Güneydoğuda (Evde, Sokakta, Okulda Oynan ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Güneydoğuda (Evde, Sokakta, Okulda Oynanan) Geleneksel Çocuk Oyunları

İÇİNDEKİLER

1. ABUZİTTİN EFENDİ
2. AŞIK OYUNU
3. BARDAK YIKMACA (7 Kiremit)
4. BEBEK YARIŞTIRMACA
23. BEŞ TAŞ OYUNU
26. BİLEK GÜREŞİ
70. BİLMECE SORMACA
76. BİZ BİZ ARABAYIZ

36. CEP SİNEMASI
63. COĞRAFYA OYUNU

1. ÇELİK-DEĞNEK
44. ÇEMBER ÇEVİRME
17. ÇIŞKAA (Yoyo)
39. ÇİÇEK DÜRBÜNÜ
78. ÇÖMÇE GELİN
74. ÇUVALLA YÜRÜME

6. DARABİL
2. DEĞİRME (TOPAÇ)
79. DOKTORCULUK OYUNU

52. EBE BENİ KURDA VERME
29. EL ARABASI (İki döner kafalı)
54. ELİM SENDE
46. EŞEK-KRAL OYUNU
16. EŞLERİM EŞ

30. FIRDÖNDÜ
38. FIRFIRI
64. FIS FIS OYUNU
FİNCANDA YÜZÜK OYUNU

28. GÜLLE, MİSKET
GAZEL ÇİĞNEMEK

48. HACI YATMAZ
24. HAKEKE (SEK SEK)
40. HALAT ÇEKMECE
15. HAMAM KUBBE
69. HANGİ KAĞIDI TUTTUN?
42. HINÇ OYUNU

67. İP ATLAMA
0. İNCİLİ BABİLİ

11. KAHVECİ GÜZELİ
20. KALEM ÜTMECE
60. KARDAN ADAM, KARTOPU
71. KARPUZ YEMECE
KAŞIKTA YUMURTA TAŞIMA OYUNU
19. KAZ AYAĞI
KIZAK
73. KiRAZ YEME
75. KOLAY ÇARPMA
68. KÖREBE
KÖSTEĞİ KIRMA
66. KÖŞE KAPMACA
Kuş diliyle konuşma
7. KUTU KUTU PENSE

55. LADES

MESLEKLER KAĞIDI

59. ORTA PARMAĞIMI BUL
56. ORTA SIÇANI
35. OYUNCAK PERVANE

65. PAPAZ KAÇTI
18. PEÇİÇ
22. PORTAKAL ATMACA

61. SAKLAMBAÇ
58. SALINCAK
SAPAN ATMA
27. SİGARA KARTI
62. SİNEMA OYUNU
Sözcük Oyunu (Birinin söylediği sözcüğün sonundaki harfle başlayan sözcüğü söyleme)
51. SÜNGER ATMA

25. ŞEKER KAĞIDI
13. ŞİŞE ARAZÖZ

41. TAŞAR MI TAŞMAZ MI?
32. TAŞLAŞMA
45. TAVŞAN KAÇ
4. TEK KALEYE GOL
21. “TIP” OYUNU
3. TİNTİNİ
31. TOMBALA
8. TÜRKÇESİNİ BULMACA

33. UÇTU UÇTU KUŞ UÇTU
34. UZUN DUVAR
14. UZUN EŞEK

9. ÜÇ TAŞ OYUNU

43. YAĞ SATARIM
5. YAHUDİ MEVLİDİ
53. YAKAN TOP
10. YALA YALA ŞEKERİM
77. YAŞA YAŞA MELEGİM
12. YATTI KABAJ, KALKTI PATLICAN
37. YERDE NE VAR
72. YOĞURT YALAMACA
YUMURTA KIRMACA

GELENEKSEL ÇOCUK OYUNLARI

1.
ABUZİTTİN EFENDİ
Neşelenmeye ihtiyacınız varsa. Çevrenizde de en az beş altı kişi bulunuyorsa, hiç düşünmeden bu oyunu oynayarak bol bol kahkaha atın. Gerçi bu oyun oldukça Fazla güldürcü bir oyundur ama biraz da hafızanızın iyi olmasını gerektirir. Zira oyun boyunca değişecek olan sağınızdaki solunuzdaki oyuncuların komik adlarını unutmamanız lazım.
Oyuna başlamak için oyuncular halka olur. Kumsalda ya da kırda iseniz yere oturabilirsiniz. Evde bir masa etrafında da oynayabilirsiniz.
Her şeyden önce oyuncuların kendilerine komik birer isim seçmesi gerekiyor. Bu isimler şunlar olabilir: Abuzittin, Ziyaettin, Necmettin, Nurettin, Nettin, Ayıbettin, kayıbettin...
Herkes adını seçtikten sonra da kendini tanıtır. Arkadaşlarının da adını iyice öğrenmesine yardımcı olur.
Oyun düzenli olarak oyuncunun kendisinden bir önceki kişi ile kendisinden sora gelenle ondan sonra gelenin adı söylenerek oynanır.
Oyunu başlatan sağındakine adıyla seslenir:
- Abuzittin efendi…
- Efendiiim…
- (Solundakinin adını söylüyor.) Necmettin efendinin selamı var, Tacettin efendiye selam söylemeliymiş. (Tecettin Abuzittin’in sağındaki oyuncunun adıdır.)
Söz Abuzittin’de:
- Tacettin efendi…
- Efendiiim…
- Bedrettin efendinin (Abuzittinin solundaki oyunu başlatan oyuncunun adı) selamı var. Ayıbettin efendiye selam söylemeliymiş.
- Ayıbettin efendi…
- Efendiiim
- Bederettin efendinin selamı var, Neettin efendiye selam söylemeliymiş…
Oyun yanlışlar yapıldıkça gülüşülerek, yanlışlar düzeltilerek devam eder.
Biraz sonra artık herkes birbirinin adını öğrenmiş olacağından oyun yanlışsız olarak eğlenceli bir şekilde turlanır.

2.
AŞIK OYUNU
Aşık koyunların ayak ile bacak kemikleri arasında yer alan, bilek eklemindeki kemiğe denir. Aşığın Çukur tarafına “cik” şişkin tarafına tök” denirdi. Bir atışta dik kondurabilen oyuna devam etme hakkını elde eder, kendi aşığıyla rakip oyuncunun aşığını istenilen şekilde döndürerek onu kazanırdı.
Bu kemikle oynanan oyunda ya elinizdeki aşığı kaybederdiniz ya da başka aşıklar kazanırdınız. İyi aşık oyuncuları, oyuna başlarken attıklarında, aşıklarının istedikleri gibi gelebilmesi için, dakikalar boyunca kara taşa sürterek onların altını üstünü dümdüz yapmaya özen gösterirdi. Kimileri de aşıklarını rengârek boyardı.

3.
BARDAK YIKMACA (7 Kiremit)
Üçer kişilik iki gurupla oynanan bu oyun için 7 tane el büyüklüğünden daha ufak kiremit ile bir de top gerekir.
Oyuncular iki guruba ayrılır. Birinci takım: Atanlar; ikinci takım: Yakalayanlar.
Atanlardan biri, merenin iki, üç metre uzağındaki noktaya üst üste dizilmiş olan yedi kiremit parçasını yıkmak üzere topu atar. Kiremitler devrilirse, oradaki arkadaşı topu atabildiği kadar uzağa atar.
İkinci, takımın oyuncuları uzağa giden topu yakalayıp getirinceye kadar, birinci takımın oyuncuları yıkılmış olan kiremitleri üst üste dizmek zorundır. (Biz bu kiremitlere bardak derdik. O nedenle oyunumuzun adı bardak yıkmacaydı. Evlerin tavan arasına eskiden “bardakaltı” denirdi. Bu deyim de kiremitlerin altındaki oda anlamına geliyor olmalı.)
Eğer uzağa atılan top getirilp de 1. takım oyuncularından birine çarptırılırca o oyunca kan yitiri. Takımı oyuna iki kişiyle devam eder. Atışa baştan başlanır.

47.
BEBEK YARIŞTIRMACA
Bu oyun genellikle sahrede (piknikte) henüz yürüme yaşına gelmemiş çocuklar arasında oynattırılır. Anne ile babaların özendirmesiyle çocuklar hedefe doğru dizin dizin yürürler. Bitişe en erken gelen bebek birinci seçilir. Ona bir ödül verilir. Seyirci çocuklar bebeklerden birinden yana taraf tutar. Tuttukları bebeğin kazanması için tezahürat yaparak eğlenirler.

GAZEL ÇİĞNEME OYUNU

İNCİLİ BABİLİ
Çoğu oyunda eşleşme “İncili babili” ile saptanır.
Gurup başı olan iki oyuncu, belirli bir uzaklıkta karşı karşıya durur. Sonra sırayla:
- İncili babili dahili… diyerek her sözcükte bir ayakkabı boyu birbirlerine doğru yaklaşırlar.
Son yaklaşımda kimin ayağı üste gelmişse kazanan o olur.
Gurubu için öncelikle oyuncu seçme hakkını da o kazanmış olur. Bir o, bir öbürü oyuncuları seçerek takımlarını oluştururlar.

