Haki Buhari Şiirleri - Şair Haki Buhari

0

TAKİPÇİ

Haki Buhari

Denemeler-Yaşanmış Hikayeler

Sonbahar ağaçların yapraklarını dökmüş, kışın hazırlıkları yapılmış, çarşı camisinin karşısındaki ustadan aldığımız el yapımı talaş sobamızı kurup, iki kovaya basılı talaşımız da hazır, kışa merhaba demeye hazırlandığımız ceyhan’da, annem iyice ağırlaşmış, yapacağı doğum, eli kulağındaydı. Bölgemizde hiç görülmeyen bir fırtına, uğultu şeklinde eserek, ağaçları bir o yana, bir bu yana yerlere secde ederecesine sallıyor, annem tehlikeyi fark etmiş olacak ki, bizi içeriye aldı. Uğultu azalacağı yerde, şiddetini daha da artırarak, evimizin damında garip bir gıcırtı duymaya başladık. Birkaç dakika sonra annemizin kucağına doğru sarıldıkça hamile olan annem hem bizi, hem de yakında gelecek olan misafirimiz, karnında taşıdığı ve hiç diğer kardeşlerimizde olduğu gibi, göstermediği ihtimamı göstererek, korumaya çalışıyordu. Yukarıdan evimizin içerisine yavaş yavaş güneş ışığı doluyor, kırılan kontraplakların arasından toz, toprak evimizin içerisine dolmaya başlamıştı. Zaten babam da yok, Konya akşehir’e, kiraya verdiği tarlamızın parasını almaya gitmişti. Çocuğuz bilmiyoruz ki; çıkan hortum, bizim gibi evlerinin çatısı çinko olan tüm evlere hasar vermiş, çivilerinden fırlayan çinkolar, gökyüzünde uçurtma gibi savrulmuş ve hastanemiz yaralı dolmuştu.
Dayım, postaneden sıraya girmiş ve üç saat sonra gelen sıradan sonra babam’a ulaşarak durumu anlatmış ve bir gün sonra babam gelmiş, bu iş böyle olmaz diyerek, Elazığ harput’tan taşınan bir ustayı getirerek, evin üzerine beton döktürmeye karar vermişti. At arabaları ile çakıl, demir ve çimento taşındı gün boyu evimize. Ablam ve bana da oyun çıkmıştı bu ara. Tahtadan yapılan merdivenle ustalar evin damında kalıp çakıyorlar, bize de birer tane keser verip, daha önce kullandıkları eski çivileri doğrultma görevi vermişlerdi. Kalıpçı ustası kaç keşkere beton karacağını kafadan hesaplıyor, bir yandan da ellerinde kocaman kocaman küreklerle harç yapmaya başlamışlar, yaptıkları harçları tenekelere doldurup, ya Allah diyerek omuzlarına attıkları gibi, tahta merdivenleri birkaç hamlede tırmanarak bir uçtan betonu döküp, aynı hızla tekrarlıyorlardı. Akşama doğru evimizin üzeri kapanmış, ali usta babama yarın damın, betonun çatlamaması için sulanması ve birkaç gün tekrarlanması gerektiğini söyleyerek, helalleşip gittiler. Adamlar gider gitmez ablamla ben meraklı gözlerle ustaların bıraktığı tahta merdivenlerden dama çıkıp, nasıl olduğuna bakalım deyip, babamın eve girmesiye, düşüncemizi gerçekleştiriyoruz. Daha taze beton bastığımız yerlerde ayak izimizin şeklini alıyor ve ablamla birbirimize bakarak zıplamaya başlıyoruz. Dama doğru sarkan dallarında yaprak kalmamış, çalı gibi görünen erik ağacının ucundan kuru bir dal kopararak, yazı yazmaya başlıyoruz taze beton üzerine. Bir müddet sonra abla dedim:
-Ne, diye seslendi!
-Abla annem doğuracak ya! Diyince ablam, eee diye cevap verdi.

