A ile başlayan en güzel şey: Aşkın
B ile başlayan en güzel şey: Bakışların
C ile başlayan en güzel şey: Cildin
Ç ile başlayan en güzel şey: Çiçeklerin
D ile başlayan en güzel şey: Duruşun
E ile başlayan en güzel şey: Ellerin
Bir lafı açılsa hiç altta kalmam;
aşktan hiç kaçmam...
Bir sabah usulca karşıma çıksa
ben dönüp bakmam.
Yine yarı yolda kalıverir orda,
hiç işime gelmez;
- Bak zevk düşmanı geliyor karşıdan. Hiç krem renk üstüne eflatun gider mi? Hahhahha!..
Sustu birden! Sessizleşti… Uzun süre hiçbir şey söylemedi. Nefesini ve hafif kıpırtılarını duymasam yanımda olduğundan bile şüphe edecektim. O kadar derindi sessizliği!.. Utanmıştı muhakkak; anlık bir patavatsız söylem sonrasında…
“Krem renk” demişti değil mi? Bir de “eflatun” galiba!.. Bunlar gören insanların “renk” dediği kavramlardı; yani benim hiç bilmediğim kavramlar!.. Görmek, ışıklar ve renkler benim hiç bilmediğim kavramlardı. “Görme engelli” diyorlardı benim hakkımda konuşurlarken. Garipti aslında; görmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyen bir insana görmemeyi, engelinin ne olduğunu nasıl tarif edebilirdiniz? Neyim engellenmişti benim? “Işık?”.. Işık nasıl bir şey bilmiyordum ki!.. Mesela hiçbirimiz öldükten sonra ne olacağımızı, nasıl bir yerde olacağımızı bilmiyoruz. Böyleyken her insana “ölme engelli” mi demeleri gerekiyordu? Bir ‘şey’in engel tanımına uygun olabilmesi için, o şeyi birilerinin yaşıyor, biliyor ve algılıyor olması gerekiyordu demek ki. ‘Görebilen biri’ için ‘görmemek’ engel oluyorsa, ölüm sonrasını bilmeyen hepimiz de “ölme engellisi” mi oluyorduk, ölüm sonrasını bilen ölülerin nazarında? Yani ‘özel birey’ olarak anılmak da, ‘engelli’ olarak anılmak da, tamamen ‘ötekilerden’ farklı bir dünyaya konumlandırılmak gibiydi aslında.. Kırıcı, aşağılayıcı ve ötekileştirici…
Sazım’ın çok uzun süren sessizliği boyunca kafamı kurcalayan bu felsefi aforizmalar arasına kaybolmaktan, yine Sazım’ın üzgün ve özür dileyen tondaki sesiyle kurtuldum nihayet:
- Kusura bakma ne olur! Bir an boş bulundum.
Güldüm:
Dolar… Dolar…
Taşar bu istanbul;
tutukluyum,
bir tek sana vurgun.
Sokak sokak sayılmaz istanbul;
tek adresim, senin küçük yoldur.
Bir sızı gönlümde,
göğsümden içerde.
Her gece hayalin dolaşır evimde;
simsiyah saçların uçuşur gözümde…
Bir kara kış olsam,
Sanki uykumda 10 kişiden dayak yemiş gibi
uyandığım bir sabah...
Bir solukla dönenceden kayıp geçen
gece mi ağır geldi;
yoksa bilmeden aldığım veballer mi bu kadar birikti?..
Bir karınca yuvası dağıttım belki,
Su gibi geçti aylar,
yarınlara kaç gün var?
Sokaklar buz ayaz,
herkeste bir telaş,
yine sensiz bitti yaz.
Yine bana küsmüş belli ki,
rehberinden silmiş ismimi…
Sözümona bu sefer esaslı,
dönüşü yok bu defa çok farklı!
Hiç arayıp sormasa kaç yazar?
İçim yanarken dilim susarsa
gecelerim kara, soğuk, uzun...
Acılarım bir bir gelir aklıma,
kafamda oluşur ıslak odun.
Hayallere vurur,
ümitlere vurur;
ilk kez O'ndan sonra yattığım gece sonrası
Saat 10'dan sonra uyandım....
Pazarın bu tembel sabahında
10'dan sonra çıktım yataktan...
Gri gökyüzünün kasvet halini
10'dan sonra gördüm
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!