1.
ÇELİK-DEĞNEK
Başka yörelerde bu oyuna “Çelik çomak” derler. Bizim Gaziantep yöremizde ise adı “Çelik değnek”tir. Çelik bir karış uzunluğunda bir ağaç dalıdır. Değnek ise uzunluğu yarım metre ile bir metre arasında değişen ikinci bir ağaç dalıdır.
Çelik uzağa fırlatılması uygun dallardan seçilir. Her oyuncu oyuna beş on çelikle katılır.
Oyun ilk oyuncunun değnekle çeliğe vuruşuyla başlar. Oyuncu, çubuğu ne kadar öteye fırlatabilmişse o kadar başarılı olmuş demektir. Her atışta çeliği daha öteye atabilen kazanır. Yerdeki çelik onun olur. Kaybeden yeni yeni bir çelik koymak zorundadır.
Oyun böylece devam eder.

2.
DEĞİRME (TOPAÇ)
Topaç’ın Gaziantep yöresinde adı “değirme”dir. Değirme haratlar (ağaç tornacıları tarafından yapılır. Ucuna çivimsi bir demir çakılır. İpe sarılarak hızla bırakıldığında kendi çevresinde döner.
En çok dönen değirmenin sahibine usta değirmerci gözüyle bakılırdı.
Değirmeciler kendi aralarında ütmece de oynarlardı. Bu oyun yerde dönmekte olan bir değirmenin üstüne vurmaya dayalıdır. Değirme üstüne atan, yerdeki değirmenin üzerinde bir gedik açabilirse, (buna hort denir) o değirme kendisinin olurdu.

3.
TİNTİNİ
Tintini çocukların portakal kabuğundan yaptıkları bir oyuncaktır. Tintini yapmak için Yafa portakalı gibi kalın portakal kabuğu tercih edilir.
Portakal kabuğu makasla, bir bozuk para büyüklüğünde düzgünce kesilir. Ortasına yarım bir kibrit çöpü geçirilir.
İşaret parmağı ile başparmak arasında tutulan çöp kıvrılarak yere bırakılır. Bu kıvırma sonucu tintini dönüp durur. En çok dönen tintinisi olanlara “İyi Tintinici” denirdi.


4.
TEK KALEYE GOL
Bugün bu oyunun adına “Penaltı Atmaca” diyebilirsiniz. Ama biz o zamanlar penaltının ne olduğunu bilmiyorduk ki…
Kalede sırayla hepimiz dururduk. Öbür arkadaşlar da, belirli bir uzaklıktan yine sırayla topu kaleye geçirmeye çalışırdı.
Topumuz genellikle kağıttan dürülmüş olurdu. En lüks zamanımız lastik bir topumuz olduğu zamanlardı.
Belirli bir süre sonra oyun biterdi. Oyun sonunda kaleye en çok gol atanı “gol kıralı” ilan ederdik. En az gol atan iki kişi sahanın bir başından bir başına kadar onu omuzlarında götürüp getirirdi. Bu arada öbürler tempo tutardı:
“Ya ya ya şa şa şa
Gol kralı çok yaşa…”

5.
YAHUDİ MEVLİDİ
Yahudi mevlidi çok eğlenceli bir oyundur. Bu oyuna istenildiği kadar sayıda oyuncu katılabilir. Her oyuncu bir şarkı ya da türkü seçer. Oyun başladığında herkes kendi ezgisini söylemeye başlar. Bu oyunda üstünlük sağlamak için en fazla bağırabilen olmak gerekmektedir. Kendi parçası öbürlerininkini bastıran kazanır. Kahkahalarla devam eden neşeli bir oyundur.

6.
DARABİL
Oyun en az üçer kişilik iki gurupla oynanır. Duruma göre takımlar beşer ya da yedişer kişiden de oluşturulabilir.
Guruplardan biri ebe takım olur.Ebe takım da yine “incili babili” ölçümlemesiyle saptanır.
Oyunda bir “mere” yeri ile mere’den beş altı metre kadar uzaklıktaki bir de “başlangıç” çizgisi vardır.
Bu oyunu penaltı oyununa benzetebilirsiniz.
Ebe takımın bir oyuncusu mere’yi bekler. Karşı takımın oyuncusu mereye dokunmaya çalışır. Meredeki oyuncu mere’sini savunur, karşı takımın oyuncusunu oraya yaklaştırmaz.
Eğer karşı takımın oyuncusu bir şaşırtma ile mere duvarına dokunursa koşarak başlangıç noktasına dönmelidir. Bu koşu sırsında ebe takımın diğer iki oyuncusu devreye girer. Onu çizgiden uzaklaştırmaya çalışır.
Mücadele sonunda ebe takımının oyuncuları onu başlangıç noktasına kadar sürükleyebilirse o oyuncu oyun dışı kalır. Eğer o oyuncu savunma oyuncularına rağmen mere’ye elini dokundurabilirse öbür takımdan bir kişi eksilir.
Oyun takımlardan birinin oyuncusu bitinceye kadar devam eder. Oyunda en az oyunca kaybeden taraf kazanır.
Bu oyunda kazanan taraf olmak için yerde sürüklenmelerimize aldırmaz, dizlerimizim kan revan içimde kalmasını umursamazdık. Ama kaçınılmaz olan bir şey vardı. Akşam eve döndüğümüzde annemiz pantolonumuzun ne hale gelmiş olduğunu gördüğünde, artık ondan çekeceğimiz vardı.

7.
KUTU KUTU PENSE
HEPSİ:
“Kutu kutu pense
Elmamı yerse...”
EBE:
“Arkadaşım Lale
Arkasını dönse…”
El ele tutuşarak halka olmuş on kadar çocuk. Tekerlemeyi söyleyerek döner. İçlerinden biri ebe olur. Ebe tekerlemenin:
“Arkadaşım Lale
Arkasını dönse…” bölümünü söyler. Bu bölümde adı geçen oyuncu (Örneğin Lale) yüzünü ters tarafa çevirir. Oyun böyle devam der.
Artık ikinci bölümünü söyleme sırası Lale’dedir.
HEPSİ:
“Kutu kutu pense
Elmamı yerse...”
LALE:
“Arkadaşım Nuri
Arkasını dönse…”
Oyun böylece herkes ter yüz dönünceye kadar devam eder.


8.
TÜRKÇESİNİ BULMACA
Gazi Mustafa Kemal İlkokulunda okuduğum yıllarda Dilbilgisi derslerimize Okulumuzun Başöğretmeni Şakir Sabri Yener bey gelirdi. Başöğretmenimiz güzel dilimizi dolayısıyla dilbilgisi dersini bize sevdirmek içim sözcük oyunu oynatırdı.
Oyunun adı TÜRKÇESİNİ BUL idi. Arkadaşlardan biri bir sözcük söylerdi. Öbürlerimiz o sözcüğün Türkçe’sini bulmaya çalışırdık. Kim bulursa karatahtada onum adının karşısına bir puan eklenirdi. En çok puanı alana Başöğretmenimiz aldığı puan kadar not verirdi. Birinin aldığı puan beşten fazlaysa.
“Sana ne yazık ki ancak 5 verebileceğim. PEKİYİ yani… Bundan daha büyük not olsa onu da verirdim ama ne yazık ki 5’ten büyük not yok,” derdi.
Orta öğretim yıllarımızda Türkçe derslerimizde bu oyunu hatırladıkça “Keşke Şakir Sabri Yener Başöğretmenimiz orta okulda da Türkçe derslerimize gelse…” diye iç çekerdik. Orta okulda 10’a kadar not var ya… Oyunu şöyle oynardık:
İLHAN: Gaye, öğretmenim. Bulduğum yabancı sözcük gaye.
Burada oyun sayesinde dilbilgisi kurallarını da öğrenmiş olurduk. Kalın ünlü ile başlayan bir sözcük, ince ünlü ile devam ediyorsa anlardık ki o sözcük Türkçe değildir. Çünkü Dilbilgisi kurallarına göre Türkçe sözcülerde ünlü harfler kalın ünlüyle başlamışsa kalın ünlüyle devam eder.
İlhan arkadaşımızın bulduğu yabancı sözcüğün Türkçe karşılığını birimiz bulurduk hemen.
SELMA: Amaç öğretmenim, yanıt amaç!
ÖĞRETMEN: Aferin Selma, bir puan daha sana…
Bu oyunu oynarken zorlanan olursa onu Başöğretmenimiz yönlendirirdi.
- Vazife’ye ne dersin Mustafa?
- Evet Başöğretmenim, vazife…
Ben atılırdım.
- Görev Başöğretmenim; yanıt görev!
Bir puan kazanırdım.
Haydi bakalım siz de oynayın bu güzel oyunu siz de güzel güzel puanlar kazanın


9.
ÜÇ TAŞ OYUNU
Üç taş oyunu durağan bir oyundur. İki arkadaş bu oyunu uygun bir yerde oturarak oynayabilir. Düzgün bir zemine önce içinde dört kara daha olan bir kare çizilir. Bu durumda karelerin tümünün 9 köşesi var demektir. Her oyuncunun elinde üç taş bulunur.
Oyunculardan biri taşlardan birini köşelerden birine koyar. İkinci oyuncu da taşlarından birini bir köşeye yerleştirir. Böylece sırayla bütün taşlar birer köşede yer alır.
Oyuncuların taşları yerleştirirken, karşı tarafın taşlarını kolayca aynı sıraya dizmelerini engelleyecek şekilde yerleştirmeleri gerekir.
Bu zeka geliştirici bir çeşit basit dama oyunudur.
Oyuncular sırayla taşlarını bir köşeden başka bir köşeye taşırlar. Her hamlede sadece tek hareket yapılabilir.
Amaç üş taşın da soldan sağa ya da yukarıdan aşağıya aynı hizaya gelmesini sağlamaktır. Bunu başaran o partiyi kazanır. Böylece oynamaya usanıncaya kadar devam edilir.