Devamını Oku
Haki Buhari

Deneme Gözlemler

Göz alabildiğine ufukla birleşen zeytinlik, bu yıl daha da gürbüzleşmiş, neredeyse yaprak sayısı kadar meyvesini sofralarımıza sunmaya hazır, ilk peygamber Hz.Adem'den günümüze kadar, şifa dağıtan ve en uzun yaşayan ağaç olma özelliğini, cennet ağacı olmasından mı alıyor? bilinmez. Bana göre peygamberlere verilen mucize, zeytin ağacına da verilmiş. Akdeniz ve Ege'nin binlerce yıllık kıraç arazilerinde, insanoğlunu yormadan dallarından meyvesini sunmuş ve kehribar sarısı gibi zeytinyağı, yemeklerimizin lezzeti olduğu kadar, tarih boyunca hekimlerin de şifa dağıtacağı ilaçların ana maddesi olmuştur.
Cilt ve mide hastalıklarında dertlere derman, fakire azık, zengin sofralarının ise vazgeçilmezi olma özelliğiyle ekmek kadar nimet olmayı haketmektedir. Allah dert veriyorsa, şifasınıda bizlere sunmuştur. Yeterki insanoğlu istesin ve çalışsın. Tabiatı korusun ve sahip çıksın.
Allah gizlediği mucizelerini, o zaman bizlere cömertlik sıfatını kullanarak bahşedecektir.
11.01.2014

Devamını Oku
Haki Buhari

Bakış Açısı Deneme Hikayeler

Uçsuz bucaksız Bozkır'ın ortasında bir vaha da, suya kanmış atımın terkisinden azığımı alarak, üzeri yosun tutmuş kayanın üzerinde soframı açıyorum. Yolumun üzerindeki köyde, kadınların ko...za çıbığında pişirdikleri ve yüzsüzlük yapıp aldığım bazlamayı tereyağı ile yağlayıp, bolca köy peynirinden hazırladıkları öğle yemeğim sıcaklığını hâlâ koruyordu. Ağustos'un kavurucu sıcağı esen rüzgârla yüzümü yalayıp geçiyor, kan ter içinde kalmış halde yanıbaşımdan akan derede yüzümü yıkayacak takatim kalmamıştı. Bir an önce karnımı doyurup, biraz kestirmem lazımdı. Yemeğimi yerken de içimden binbir türlü muzurluklar geçmiyor da değildi. Yalnız başıma uyurken bir peri kızının yanıma gelip, bana yoldaş olmasını düşünüyorum. Bu arada yanımdan akıp giden bir boz yılan hayalimi suya düşürdü. Artık burada dinlenmek mi? Tövbeler olsun! Biraz ötede yayılan atıma baktım, iyi uzaklaşmamış diye düşündüm. Benim vefalı yol arkadaşım, kahverengi yelelerini bir o yana, bir bu yana sallayıp iştahla karnını doyuruyordu. Zaten bir saatlik yolum kalmıştı. İçerisinde kurbağaların yüzdüğü dereden avuçlarımla suyumu içip yola koyuluyorum. İkindi vakti menzile varıp, dinlendikten sonra akşam yemeği sonrası Büyük Türkiye konulu toplantımızı yapacağım. Hayalimde kurduğum ülke, bir ucundan, diğer ucuna kadar al bayrağımla donatılmış tören alanı gibi olmalıydı. Hazır kıta asker disiplini olan, Türk gibi düşünmeli, Türk gibi yaşamalıydı. Çalışkan, üretken, yardım sever, merhametli ve sabırlı olmayı bilmeliydi. Bu düşüncelerle ilerlerken, patika yolun sağlı sollu böğürtlen bahçesi olduğunu farkettim. Atımdan inip yemeye mecalim yoktu. Artık köye'de iyice yaklaşmış olduğumu, bahçe içlerindeki tek tük evlerden anlıyorum. Bu köy bizim kutlu yürüyüşümüzün, mihenk taşı olacak. Büyük Başbuğ vermiş olduğunuz emir yerine gelmek üzere. Bu köyün önemi, 1951 yılında Türkistan’dan göç etmiş Özbek Türklerinin köyü olmasından dolayı. Yolu, elektriği olmayan bu köyün adı Turan köyü. 1964 yılının bir yazında, Türk dünyasının kızılelma sevdalıları, büyük yürüyüşü Turan ilinden Ya Allah, Bismillah diyerek yılmadan, ezilmeden ve bükülmeden daha da ilerilere taşımaya yemin ediyorlar. Arz ederim Başbuğ'um Alparslan Türkeş bey.....
04.01.2014

