum tanesi hikayesi nedir peki? ” dedi adam. “Bu kadar sabrettikten sonra seni böyle dağıtan, sana beni aratan gücü nedir küçük bir kum tanesinin? ”
Acıyla gülümsedi kadın. “Yazın tatilde onunla birlikte yüzerken çok büyük bir dalga geldi ve beni açığa sürükledi; neredeyse ölüyordum. O kurtardı beni, kıyıya çıkardı ve kulaklarıma dolan kumları temizledi özenle, tek tek. Sonra bana dedi ki, ‘birkaç tane daha var, ama derinde. Şimdi kurcalamayalım, biraz beri gelsinler ben çıkarırım onları’ işte o kum taneleri beri gelmiş artık ama o yanımda olmadığı için kendim çıkardım onları. İşte bu yüzden o küçük kum tanesine böyle büyük bir fırtına sığdı.”
Sonra derin bir sessizlik oldu ve ardından yağdı yağacak yağmur bulutu gibi konuşan kadın ağlamaya başladı. Sessizdi, ip gibi süzüldüğünü hissediyordu adam, kadının yüzünde gözyaşlarının. Çünkü kendi yüzünde de vardı onlardan. Saatlerce kaldılar telefonda, tek söz etmeden, sadece gözyaşları aktı karşılıklı. Kadın sevdiğinin ölümüne ağladı ilk defa, adam da kadının.
Çok sevmişti kadını adam, O bunu hiç bilmese de. Sevdiğinin ölümünü sevdiğinden sonra ilk ona söyleyecek kadar yakın bir dost bilmişti kadın O’nu. O da her zaman gerçek bir dost olmuştu. Kadın öyle güvenmişti ki dostluklarına adam bu dostluğu yıkmamak için içine gömmüştü aşkını. Hem zaten gönlü başkasına ait olan birine ona deliler gibi âşık olduğunu söylese ne faydası olacaktı ki, onun dostluğunu kaybetmekten başka. İşte bu düşüncelerle susmuştu hep, ne zaman aklına düşse sevdiği kadın, O’nu unutmak için tırnağını etine batırmıştı da başparmağının kenarı yaraya kesmişti senelerdir.
Şimdi işte o çok sevdiği, o uğrunda ölmeye hazır olduğu; ama, O’nu yalnız bırakmaya kıyamadığı için şu yalan dünyada, uğrunda yaşamaya katlandığı kadın telefonun öbür ucunda ölüyordu. Ölen sevgilisini anlatarak “hâlâ kum taneleri çıkıyor kulaklarımdan ve ben onları onun olmayan mezarının toprağına katıyorum.” diyerek ölüyordu kadın ve hiçbir şey yapamıyordu adam. Artık tırnağını etine batırmak da yetmiyordu.
“O öldü ve ben sevgimi kalbime gömdüm” dedi kadın “Bir de beni gömen olsa kara topraklara, onun öldüğü gün ben de öldüm zira”
“Lütfen sus” dedi adam çaresizce “ve lütfen ölme, yaşaman gerek, yaşamak borcun var çünkü”
“Neden? ” dedi kadın “kime borçluyum? ”
“Bekle” dedi adam, “sana başparmağımdaki senelerdir iyileşmeyen yaranın hikâyesini anlatacağım...”
......................................
Av. Nuray ÖZGÜNEY
Nuray ÖzgüneyKayıt Tarihi : 8.11.2006 18:23:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bazen, hayatın kendisi öyküdür; bazen, öykünün kendisi hayat :)
![Nuray Özgüney](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/11/08/hala-kum-taneleri-cikiyor-kulaklarimdan.jpg)
yüreğinize sağlık. sevgiyle..
TÜM YORUMLAR (2)