10.
YALA YALA ŞEKERİM
İki ya da daha fazla sayıda kız, ellerini birbirlerinin bellerine sararak seke seke koşarcasına yürürler, bir yandan da aşağıdaki tekerlemeyi söylerler.
“Yala yala şekerim
Yalamazsan küserim…”

11.
KAHVECİ GÜZELİ
İki gurup kız arasında oynanan bir oyundur. Guruplardan her biri üçer, beşer kişiden oluşabilir.
Her gurup yan yana dizilir.
İki gurup yüz yüze gelecek yerlerini alır.
Aralarında dört adımlık mesafe vardır. Tekerlemeyi söylerken iki gurup da her ses dizgesinde öne doğru birer adım atarlar:
Kah-veci güze- li
İkinci ses dizgesinde ise geriye doğru dört adım atılır.
Han-dadır han-da
Gidiş gelişler tekerleme boyunca böyle sürer:
“Kahveci güzeli
Handadır handa
Biz size geldik on birde (Saat on birde)
Geldinizse geldiniz
Bizleri memnun ettiniz…”
Son dört adımdan sonra durulur, guruplardan biri sorar:
“Güzel güzel yanında
Gözünüz hangi hanımda? ”
Öbür gurup fısıldaşarak kararlaştırır, sonra yanıt verir:
“Güzel güzel yanında
Gözümüz Ayşe hanımda…”
Ayşe arkadaş öbür guruba geçer. Oyun böylece devam eder.


12.
YATTI KABAK, KALKTI PATLICAN
Bu oyun plajlarda kumda, kamp yerlerinde topluluklarla oynanan çok eğlenceli bir oyundur. En az beş kişiyle oynanabilen bu oyunda herkesin gülünçlü özel bir adı vardır. Örneğin oyunculardan birinin adı Kabaj. ikincininki Patlıcan, üçüncün adı Havuç dördüncün adı fasulye, beşincininki Fasulye olsun.
Yine diyelim ki oyunu Kabak başlattı. Öbür oyuncular dizüstü oturmuş, başlarını yere dayamıştır.
İbiş arkadaşlarının birinin örneğin Patlıcanın adını söyler.
- Yattı Kabak, kalktı Patlıcan, der.
Patlıcan başını kaldırırken Kabak başını yere dayar.
Bu kez Patlıcan:
- Yattı Patlıcan, kalktı Havuç, der.
Yanlışlık yapana hep birlikte gülerler.
Ebe olanlar arkadaşlarından birinin adını söyler. Kendi yatar, adı söylenen kalkar. Oyun böylece devam eder.

13.
ŞİŞE ARAZÖZ
Bu oyunun Gaziantep’in biz küçük çocukları mı keşfettik acaba? Şişe Arazöz oyununu ben bir başka yörede ne gördüm ne de duydum. Bu oyunun aygıtını oluşturmak için üç şey gerekli. Bir 45’lik alkol şişesi, bir gramafon iğnesi, bir de çekiç. Şişenin dibine yakın bir yerinden gramafon iğnesiyle bir delik açarsınız. Şişenin içine su doldurursunuz. Şişenin azına dudaklarınızı dayayıp üfleyerek kapınızın önünü, sokağı sularsınız. Çevreye yararlı bir iş yapmaktan mutluluk duyarsınız.

14.
UZUN EŞEK
Oyuncular iki gruba ayrılır. Her gurupta en az dört beş kişi olmalıdır. Önce hangi gurubun eşek olacağına karar verilir. Karar verildikten sonra yatak takımdaki her oyuncu kendisinden bir öncekinin bacakları arasına başını yerleştirir. Tren vagonları gibi bir sıra oluşturur.
Öbür takımın oyuncuları sırayla atlamaya başlarlar. İlk atlayan uzun eşek dizisinin ne kadar ilerisine atlayabilirse takımı için o kadar iyi olur. Sırasıyla atlayan takımın bütün elemanları atlar.
Atlayanlar atlarken:
“Uzun eşek, uzun eşek, aman ne kadar güzel döşek! ” diye alttaki takımın oyuncularıyla dalga geçer.
Eşek çökerse atlayan grup yeniden atlar.
Atlayanlardan biri yere eşekten düşerse atlama hakkı öbür guruba geçer.
Oyun böylece sürer gider.


15.
HAMAM KUBBE
En az 10-12 kişiyle oynanır. Oyuncular iki guruba ayrılır. Önce hamam kubbe olacak gurup saptanır. Saptanan bu gurup elleriyle birbirinin omuzlarını sararak bir halka oluşturur. Hepsi başlarını bir noktada birleştirir. Yarı eğilirler.
İkinci gurubun oyuncuları tek tek atlayarak kubbenin üstünde yer almaya çalışır. Atlayışlarda yere düşen ikinci gurup oyuncusu oyundan çıkar. Atlamalar böylece devam eder. Bütün oyuncular düştüğünde atlama sırası birinci guruba geçer.

16.
EŞLERİM EŞ
En az 6 oyuncuyla oynanan bir oyundur. Bir tür bilgi yarışması esasına dayanır. Oyuncular eşit sayıda iki guruba ayrılırlar. Guruplardan biri sorucu, ikincisi yanıtlayıcıdır. İki gurubun konma yeri arasında duruma göre 20030 metre kadar bir mesafe konur.
Sorucu gurup önce kendi aralarında soracakları caminin adını saptar. Örneğin Şık hamamı adı seçlilir. Bunun ardından gurup başkanı karşı tarafa seslenir:
- Eşlerim eş! ...
- Lebeş…
- Hamamlardan? ..
- İki kapılı hamam…
- Bilemediiin…
Bilemeyen taraf soran tarafın yanına gelir. Onların oyuncularını sırtına alarak kendi merelerine kadar götürüp geri getirirler.
Birinci gurup yine sorar:
- Eşlerim eş! ...
- Lebeş…
- Hamamlardan? ..
- Pazar hamamı
- Bilemediiin…
Bilemeyen taraf yine soran tarafın yanına gelir. Onların oyuncularını yine sırtlarına alarak kendi merelerine kadar götürüp geri getirirler.
İkinci gurubun üçüncü soruşta yanıtı bildiğini farzedelim. O zaman da soran taraf karşıya giderek onları sırtına alıp kendi merelerine kadar sırtlarında götürür, getirir.
Bundan sonra başka sorular sorulur.
- Camilerden, Caddelerden, Sinemalardan, Mahallelerden? ..
Oyun usanılıncaya kadar böylece devam eder.

17.
ÇIŞKAA (Yoyo)
Çışkaa (başka yörelerde yoyo olarak bilinir) avuç içine sığacak büyüklükte bir oyuncaktır. Tenekeden ya da ağaçtan yapılmış türleri vardır.
Çışkaa, birbirine yüz yüze kapatılmış iki çay bardağı tabağına benzer. Ortasında iplik sarılacak yeri vardır.
İpliğin uzunluğu, oyuncağı kullananın ustalığına bağlı olarak 2-3 hatta 4-5 metre uzunluğunda olabilir. İpin bir ucu oyuncunun parmağına bağlıdır.
Oyuncu çışkaayı ötelere doğru fırlatır. Çışkaa ipin yerine sarılmasıyle geri dönüp oyuncunun avcuna gelir.
Oyuncu çışkaayı böyle atıp tutarak canının istediği kadar oynar.
Gaziantep’te çışkaaları tenekeciler ile haratlar (ağaç tornacıları) yapardı. Hafifliğinden dolayı kullanışlı olması bakımından teneke çışkaalar tercih edilirdi.
Zamanında çışkaa yapan ünlü tenekeciler vardı. Bunların en ünlülerinden biri Veysel ustaydı. Veysel usta yapımı çışkaası olanlar kıskanılırdı.


18.
PEÇİÇ
Peçiç oyununu oynayabilmek için önce üçer kulvarlı dört ayaklı bir peçiç bezi gerek. Aktarlarda satılan 6 tane tatlı su midyesi, 3 tane de taş gerek. Taşlar dama ya da satranç taşlarını andırır. Bu tür taş bulunamadığında iplik makarası da kullanılabilir. Ancak rakiplerin makaraları değişik renklerde olmalıdır. Oyun 2 ya da 4 kisi ile oynanır rakipler tek de, eşli de oynanabilir.
Kim önce baslayacak?
Midyeler zar yerine geçer 6 midye avuca alinip sallanarak yere atılır. Yüksek sayiyi atan taraf oyuna başlar. Oyun altı adet peçiç boncuğu ile oynanır. Oyuna başlayabilmek için oyuncunun ya 12 ya da 25 atması gerekmektedir. Oyunda amaç, makaraları başlangıç noktasından başlayıp yine aynı noktaya gelinceye kadar zemin üzerinde dolandırmaktır.
Başlangıç üzerindeki çaprazlara bağ; adı verilir. Boncuklar atılır. Kaç gelmişse o kadar ilerlenir. İlerlerken geldiğiniz yerde rakibin bir taşı varsa onu kırarsınız. Rakip kırılan taşını baştan başlatır. Çaprazlı hanelerde taş kırılamaz. Dört adet makarayı başlangıç noktasına en çabuk hangi oyuncu getirirse oyunu o kazanır.
Peçiç oyununda belli sayılar vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
6 boncuğun 5’i kapalı, 1’i açık ise = 25
6 boncuğun 5’i açık, 1’i kapalı ise = 12
6 boncuğun 6’sı da kapalıysa = 10
6 boncuğun 6’sı da açıksa = 8
6 boncuğun 2’si açık, 3’ü kapalıysa = 4
6 boncuğun 3’ü açık, 3’ü kapalıysa = 3
6 boncuğun 2’si kapalı, 4’ü açıksa =2


19.
KAZ AYAĞI
Gaziantep’in Akyol mahallesinde çocukların oynadığı bir oyundur. Belki başka yörelerde de oynanırdı ama bizim gözlemimiz böyle.
Oyun akasya ağacından ya da iri damarla yaprakları olan ağaçlardan dökülen yaprakların ortasındaki kalem damarla oynanır.
Çocuklar Kırkayak Bahçesine giderek buradan kendilerine çok sayıda yaprak kalemi elde ederlerdi. Sonra da mahallede kendi aralarında “kaz ayağı” adını verdikleri bu oyunu oynarlardı.
Biri yaprak kalemini atabileceği kadar uzağa atar. İkinci oyuncu o kalemi vurmaya çalışır. Vurabilirse öbür oyuncunun kalemini kazanırdı. Vuramazsa öbür oyuncu kendisinin kalemine sahip olurdu.