Devamını Oku
Haki Buhari

Yağan yağmurla birlikte ekinler; tarlaları alabildiğine yeşile boyamış, aralarda çıkan renk renk kır çiçekleri tabiata ayrı bir güzellik vererek, doğa ressamlarının tuallerini süslüyor, göz alabildiğine ayrı bir manzara resmi, ruhumuza dinginlik veriyor, sunduğu güzelliklerle aşkı yaşayanların gözbebeklerindeki ışıltı, işte mutluluk bu! Dedirtiyor.

Tarla takımları boyunca çıkan yoncalar, su gibi taptaze, yeni doğan kuzular anneleri ile birlikte çobanlarını hiç zahmete sokmadan kendi başlarına yayılıyor, zıplıyor ve çocuklara eğlence kaynağı oluyorlar.

Köyümüzün orta yerindeki pınarda biriken genç kızlar, biryandan taşların üzerinde ellerindeki tokaçlarla, göznuruyla dokudukları, halı gibi motif verdikleri kilimleri döverek, kirini çıkarıyor, bir yandan da koro halinde “Edremit Van’a bakar, içinde çaylar akar, benim bir yarim var, her gören ona bakar” türküsünü söyleyip, çeşme başına su doldurmaya gelen delikanlılara cilve yapıyorlar.

Devamını Oku
Haki Buhari

Martıların sabah balıkçı teknelerinin ardından kanat çırpışları, şarkı terennümü gibi avaz avaz bağırışları ile yeni bir güne uyanan Akdeniz, körfezin serin sularında nafakasını çıkarıp, sabaha kadar mütevazi tekneler...i ile rıhtıma yaklaşan yorgun ve uykusuz gözler, evlerinde kazasız belasız yavuklularını bekleyen kadınlar, hasreti gece çekip, sabahın bir an önce olmasını bekliyorlar.
Aslında sabah çoktan olmuş, tan ağarmış, güneş kızıllığını denizin son ufkundan parıldatmaya başlamıştı bile. Ama bekleyen gözler, illaki sevgililerini sarı yağmurlukları ve gıcırtı çıkaran çizmeleriyle karşılarında göremeden sabahın olduğuna inanmıyorlardı.
Memleketimin her köşesi, sabahın alacakaranlığında bu telaşı yaşıyor ve yeni bir güne, gelecek umudunu yitirmeden vira bismillah diyordu. Güzelliğini cömertçe sergileyen yurdum, çalışana bünyesinden kıskanmadan vermeye hazır, kucağını açmış bir anne şefkati ile bizleri doyurmaya devam ediyor.
bir şarkının tüm enstrümanları ile sunuma hazır şefini beklediği gibi, nâmelerini hoş bir seda içerisinde gönlümüze ferahlık ve huzur vereceği anı yaşamak, çilekeş ülkemin insanlarına acı ve kederlerini unutturmaya hazır bekliyor.
Bereket fışkıran Anadolu, feyzini güzelliğinden alan dehâlara ilham kaynağı oluyor ve büyük üstad, bestekâr Münir Nurettin Selçuk gibi seslere “Aziz İstanbul ve Dönülmez Akşamın Ufkundayız” gibi ölümsüz eserler kazandırıyor.
Sana daima minnettarız güzel yurdum, sen ki; dünya medeniyetine sonsuza dek beşiklik etmeye hazır, her bir köşesinden hoş bir sâdâ terennüm eden, cömert ve vakarlı duruşunla, bayrağımın el sallar gibi dalgalanışını temaşa etmek, ruhumuza huzur veriyor.