20.
KALEM ÜTMECE
Kalem ütmece oyunu da kaz ayağı oyununun benzeridir. Bu oyunda boyu kısalmış renkli ya da renksiz kalemler kullanırdık.
Yine atıp vurmaca esasına dayanan oyunun sonunda bezen bütün kalemlerimizi yitirerek eve üzgün yollanırdık.
Bezen ise herkesi üter, ceplerimizde dolu kalemler olduğu halde evimizde sevinçle dönerdik. Oyunda ütülen renkli kalemlerle resim yapmanın tadına doyum olmazdı.

21.
“TIP” OYUNU
Okul bahçesinde, piknikte, yürüyüşte oynanan bir oyundur. Beş, on ya da daha çok sayıda oyuncuyla da oynanabilir.
Oyunculardan biri “Tıpçı” seçilir. Oyuncular oyun alanında yürürken, dolaşırken Tıpçı “Tıp” diye bağırır. sallanan olursa oyundan çıkar.

22.
PORTAKAL ATMACA
Bu oyunu daha çok ağabeyler oynardı. Manavdan bir sandık portakal satın alınır. Yarışmacı iki kişi sırayla portakalları atmaya başlar.
Saptanan yere kim daha az portakal atarak ulaşmışsa oyunu o kazanır. Portakalların parasını kaybeden öder. Kalan portakalları da seyirciler yer.

23.
BEŞ TAŞ OYUNU
Bu oyun fındık büyüklüğünde, küçük boyutta, yuvarlak beş taşla oynanır. Taşlar düz olursa onları yönetmek, oyuncu açısından daha kolay olur.
Beş taş oyununu tek başınıza da oynayabilirsiniz ama iki, üç, dört kişi ile oynamak daha heyecanlıdır.
İki, üç ya da dört kişiyle oynanacaksa. Avuçta taş saklanarak sıra saptanır.
Oyuncu avcunda tuttuğu beş taşı yere serper. Taşların birbirine değmemesi, hattâ olabildiğince birbirinden uzak durmasını sağlamaya çalışmalıdır. İki taş birbirine değmişse ve o taşlardan biri alınırken öteki devinmişse, oyuncu yanar. O zaman oyuna yeniden başlanması gerekir.
İki kişiyle oynanıyorsa bu durumda sıra ikinci oyuncuya geçer. Oyuncu beş taştan uygun gördüğü birini alıp onu havaya atar. Hemen ardından yerdeki bir taşı alıp fırlattığı taşı da yere düşmeden kapar. Böylece avcunda iki taş olur. O iki taştan istediğini bırakıp elinde kalanla yerdeki üç taşı da tek tek aynı işlemi yaparak toplar.
Birleri başarı ile geçen oyuncu, avcundaki beş taşı öyle yere atmalı, beş taştan birini öyle seçmelidir ki, kalan dört taş ikişer ikişer alınabilecek yakınlıkta olmalıdır. İkileri oynayan oyuncu, seçtiği bir taşı havaya fırlatır; kalan dört taşı ikişer ikişer toplamaya çalışır.
İkileri başarı ile geçen oyuncu, elindeki beş taşı yere öyle atmalı ve içlerinden öyle birini seçmeli ki, o taşı havaya fırlatmışken kalan dört taştan üçünü birden alabilmeli, kalan bir taşı da tek başına almalıdır.
Üçleri başarı ile geçen oyuncu, avcunda tuttuğu beş taştan birini havaya fırlatır, o havadayken avcundaki dört taşı topluca yere koyup attığı taşı yere düşmeden tutar. O taşı ikinci kez fırlatır ve az önce yere koyduğu dört taşı bu kez yerden alır ve havadaki taşı yere düşmeden kapar.
Oyuncu, taşlarla rahat oynayabildiği elinin değil de, öteki elinin orta parmağını işaret parmağı üzerine bindirir; baş parmak ile bu parmaklar arasını olabildiğince açarak elini yere koyar. Avcunda tuttuğu beş taşı, elini bu kemerin ardından geçirerek yerdeki elin önüne doğru serper. Uygun gördüğü bir taşı eline alır. Oyun arkadaşına yerdeki dört taştan hangisini 'ebe' seçtiğini sorar. Onun gösterdiği taş, ebe olur. Başparmakla işaret parmağı arasındaki kemerin içinden en son o geçecektir. Oyuncu, ebe dışındaki üç taşı, teker teker, yerdeki elinin oluşturduğu yuvaya sokmaya çalışacaktır. Bu işlem, elindeki taş havadayken yerdeki taşı eliyle veya parmağının ucuyla iterek yapılır. Her taş için en çok üç hareket, üç dokunuş, üç sürükleyiş söz konusudur da, ebenin bir hareketle oraya sokulması gerekir. Elbette, bu iş yapılırken taşların birbirine dokunmaması gerekir. Bu kurallardan dolayı, ya yerdeki ele en yakın taşı -öteki taşların ona çarpmasını, böylece oyuncunun yanmasını umarak- ya da yerdeki ele en uzak taşı -bir hamlede içeri sokamayacağını umarak- ebe seçmek daha akıllıca olur.
Beşleri oynayan oyuncu, bir taşı üç harekette ya da ebe olarak seçilen o son taşı bir harekette parmaklarıyla yaptığı o kemerden içeri sokamamışsa yanar. Taşın yerdeki elin altına iyice girip girmediği tartışma konusu olabilir. Bu durumda oyun arkadaşı (sıradaki oyuncu) , havaya attığı bir taşı yere düşürmeden o taşı oradan alıp kapabilirse, taş içeri girmemiş demektir. İçeri girip girmediği tartışma konusu olan taşı, rakibinin almasını zorlaştırmak için oyuncu, yerdeki elini öne doğru iyice eğmeye kalkışırsa ayıp etmiş olur. En çok doksan derecelik bir açı olabilir orada. Beşleri oynayan oyuncunun, parmaklarını ilk koyduğu yerden kaldırmaması, elinin yönünü değiştirmeye çalışmaması gerekir.
Beşleri de başarıyla geçen oyuncu, bu başarısının sonucunu şöyle alabilir: Avcunda tuttuğu beş taşın hepsini ya da olabildiğince çoğunu, önce elinin üstünde durdurmaya, sonra da yeniden avucuna almaya -hem de kepçeleyerek- çalışır. Beş taşın beşini kapabilen oyuncu elli puan kazanmış olur; dördünü kapan kırk, üçünü kapan otuz.
Hiç taş kapamayan oyuncu yanmış olur, bu durumda oyun sırası öteki oyuncuya geçer. Bazen elinin üstünde ancak bir ya da iki taş durdurabildiğini gören oyuncu, bunun kendisi için yeterli olmayacağını düşünerek o bir taşı veya iki taşı kapmaktan vazgeçerek bile bile yanar. Çok taş kapan veya azla yetinen oyuncu, bir oyunu tamamlamış olur ve oynamaya birlerden başlayarak devam eder.


24.
HAKEKE (SEK SEK)
Genellikle küçük kız çocukları tarafında, sokakta evlerin önünde oynanan bir oyundur. Gaziantep dışındaki yörelerde sek sek adıyla bilinir.
Oyun iki kız arasında oynanır. Yere tebeşir ya da taşla haneler çizilir. Oyuncular sırayla bu hanelerde tek ayak üstünde sekerek ve oyun taşını öteye doğru sürükleyerek oynar.
Taşı haneler arasındaki çizgi üzerinde kalan oyuncu oynama sırası hakkını kaybeder. Bu kez aynı şekilde öbür oyuncu oynamaya başlar.



25.
ŞEKER KAĞIDI
Eskiden bakkallarda Altın Fil, Bozkurt markalı glikoz içeren çok lezzetli şekerler satılırdı. Bu şekerlerin vesikalık fotoğraf büyüklüğünde kağıtları vardı. Her kağıdın üzerinde bir resim bulunuyordu. 1’den 169’a kadar sıralanan meslek resimlerdi bunlar.
1 Sütçü, 2 Salepçi, 3 Ibrıkçı, 4 Fırıncı, 5 Bozacı, 6 Dokumacı diye sürer giderdi. 72 bulunmayan numaraydı. Bu numarayı bulup da 169 kağıtlık seriye tamamlayabilirseniz bir futbol topu kazanırdınız.
Bakkalların önünde şeker çekişenler olurdu. 5 tanesi beş kuruşa satılan şekerlerden 10 tanesi yan yana dizilirdi. İki oyuncu sıranın birer tarafından çekmeye başlardı. En büyük numarayı çeken kazanarak şekerleri alırdı. Şekerlerin bedelini öbür oyuncu öderdi.
Şeker kağıtlarıyla biz çocuklar “alt mı büyük, üst mü büyük” oyunu oynardık. Birinci oyuncu kağıtlarının sırtını çevirerek sorardı:
“Alt mı büyük üst mü? ”
İkinci oyuncu bir miktar kağıt göstererek (beş ya da on kadar) ya “alt” derdi ya da “üst”… derdi. Kağıt açıldığında sonuca göre taraflardan biri gösterilen miktarda kağıdı kazanmış olurdu.
Çocukken ne kadar çok şeker kağıdımız varsa kendimizi o kadar çok varsıl sanırdık.

26.
BİLEK GÜREŞİ
İki kişi arasında oynanır. Oyuncular bir masada karşı karşıya dururlar. Rakipler ellerini birbirinin bileklerinden yakalar. Her oyuncu karşı taraftakinin elini masaya yatırmaya çalışır. Bunu başaran kazanmış olur.
Bu oyunda rakiplerin “ şlla ki kazanacağım” diyerek ısrarcı olmamaları gerekir. Zira inat sakatlıkla sonuçlanabilir.

27.
SİGARA KARTI
Eskiden sigaraların kutuları kartondan olurdu. Çocuklar bu kutuların resimli yüzünü keser, iki parçaya ayırarak bir kutadan iki kart elde etmiş olurdu. Her sigara kutusunun bir değeri vardı. Büyük Kulüp sigarasının kutusu en az değerli olandı. 20’lik…En değerli kutu Yeni Harman sigarasının kutusuydu. Beş binlik…
Öbür sigara kutularının değeri şöyle sıralanıyordu: Gelincik 35’lik, Yenice 40’lık, Boğaziçi 500’lük, Sipahi 1000’lik.
Oyunun başlaması için ortaya bir yuvarlak çizilir. Her oyuncu bu yuvarlağın içine aynı oranda kart bırakır. Herkesin uygun taşları vardır. Oyuncular sırayla taşlarını yuvarlağın içine atar; taşının sürtünmesiyle çizginin dışına çıkartmayı başardığı kartları kazanmış olurdu.

28.
GÜLLE, MİSKET
Eskiden çocukların en çok oynadıkları oyunlardan biri de gülle oyunuydu. O zamanlar henüz misketle tanışmamıştık. Bu nedenle güllelerimizle vurmaca oynardık.
Güllelerimizi kendimiz üretmek zorundaydık. Yaşımız çok küçükse, gülle yapmak için yontulması kolay olan, kolayca şekillenebilen havara taşlar kullanırdık. Bu tür gülleler pek rağbet görmezdi.
En üstte tutulan gülleler mermerden yapılan güllelerdi. Haftalarca emek vererek oluşturduğumuz bu mermer gülleleri parlatmak için onları yağlı kumaşlara sararak günlerce bekletirdik.
Bir de kil gülleler vardı. Eskiden kadınlar hamamda şampuan yerine kil ile temizlenirdi. Çünkü o zamanlar henüz şampuan da icat edilmemişti. O nedenle her evde kil bulunurdu. Biz annelerimizin bu killerinden aşırarak, bugünün misketlerine benzer ufak gülleler üretirdik.
Kil çabuk çatlayan, çabuk kırılan bir toprak türü olduğundan, onunla yapılan gülleler de ancak çok küçük yaştaki çocukların oynadığı gülleler olurdu.

29.
EL ARABASI (İki döner kafalı)
El arabası, 5 yaş çocuklarının oynamaktan hoşlandıkları bir oyuncaktı. 70 cm kadar uzunlukta bir çubuğa geçirilmiş olan bu oyuncağın iki tekerleği vardır. Tekerleklere bağlı, yel değirmenlerine benzeyen iki düzenek tekerleklerle birlikte dönerdi.
Bunların zilli olanları da vardı. Tekerlek döndükçe düzenek de döner, düzeneğe baplı olan ziller çın çın ses çıkarırdı.

30.
FIRDÖNDÜ
Fırdöndüyü çocukluğumuzda sadece yılbaşı geceleri oynardık. Babam o akşam eve bir fırdöndü getirirdi. Fırdöndü irice bir fıstık büyüklüğündedir. 6 yüzeyi vardır. Her yüzeyinde şöyle yazılar yer alır:
1 koy, 1 al, 2 koy, iki al, ne koy ne al, hepsini al.
O gece yemeğimizi yiyip kadayıfımızı de mideye indirdikten sonra odaya kocaman bir sini getirilirdi. Babamız evin bütün çocuklarını başına toplardı. Annemi de çağırırdık ama o gelmekte biraz nazlanırdı. Sonunda hep birlikte oynamaya başlardık. Babamız önceden edindiği 1 kuruşlukları oyundan önce eşit olarak bize dağıtırdı.
Sırayla hepimiz fırdöndüyü çevirirdik. Bir koy gelmişse yüzümüzü ekşiterek bir koyardık. Bir al gelirse çok sevinmezdik ama yine de parayı önümüze çekmek için gecikmezdik.
Bazen ortada çok para birikirdi. Çok dediğimiz de biz çocuklara göre çok yani. Biriken bütün paralar “Hepsini al” kime geldiyse onun olurdu.
Kazanan, büyük sevinç içinde çığlıklar atarken biz kazanamayanlar ana mahzun mahzun bakardık.
Babamızın ise o anda keyfine diyecek yoktur. Kazanan kim olursa olsun, önemli değildir onun için. İçimizden birini çılgınlar gibi sevindirmenin mutluluğu yeterdi ona.
Küçük kardeşimiz Yalçın, paralarını kaybedince ağlamaya başlardı. Babamız onu susturmak için kendisine yeniden para verirdi ama o yine susmazdı.
Şimdi niçin ağlıyorsun? Diye sorduğumuzda ise şu yanıtı verirdi:
- Kaybetmeseydim şimdi daha çok param olacaktı…



31.
TOMBALA
Tombalayı da ya yine yılbaşı geceleri oynardık ya da uzun kış gecelerinde, hafta sonlarında. Bazen de evimize gelen konuklata hoşça vakit geçirtmek için tombalayı ortaya çıkarırdı babamız.
Tombala günümüzde de oynanması süren bir oyundur ama televizyon daha çok ilgimizi çektiği için eski süksesini yitirmiştir.
Tombala oynayacak olanlar ebeden birer kart alır. Ebe her zaman babam olurdu bizim evde. Onun torbadan çıkan sayıları ustalıkla okuması yok mu, heyecandan öldürürdü bizi.
Oyuna katılan herkes ortaya bir miktar para koymak zorundaydı. Bu oyun para kazanma amaçlı olmadığından, ortaya konan para da hiçbir zaman büyük bir para olmazdı. Ama kazanmanın keyfi o küçücük parayı elde ettiğimizde bile bizi mutlandırmaya yeterdi.
Babam toplanan paraları üçe bölerdi. Eşit olarak değil ama… Birinci çinkonun hissesine düşen öbürlerinden daha az, tombalaya yani üçüncü çinkoya düşen hisse hepsinden fazla olurdu.
Torbadan çıkan sayıları dikkatle izlerdik. Bunlardan kartımızda olan bir sayı çıkmışsa, o sayının üzerini küçük bir karton parçasıyla kapatırdık. Kartımızdaki üç sıradan biri tamamlandığında:
- Çinko! .. diye sevinçle bağırırdık.
Kimse kimsenin hakkını yemesin diye babam çinko yapılan kartları kontrol ederdi.
Şu günlerde tombala oynamak isteyen birileri çıksa da oynasak…

32.
TAŞLAŞMA
Şimdi düşünüyorum da çocukken ne kadar akılsızmışız. Taşlaşma diye bir oyun olabilir miydi hiç! Biz çocukken olurdu.
Aklıma gelen taşlaşmalarda ben hep geri cephelerde savaşırdım. Geri cephede savaşanların görevi, ön cephede savaşanlara cephane sağşamaktı. Saağladığımız cephanelerimiz de elbette ki çakıl taşlarıydı. Ağabeylerimiz bu çakıl taşlarını sapanlarına yerleştirir, karşı tarafa yollardı.
Oradan:
- Yandım anam! diye bir ses duyduk mu, ağzımız kulaklarımıza varırdı.
Her zaman anası yanan onlardan olmazdı elbet. Bizden da anası yananlar olurdu sık sık. Ama bizden o ses asla çıkmazdı. Çünkü ağabeylerimiz, yaralananların ses çıkartmamaları için sıkı sıkı tembih ederdi bize.
Taşlaşmaların nasılsa her seferinde galibi biz olurduk. Belki biz olmazdık ama ağabeylerimiz hep:
- Biz kazandık, biz kazandık! diye bağırarak muştuyu verir, bizi sevindirirdi.
Evlerimize, başımız sargılı döndüğümüzde annemiz üstümüze dişi bir kaplan gibi saldırır:
- Ne oldu yavrum sana! diye ağlamaya başlardı.
Bir yandan tedavimiz yapılırken bir yandan da ağzımızdan laf çekilirdi.
Annemiz başımızın taşlaşmada yarıldığını öğrenmesin! İşte o zaman yanadık. Artık bir dayak da annemizden yememiz kaçınılmazdır.