Devamını Oku
Haki Buhari

Denemeler-Yaşanmış Hikayeler
Kırım Nogay Tatarlarının 19.yüzyılın sonlarına doğru 1856 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşlarından sonra, Rusların kırım ve Kafkaslara doğru ilerlemesi ve yurtlarından sürgün edilmesi ile gelen göç kafilesi, adını Türkistan’daki Ceyhun’dan alan Ceyhan nehrinin denize yakın bölgesi Çukurova’nın bakir ve bereketli topraklarına nehir boyunca yerleşmiş, dere kenarlarındaki sazlıklardan kestikleri kamışları at arabaları ile taşıyarak, örme şeklinde barınaklarını oluşturmuş ve havalar soğuyup, yağmur başlayınca ise killi çamura saman karıştırarak, kamıştan evlerini kalıcı ikmetleri haline getirmişler.
Kendi yetiştirdikleri tarım ürünleri ve nehirden tuttukları adam boyunu aşan sekizbıyık, bir adı da gelebicin balığı avlayarak geçimlerini temin etmişler.
Eski mahalle olan Aytemuroğlu’nda böyle bir evde bir telaş, koşuşturmalar ve ardından hızlı adımlarla gelip, hızla eve giren Kara Fatma, misafirin niye geldiği ve evdeki telaş anlaşılmaya başlamıştı.
Çocuklar dışarıya alınmış, babamla birlikte ağlaşan çocuklara piskevit arası lokum yapıp veriyoruz. Dut ağacının altınadaki taht’ta eski kumaşlardan dokunan kilime bağdaş kurup, yüzünden mutluluğu anlaşılan babam, bana uzun uzun bakarak, torun sahibi olacağı saniyeleri sabırsızlıkla bekler gibiydi.
Elinin mahareti dillere destan Kara Fatma, usta elleri ile içeride kıvranıp, kuşlar gibi bağıran hanıma ilk doğumunu yaptırdığı, kesilen sesten anlaşılmıştı. Komşumuz hüsniye yenge, kapıyı aralayıp, müjdemi isterim, müjdemi isterim! diye bağırınca, derin bir ohh çekiyorum! Babam boynunu uzatarak, oğlum sor bakalım, kız mı, erkek mi? Diye bağırıyor! Kızınız olduuu, diye ünlenen hüsniye yengeme sert sert bakıp, yüzünü ufka doğru çevirip, lahavle çekmeye başlıyor.