33.
UÇTU UÇTU KUŞ UÇTU
“Uçtu uçtu” oyunu evlerde, sınıflarda oynanabilen bir oyundur. Oyuncular halkalanıp bir masanın çevresinde otururlar. Oyunun ebesi onların karşısında yer alır.
Ebe:
- Uçtu uçtu kuş uçtu! Diyerek parmağını havaya kaldırır. Ebe bir uçabileni söylediği için herkesin parmağını kaldırması gerekir.
Ebe, bir de uçamayanı örneğin tavuğu söyleyip:
- Uçtu uçtu tavuk uçtu! diye bağırarak parmağını havaya kaldırdığında ne olur?
Elbtte ki tavuk uçmaz. Ama oyunda yanılıp da parmağını kaldıran da olur. O zaman bu oyuncu hem de oyun dışı kalır, hem de öbür oyuncular kendisine güler.
Ebe:
- Uçtu uçtu… diyerek uçabilen ya da uçamayanları söylemeye devam ederek oyunu sürdürür..

34.
UZUN DUVAR
Uzun duvar aslında bir oyun değil, tekerlemedir ama çocuklar bu tekerlemeyi o kadar çok severler ki, onu oyuna dönüştürmekten kendilerini alamazlar.
Çocuklar bu oyunu şöyle oynarlar.
Üç beş çocuk bir sıraya dizilerek “uzun duvar”ı oluşturur. Ebe olan çocuk sorar:
- Uzun duvar uzun duvar, neden bu kadar uzarsın?
Uzun duvarı oluşturan çocuklar koro halinde yanıt verir.
- Uzarım uzarım ya, fare de beni deliyor…
Ebe duvarın dinine çömelmiş olan çocuğa sorar:
- Fare fare uzun duvarı niçin deliyorsun?
Fare:
- Delerim delerim ya, kedi de beni avlıyor…
Ebe kedi rolünü üstlenen çocuğa sorar:
- Kedi kedi fareyi niçin avlıyorsun?
Kedi:
- Avlarım avlarım ya, köpek de beni kovalıyor.
Ebe:
- Köpek köpek kediye niçin kovalıyorsun?
Köpek:
Kovalarım kovalarım ya, sopa da bana vuruyor.
- Sopa sopa köpeğe niçin vuruyorsun?
- Vururum vururum ya, ateş de beni yakıyor.
- Ateş ateş sopayı niçin yakıyorsun?
- Yakarım yakarım ya, su da beni söndürüyor.
- Su su ateşi niçin söndürüyorsun?
- Söndürürüm söndürürüm ya, inek de beni içiyor.
- İnek inek neden suyu içiyorsun?
Koro:
- İnek yok.
Ebe:
- Nere gitti?
- Ormana kaçtı
- Orman nerede?
- Sorumsuzun biri söndürmeden sigarasını attı. Orman da yandı bitti kül oldu.
Hepsi:
- Vah ormanım vah…
Vah ormanım vaaah…

35.
OYUNCAK PERVANE
Oyuncak pervaneler, örgü gibi bükülmüş bir telden hareketle havaya fırlatılan bir oyuncaktı. Pervane havada döne döne uzaklara düşerdi. Fervane fırlatıcısını genellikle, ucunda kıl demeti bulunan, eskiden içki şişelerini temizlemede kullanılan tellerden yaparlardı.

36.
CEP SİNEMASI
Bir de cep sinemasında gösteri yapanlar vardı. Aslında sinema filan değildi bu. Hareketsizdi yani gösterilen filmler. Bir takım manzaralar izlerdik bu cep sineması makinelerinde. Yine de hoşumuza giderdi. Şeker almak için ayırdığımız beş kuruşlarımızı bu hareketsiz filmlere yatırma konusunda gözümüzü kırpmazdık.
Parayı alan cep sinemacısı aygıtını gözümüze yaklaştırırdı. Biz de bir gözümüzü kapatarak öbür tek gözümüzle “dünyanın yedi harikası” diye tanıtılan filmi izlemeye hazırlanırdık.
Makineyi elimizle tutmak isterdik ama bu isteğimiz sinemacı tarafından derhal reddedilirdi. O, makinesini asla bırakmaz, yeni manzarayı ekrana getirmek için ard arda aygıtının mandalına basardı.
Düş kırıklığına uğrayacağımızı bile bile her seferinde beş kuruşu avcuna sayardık sinemacının. Çünkü o bağırarak yaptığı reklamında bizlere, her seferinde yeni dünyalar göstermeyi vaat ederdi.


37.
YERDE NE VAR
“Yerde ne var, yer boncuk” dünün çocuklarınca da bugünün çocuklarınca da bilinen bir oyundur. Oyunu iki kişi oynar. Oyuncuların beden yapısı açısından eşit oranda olması gerekir. Yoksa oyun sırasında bir sakatlık oluşabilir.
Oyuncular sırtlarını birbirine dayar. Kolarını birbirine çengeller. Oyunculardan biri:
“Yerde ne var? ” diye sorar.
Öbürü:
“Yer bocuk…” diye karşılık verir.
Aynı oyuncu öbürünü sırtlayarak havaya kaldırır. Yine sorar:
“Gökte ne var? ”
Yanıt:
“Gök boncuk.”
“Kaldır beni hoppacık.”
Bu kez sorma sırsıyla kaldırma sırası öbür oyuncuya geçer.
“Yerde ne var? ”
“Yer boncuk…”
Oyun usanılıncaya kadar böylece sürer.

38.
FIRFIRI
Fırfırı yarım metre kadar uzunluktaki bir çubuğa bağlı olan kağıttan yapılmış bir oyuncaktır. Yıldızı andıran kanatlar vardır. Rüzharda bu kamatlar fır fır döner.
Fırfırıları genellikle elişi kağıdından yaparlardı. Bunların sarılı, kırmızılı, mavili, pembeli, yeşilli göz alıcı renklerde olanları vardı.
Fırfırıları balonlarla birlikte seyyar satıcılar dolaşarak satardı ama bu oyuncağı satan bakkallar, kırtasiyeciler de olurdu.


39.
ÇİÇEK DÜRBÜNÜ

Sokaklarda çiçek dürbüncüleri olurdu çocukluğumuzda. Beş kuruşu verdik mi çeşit çeşit çiçekler gözlerimizin önündeydi artık.
Basit bir ayıttı çiçek dürbünü. Bir iplik masurasının içine iki cam yerleştirilmişti. Camların arasına minicik renkli kağıtlar konmuştu. Dürbünü çevirdikçe o kağıtlar türlü şekillere girer, gözlerimize rengârenk çiçekler olarak ulaşırdı.
Dürbünden o çiçekleri seyretmenin tadına doyamazdık da bizim de böyle bir çiçek dürbünümüz olsun isterdik.
Benim gibi cin çocuklar ne edip eder bir masura bulurdu. İçine uygun camları yerleiştirir camların arasına da renkli kağıt parçaları koymayı unutmazdım. Ama ne yazık ki ev yapması dürbünlerin çiçekleri, hiçbir zaman dürbüncünün gösterdiği çiçekler kadar güzel olamazdı.

40.
HALAT ÇEKMECE
Halat çekmece kırda piknikte topluca oynanan bir oyundur. Oyun için iki takım oluşturulur. Bu takımların her biri üç, beş ya da daha çok kişiden oluşabilir. Oryaya bir çizgi çizilir.
Takımlar karşı karşıya geçer. Her takım ortaya gerilen haladın birer ucundan yakalar, kendilerine doğru çekmeye başlar. Onlar haladı başarıyla çektikçe, karşı tarafın oyuncuları da halatla birlikte çizgiye doğru çekilirlar. Çizgiye kadar çekilebilen taraf kaybeder.
Kaybeden taraf artık gazozuna mı, dondurmasına mı, neyine iddiaya girilmişse rakiplerine onu ısmarlar.

41.
TAŞAR MI TAŞMAZ MI?
“Taşar mı taşmaz mı” oyunu gazoz açmayla ilgili bir oyundur. Oyuncular bir gazozcunun önünde buluşur. Oyunculardan biri bir şişe gazozu eline alıp hafifçe sallar. Sonra da karşısındaki oyuncuya sorar:
- Taşar mı, taşmaz mı?
Karşıdaki oyuncu diyelim ki:
- Taşar, dedi. İlk oyuncu gazozun kapağını açacakla açar. Eğer gazoz taşarsa rakip kazamış olur. Taşmazsa kendisi kazanır. Gazozu, kazanan alırken, parasını da kaybeden öder.

42.
HINÇ OYUNU
Çocukluğumda en sevmediğim oyun buydu. O yüzden bu oyunu hiç oynamadım. Oynamak da istemedim. Sanırım bunun nedenlerinden biri de bir arkadaşımızın bu oyunda fena halde yaralanmış olmasıydı.
Hınç oyunu için büyükçe bir çivi gereklidir. Oyunun olabildiğince yumuşak topraklı bir zeminde oynanması gerekir ki, çivi toprağa kolayca saplanabilsin.
Oyunu oynayacak olan oyuncular yere bir daire çizerler. Oyuncular sırayla çiviyi bu dairenin içine saplamaya çalışır. Dairenin, çivinin saplandığı yerin hizasında kalan bölümü atan oyuncunun olur.
Oyunun adı niçin hınç? Sanırım çivi toprağa saplanırken “hınç” diye bir ses çıkarır da ondan…

43.
YAĞ SATARIM
Bu oyunun bir adı da mendil kapmacadır. Sayısı 10’dan fazla olan çocuklar bir alanda yuvarlak oluşturacak şekilde dizilirler.
Oyun için mendil saklayan bir ebe seçilir.
Ebe eline aldığı mendili aşağıdaki tekerlemeyi söyleyerek oturanların arkasında dolaştırır.
“Yağ satarım, bal satarım,
Ustam ölmüş, ben satarım.
Ustam gitti kömüre
İnşallah içine gömüle…
Şarkıya oturan öbür oyuncular da katılırlar. Ebe mendili birisinin arkasına bırakır bırakmaz kaçmaya başlar. Eğer arkasına mendil konan bunun ayırımında olmazsa o zaman halkadakiler şarkının ikinci bölümünü söyler:
“Ustam işe kürksüz gitmez
Satsam kürkü beş kââd etmez
Uyuma Ali avanak (Ebe mendili kimin arkasına koymuşsa onun adı söylenir.)
Dön de bir arkana bak.”
Arkasına mendil konan, mendili koyanı yakalayamazsa ebe olur. Oyun böylece devam eder.