Devamını Oku
Haki Buhari

Bakış Açısı-Deneme Hikayeler
Evleri çamurdan yapılmış harçlarla, biriketlerin üst üste konularak yapıldığı, pencerelerinde kalın muşambaların cam olarak kullanıldığı, sahipsiz gecekondu mahallemizde, eski araba tekerlerini yarıştırıyor, kaytan ipliğe sararak var gücümüzle sert toprağa attığımız fırıldakları önce elimize, ardından da baş parmağımızla işaret parmağımız arasındaki çukura yerleştirerek, kimin fırıldağı daha fazla dönecek, yada at nalına çakılan mıhtan yapılan çivisi sert mi, sinek mi yarışması yaptığımız oyucaklarımız, bizim sokaktaki en mutlu ve keyf aldığımız günlerdi.
Biraz daha büyüyünce, boş arsalarda önce kendi aramızda, sonra mahalle maçları yapmaya başladık, mahalle takımımızın formalarıda, binbirçeşit’ten aldığımızı kumaş boyası ile içerisine bol miktarda kaya tuzu atarak, annelerimizin görmediği boş bir alanda teneke kutularında kaynattığımız fanilalarımızdı.
Farkında olmadan evde yıkanan çamaşırın içerisine atılan fanilaların, tüm çamaşıra boyasını bıraktığı ve ardından yediğimiz dayaklar! Ardından, canı çıkmayasıca seniii, gözü körolmayasıca! Gibi gün boyu bitmeyen annelerimizin bedduaları ile haftada bir gün, o da Pazar günü evin bahçesinde tahta parçaları ile kazanda ıstılan su hem çamaşır yıkamada, hem de bizim çimmemiz için kullanılır, yıkanan çamaşır sonrası, annelerimiz sırayla kolumuzdan çekiştire çekiştire banyoya sokar, çiçekli basmadan dikilmiş şalvarını çıkarır, uzun dizinin altına kadar uzanan patiska lastikli donuyla kalır ve elinde bakır tasla ılıştırdığı ilk suyu döktüğünde anneeee yandım diye bağırsakta, hiç tınmadan tahta gibi yeşil kalıplı sabunun köpüğü gözlerimizin içine dolar, huysuzlandıkça ya sabunla, ya da hamam tasıyla başımıza yavaşça vurarak, sıpa haftada bir çimiyon, kirin üstünde kurur diye elinde ördüğü hamam beziyle derimizi yüzercesine keseleyerek haftalık işkenceden kurtulmuş oluruz.
Hele o karpit patlatma oyunumuz da neydi öyle! ! ! Evimizin yakınındaki Sanat Okulunun metal bölümüne ait hurdalıktan topladığımız küçük küçük karpitleri; boş bir arazi de elimizdeki konserve kutusunun boyunda açtığımız çukurlara su doldurup, içerisine birkaç parça karpit atarak hızla konserve kutusunu üzerine yerleştirip, etrafını da hava almayacak şekilde kapatır, kutunun kapalı kısmına önceden çiviyle açtığımız küçük delik üzerine uzun bir kamışın ucuna sardığımız kağıt veyahut bez parçasını kibrit ile tutuşturarak, kutunun etrafından hızla uzaklaşıp, ateşi kutunun üzerinde gezdiririz ve birkaç saniye sonra, müthiş bir patlama ile konserve kutumuz gökyüzüne doğru yükselir ve sevinç çığlıkları ile kutuyu havada takip eder, sonra da başımıza düşmesin diye kollardık.
İçimizde bu işlere bulaşmayan, eşşek gibi ders çalışan, büyüyünce adam alacaklar da yok değildi. Ama bizde nerde o göz! Sinema kaçamakları, tekleme sigara alıp gizili gizli içmeler, eve hırsız gibi girip, ağzımızın kokusu anlaşılmasın diye çiğ soğanı ısırmak varken.

Devamını Oku
Haki Buhari

Deneme Hikayeler
Bizim Çocukluğumuz

Çukurova yazın kavurucu sıcağını göstermeden, biz hazırlığımızı yapmıştık bile. Eski hurda işi yapan Niğde’ li Osman amcadan paslı da olsa ikisi büyük, ikisi küçük bilyalarımızı biriktirdiğimiz harçlıklarımızla alıp, çaktırmadan annemin kızken biçki-dikiş kursundan kalan gözü gibi bakıp koruduğu, zetina dikiş makinasının plastik yağdanlığıyla, bir güzel yağlayıp, kiri pası aktıktan sonra güzelcene bezle silerek, bir elimizle şöyle nasıl döndüğüne bakmak için, elimizi içindeki kasnağa sokup, diğer elimizle hızlıca döndürüp cırrrr diye sesi duyunca bu işte tamam diyoruz dayımın oğlu Aşık Memet ve teyzemin oğlu İsmail ile birlikte. Ha Aşık Memet’in o ünvanı boşuna aldığını da sanmayın. Ceyhan’daki büyük çarşı yangınında, yanan Hasan dayımın manifatura dükkanındaki pırtı ve basmaları kurtarırken, galleden dökülen bozuk paralarla bisikletine yazdıracağımız yazı için, ganimet paralarını saydık biz. Paramız yetmeyince, tabelacı birer türkü söylememizi ve böylece ödeşeceğimizi isteyince Ömer dayımın oğlu Memet, “dane dane benleri var yüzünde, can alıcı bakışları var gözünde” türküsünü söyleyince adam mahalleden komşu kızı Handan’ı seven dayımın oğlunun bisikletine Aşık Memet yazmıştı.