44.
ÇEMBER ÇEVİRME
Çember çevirme küçük yaştaki çocukların en çok sevdiği oyunlardan biriydi. Çemberler varil kasnaklarından, eski bisiklet tekerleklerinden, tekerleğe benzeyen her şeyden oluşabilirdi.
Çemberi çevirmek için bir yürütücü yapardık. Bazen birkaç bir arkadaş bir araya gelir, çemberlerimizi yarıştırırdık.
Kazanana hiçbir ödül verilmezdi. Ama biz çmber çevirmaktan duydğumuz zvki zaten hiçbir ödülle değişmezdik.

45.
TAVŞAN KAÇ
En az on kişi ile oynanan bu oyun için bir kaçan bir de kovalayan ebe seçilir. Kaçan ebe tavşan, kovalayan ise tazıdır.
Oyuncular halka olur, el ele tutuşur, aşağıdaki şarkıyı söyleyerek sağdan sola doğru dönmeye başlarlar.
“Bak getirdim sana
Ne hediye ne hediye
Tavşan bana baksana
Yakışmıyor bu sana
Tavşan kaç, tavşan kaç,
Taaavşaaan kaaaç…”
Tavşan dediğimiz kaçan ebe halkanın dışında kalır. Tazı diye adlandırılan kovalayan ebe halkanın içindedir.
Oyuncular şarkıyı bitirip durdukları andan itibaren tavşan kaçmaya, tazı kovalamaya başlar. Tavşan halkadaki oyuncuların çevresinde koştuğu gibi, yakalanmamak için oyuncuların arasına da girip çıkar.
Böylece oyun tavşanın yakalanmasına kadar sürer. Eğer tazı tavşanı yakalayamazsa bu kez kendisi tavşan olur. Oyuna, yeni bir tazı seçilerek devam edilir.


46.
EŞEK-KRAL OYUNU
Bu oyunun oyuncağı yarım sayfalık mektupluk kağıttan, ya da benzeri başka kağıttan yapılırdı.
Aslında kağıttan yapılan bir dizi oyuncak vardı. Kayık, tuzluk, uçak bunlardan bazılarıydı. Kağıttan yaptığımız tuzluğu ters çevirince karşımıza “Eşek-Kral” oyununun oyuncağı çıkardı. Bu oyuncak 4 kanat, 8 yüzeyden oluşur. Her yüzeye “kral, eşek, tembel, çalışkan, ayı, maymun, aslan, kedi”gibi iyi ya da kötü şeyler yazılırdı.
Bir tür körüğü andıran bu oyuncağa dört parmağımızı geçirerek karşımızdakinden bir sayı söylemesini isterdik.
Oyuncağımızı söylenen sayı kadar açıp kapatmaya başlardık. Son sayı söylendiğinde açılan yüzeyde ne varsa karşımızdaki o olurdu. “Kral” ya da “çalışkan” gelmişse kendisi kasılırdı. “Tembel, maymun, ayı” gibi bir şey gelmişse izleyenler kendisine gülerdi.

48.
HACI YATMAZ
Hacıyatmaz özel yapımlı bir oyuncak bebektir. Bebeğin dip kısmına ağırlık olarak kurşun konmuştur. Bu nedenle onu nasıl bırakırsanız bırakın, bir iki sallanır, yine dikilir.
Hacı yatmaz oyunu için de küçük bir tekerleme uydurulmuştur.
“Hatı yatmaz
Yatarsa kalkmaz” denir ama yatan hacı yatmazın kalkmadığı hiç görülmemiştir.

51.
KUŞ AVLAMA
Süngerle kuş vurma işi elbette ki bir oyun değildir. İyi çocukların kuş gibi güzel canlıların yaşamına son vermeleri düşünülemez. Bu işi yapmak son derece çirkin bir tutundur.
Ne yazık ki çocukluğumuzda bazı yaramazlar kuş vurma işini oyuna dönüştürürdü. Kuş vurmaya meraklı olanlar bu iş için özel sünger sapanlar yaparlardı.
Aslında kuş vurma işi aynı zamanda son derece tehlikelidir. Hatırladığım kadarıyla süngeriyle kuş vurmak isteyen bir arkadaş bu yüzden bir gözünü kaybetmişti. O arkadaş kuş vurmak için süngerine tüfek saçması yerleştirmiş, attığı saçma da demir bir direğe çarparak geri sekmiş, gelip kendisinin gözüne girmişti.
Ne yazık ki o arkadaşımızın gözü kurtarılamadı.

52.
EBE BENİ KURDA VERME
“Ebe Beni Kurda Verme” oyunu 10-12 kişi arasında, kırda, piknikte, okul bahçesinde oynanır.
Oyunculardan biri kurt olur. Öbürleri tek sıra haline dizilmiş olan kuzulardır. Kuzuların annesi olan koyun, dizinin en başında yer alır. Kurdu sürekli olarak kuzularından uzak tutmaya çalışır.
Kurt hamle yaparak kuzulara dokunmaya uğraşır. Kuzular sürekli olarak ondan uzaklaşmaya çaba gösterir. Bunu yaparken de hep bir ağızdan şöyle bağırışırlar:
Ebe beni kurda verme,
Verirsen de yedirme…”
Kuzular kurttan kaçarken kendi önlerindeki oyuncunun beline sıkı sıkıya sarılmıştır. Zincirin kopmamasına özen gösterir.

53.
YAKAN TOP
“Yakan Top” iki grup arasında bir topla oynanır. Gruplardan biri ikiye bölünür. Top atan grubu oluşturur. Sırayla topu karşıdaki grup arkadaşlarına atarken, ortadaki gruptan insanları vurmaya çalışırlar.
Vurulanlar oyundan çıkarken, amaç ortada kimseyi bırakmamaktır. Eğer vurulması gereken insanlardan herhangi biri topu eliyle yakalarsa buna can almak denir.
Alınan her canla vurulup daha önceden elenen kişilerden biri oyuna tekrar dahil edilebilir.


54.
ELİM SENDE
“Elim Sende” oyunu genellikle iki kişi arasında oynanır. Oynanmaya karar verilince iki oyuncu da bir diğerine dokunmak için fırsat kollar.
Sonunda bu fırsatı yakalayan biri:
“Elim sende…” diye bağırarak kaçmaya başlar. Öbürü yakalayıp ona dokunmak için peşine düşer.
Bu konuda anlatılan bir fıkra çok hoştur:
Delinin biri sokakta dolaşırken adamın birine usulca yaklaşır. Adam korkarak kaçar. Deli de arkasından… Sonunda kaçacak yer kalmaz. Adam korkudan bayılmak üzeredir:
“Lütfen öldürme…' diye inler. Deli ona iyice yaklaşır kendisine dokunur:
'Elim sende…” der. Şimdi de sen beni kovala bakalım.

55.
LADES
Bu oyun bir iddialaşma oyunudur. Gerçi iddialaşmak hoş bir şey değildir ama çocuksanız, iyi mi değil mi bunu düşünmeden lades tutuşursunuz.
Oyuna başlamadan taraflar arasında şu konuşma geçer.
- Ladesin lades olsun mu?
- Olsun…
- Mızıkçılık yapanın eteğine taş dolsun mu?
- Dolsun…
- Kaybeden rakibine ödülü alsın mı?
- Alsın.
Bundan sonra tavuğun lades kemiğine benzeyen bir çöp bulunur. Oyuncular bu çöpün birer uzundan tutarak kırarlar. Oyun başlamıştır.
İki taraf da karşısındakine oyunu unutturmaya çalışarak onun eline bir şey vermeye çalışır.
Uyanık olan uzatılanı alırken:
- Aklımda… der.
Bunu söylemeyi unutarak alırsa oyunu kaybeder. Ortaya konan ödülü rakibine verir.

56.
ORTA SIÇANI
El topuyla “Orta Sıçanı” oyunu üç kişiyle oynanır. İki kişi birbirine atarken topu orta sıçanına kaptırmamaya çalışır. Paslaşma sırasında topa ship olanlardan biri hatalı bir atışta topu kaybederse, o zaman “orta sıçanı” kendisi olur.