Sabah namazına kalkan babam ve annem hummalı bir çalışma içerisindeler, eski savanlara sarılan yorgan, döşek ve yastıklar, kolilenen mutfak eşyaları, akşama dayımın getireceği kamyona yüklenmek üzere hazırlandılar. Babam, evdeki işler bittikten sonra çarşıdan alınacakları liste yapıp, evden çıkıyor.

Devamını Oku
Haki Buhari

01.02.2014
AŞK MUTLULUKTUR
Aşk, uzun bir yolculuğun bitmek bilmeyen kızılelması, sevgiliye kavuşmanın sarp yollarında, vuslata ermenin son noktasıdır. Sevda tepesinden açılan kolların şükür duasıdır aşk.
Birtanem; Kerem’in Aslı’sına kavuşması imkansız olsa da, ben Kerem olup, senin uğrunda yanmaya hazırım.
Baygın bakışlım, tatlı gülüşlüm, duydum ki; o bakış ve gülüşlerini hüzün kaplamış, yangın yerinde matem varmış. Alevler, bedeni sarmış ama ortasında kızıl bir gonca, aşkı uğruna direniyor, bu bana bir emanettir. Bedenimi yak ama, ne olursun o kızıl gonca’yı bağışla, çünkü; o emanete ihanet edemem, ben yanarım ama ne olursun, ona dokunma diyormuşsun.
Çok duygulandım, ama çok! Aşkına ihanet etmeyen, hatıraları uğruna terkedilen sevdasını kutsal bir emanet gibi saklayan, bitkin bir vaziyette bile, morarmış dudaklarından dökülen aşk terennümleri, gerçek bir aşkın yaşanılabilecek en dramatik hüznünü sayıklıyor.

Devamını Oku
Haki Buhari

Deneme Hikayeler
Balıkçı Baba-Papanın Burnu
Küçücük kulübesinde, köpeği ile yalnız yaşayan balıkçı Nuri baba, evinin penceresinden denize doğru başını uzatarak, yalnızlığına ortak olacak bir dost bekliyordu. Akşam olana kadar, uf...ku gözetleyen Nuri baba ne gelen, ne de giden olmayınca, esen lodosun içeriye girmesini önlemek için, penceresini kapatıp, denizci fenerini yakıp, şiltesine uzanarak, gözlerini yer yer örümcek ağlarının kapatmaya başladığı evinin iç tavanına dikti. Bu günlerde hareketleri donuklaşmış, düşünceli bir hali var, bunun sebebini kendisi de anlamıyordu.

Bu gün tam üçüncü gününe giren lodos, hiç olmadığı kadar şiddetini artırmış, denizin kayalıklara çarparak çıkardığı sesten balıkçı Nuri babanın tek dostu, miço bile korkmuş, dışarıdan kapıyı patileriyle tekmeleyip, beni de içeriye al der gibi hırıltılar çıkarıyordu. Kulübenin kapısına kadar gelen dalga, miçonun uzun tüylerini sırılsıklam yapmış, bir çocuk gibi ağlıyor, hırıltılar gittikçe sesli bir havlamaya dönüşünce, gecenin karanlığı dışarıyı gizemli bir havaya sokuyor, korku filmlerindeki ustaca hazırlanmış mizansen, burada çakan şimşeklerle birlikte gerçeğe dönüşüyordu.

Devamını Oku