58.
SALINCAK
Salıncağa binmek çocukların çok sevdiği bir oyundur. Salıncaktayken daldan dala sallanmak ise son derece heyecan vericidir.
Eskiden, bugün olduğu gibi adım başında bir çocuk bahçesi yoktu. Çocuklar anne babalarından salıncak kurmalarını isterdi. Bahçesi olanlar evlerinin bahçesine, bahçesi olmayanlar çocuklarını mutlu edebilmek için odalarının içine bile salıncak kurardı.
Hele bebeğiniz çok küçük yaştaysa, durmadan da ağlıyorsa, ona odanızın birinde salıncak kurmanız artık kaçınılmaz olurdu.
Salıncağa binmeyi çocuklar kadar büyükler de sever. Salıncağa meraklı olup da bahçesi de uygun olanlar, buralara hazır salıncaklar alıp kurardı. İki kişinin bir arada sallandığı salıncaklar da vardır.
Gemi gibi bazı ulaşım araçlarında, mürettebatın yatması için hamak adı verilen salıncaklar bulunur. Hamak, bazı kimseler tarafından evlerin bahçelerine de kurulur. Bunu kuranlar hamakta gündüz uykusuna yatmanın keyfini yaşarlar.

59.
ORTA PARMAĞIMI BUL
Bu bir göz boyama, şaşırtmaca oyunudur. Gösteriyi yapan sağ elinin bütün parmaklarını tutam yapar. Sol eliyle de o parmakları sarmalar.
Karşısındakine:
“Orta parmağımı bul,” der.
Karşıdaki oyuncu orta parmağı kolayca bulur.
Gösteriyi yapan buna şaşmış görünür.
“Bir daha,” der. “Haydi, yine bul...”
Öbürü kendiden emin, orta parmak diye tutamdaki parmaklardan birini gösterir ama bu kez bilemez.
Defalarca tekrarlanır ama orta parmak asla bulunamaz. Çünkü gösteriyi yapan, artık orta parmağı avucunun içinde gizlemektedir.
Karşıdaki oyuncu dikkatli olsa seçimini yaparken ortda beş değil, sadece dört parmak olduğunu fark ederek hileyi çözer.

60.
KARDAN ADAM, KARTOPU
Bazı yörelere kar yağmaz. Çocuklar ne kartopu oynayabilirler, ne da kardan adam yapabilirler. Bizim yöremize her yıl muhakkak kar yağar. Kar oyunları, yöremiz çocuklarının en sevdiği oyunlardandır.
Kar bütün çocuklar tarafından sevilir. Kar yağınca bütün çocuklar kar topu oynar. Bazı çocuklar da kardan adam yaparlar. Aslında karlı havada dışarıya çıkmak çok tehlikelidir. Onun için sokağa çıkarken sıkı giyinmek gerekir.
Kardan sonra hava ayaz olursa yerler buz tutar. Buzlu havada yürürken çok dikkatli olmak gerekir. Zira insanın ayağı kayacak olsa, bir yeri kırılabilir. Çocuklar böyle havalarda kızakla da kayarlar.

61.
SAKLAMBAÇ
Saklambaç oyununda bir kişi ebe seçilir. Ebe seçilen kişi, mere olarak saptanan bir duvara ya da ağaca yüzünü dönerek belirli bir sayıya adar sayar.
Diyelim ki 50’ye kadar sayma kararı alınmıştır.
Ebe yüksesk sesle:
“Bir, iki, üç, beş, on…” diye sayar. “Kırk dokuz elli…Sayısı belli. Arkamdaki, önümdeki sobeee! ” diye saymayı bitirir. Sonra da saklananların yerini keşfetmeye çalışır.
Saklanan oyuncular onun dalgınlığından yararlanarak mereye sobe yaparlarsa canlarını kurtarmış olurlar.
Ebe, saklananlardan birini sobelerse, bu kez ebe sobelenen olur.

62.
SİNEMA OYUNU
Sinema oyunu evlerde oynanan bir oyundur. Oyuncular üçer veya dörder kişilik guruplarala ikiye ayrılır. Guruplardan birisi kendi aralarında kararlaştırdıkları bir filin adını hareketlerle arkadaşlarından birine anlatmaya çalışırlar.
Sonra öbür taraf anlatmaya başlar. Sırayla ikiş tarafın oyuncuları da anlatma ve anlatılanı çözme işine katılır. En başarılı taraf kazanır.

63.
COĞRAFYA
Coğrafya oyunu iki kişi arasında oynanabileceği gibi daha çok kişi arasında da oynanabilir. Bir tür bilgi yarışması olan bu oyun sıkıcı uzun yolculuklarda iyi bir eğlendirircidir.
Oyun için taraflar birer kâğıt ile birer kalem edinir.
Kâğıdın üzerine sorulacak soruların yazılacağı bir çizelge yapılır. Çizelgede:
Şehirler, göller, nehirler, dağlar, devletler, denizler gibi seçenekler bulunur. Çizelgede her soru bölümümün yanına bir de verilecek not hanesi eklenir.
Oyuncular sırayla bir harf söyler. Oyuncular bu harfle başlayan yanıtları yazarlar. Yanıtı tam olarak bilen 10, başkasıyla ortak bilen 5 puan alır. Hiç yanıt bulamayanın hanesine sıfır yazılır.
Oyun bittiğinde puanlar toplanır. En çok puan alan çocuk oyunu kazanmış olur.

64.
FIS FIS OYUNU
Fısfıs oyunu kalabalık sayıdaki topluluklarda oynanır. Oyuncu sayısı 8 ile 12 arasında değişebilir. Oyunu bir kişi yanındakine bir cümle söyleyerek başlatır. Örneğin cümle şöyle olabilir:
“Dün gece işten çıkıp eve doğru giderken yolda çok komik bir şeye şahit oldum.”
Bu cümleyi bir oyuncu sağındaki oyuncunun kulağına fısıldayarak söyler. İkinci oyuncu cümleyi tam anlayamamışsa tekrarlattırma hakkına sahip değildir. O da yanındakine anladığı kadarını fısıldayacaktır. Örneğn 2. kişi kendisinden öncekinden şöyle mi duydu:
“Dün gece yarısı eve doğru giderken yolda çok kötü bir olayla karşılaştım.”
2. Oyuncu da fısıltıyı 3. kişiye aklında kaldığı kadarıyla aktarır:
“Dün eve geç kalmıştım, karım beni çok kötü karşıladı.”
3. Oyuncu 4.’nün kulağına anladığı kadarını şöyle fısıldar:
“Eve et almıştım, karım onu pişirdi.
4. oyuncu beşinciye şöyle fısıldayacaktır:
“Ete etiket yapıştırdım. Karım çok şaşırdı.”
Gürdüğünüz gibi başlangıçtaki cümle, kulaktan kulağa fıs fısla sonuncu kişiye tanınmayacak bir halde geliyor.


65.
PAPAZ KAÇTI
Papaz kaçtı evlerde aile arasında oynanan bir kağıt oyunudur. Gerçi bu bir büyükler oyunudur ama çocuklar da “papaz kaçtı”ya katılmayı severler.
Bir deste oyun kağıdıyla oynanan bu oyun üç kişiyle başlayıp daha çok sayıda kişiyle de oynanabilir. Oyuna başlamadan önce destenin içinden üç papaz çıkarılır. Oyunda sadece bir tek papaz kalır.
Ebe, oyunculara eşit sayıda kağıt dağıtır. Oyuncular ellerindeki kaıtlardan çift olanları masaya bırakır. Örneğin 2 tane ikili, iki tane beşli, iki tane kız vb varsa bunlar elden çıkarılır.
Sonra soldan sağa doğru oyuncular kendilerinden bir sonrakine, elindeki kağıtlardan birini çektirir. Oyuncular papaz çekmemeye özen gösterir. Eğer çekerse papazın elinde olduğunu hissettirmemeye çalışır.
Her oyuncu kendinden önceki oyuncudan çektiği kağıtlarla elindeki çiftleri ata ata kağıtlarının azalmasını sağlamaya çalışır. Oyunun sonunda papaz birinin elinde kalacaktır.
Oyununun bu partisini papazı kaçıramayan kaybetmiş olur.

66.
KÖŞEKAPMACA
Köşe kapmaca oyunu beş kişiyle oynanır. Oyun genellikle dört köşesi bulunan boş odalarda oynanır. Bir kişi oyunun başladığını bildiren düdüğü çalar. Düdük sesi üzerine herkes bir köşe kapar. Ancak odada sadece 4 köşe ile 5 oyuncu olduğundan, oyunculardan biri ortada kalır. Ortada kalana “Orta sıçanı” denir.
Köşe kapmayı başarmış olan oyuncular, oyuna heyecan katmak için sık sık birbirleriyle yer değiştirirler. Bu değiştirme sırasında ağır davranan biri olursa “orta sıçanı” onun yerini kapar. Bu kez yeri kaplan oyuncu “orta sıçanı” olur.
Oyun böyle sürdürülür.

67.
İP ATLAMA
İp atlama oyununu bir kişi kendi kendine de oynayabilir. Ama oyunun daha eğlenceli olabilmesi için yarışmaya dönüştürmekte yarar vardır.
Bu durumda iki kişi ipi sallarken üçüncü kişi atlamaya başlar. Atlayan ipe takılınca can kaybeder. Böylece atlama sırası ikinci oyuncuya geçer.
İki kişinin ip sallayıp iki, üç hatta daha fazla kişinin atladığı ip atlama oyunları da vardır.

68.
KÖREBE
Oyunculardan biri ebe olur. Ebenin gözü bağlanır. Bu oyun çeşitli yörelerde çeşitli şekillerde oynanır.
Bizim yöremizde gözü bağlanan ebe, çeveresindeki gözü bağlı olmayan oyunculara dokunmaya çalışır. Eğer birine dokunmayı başarırsa, ebe dokunduğu kimse olur. Oyun böyle devam eder.
Başka yörelerde körebe oyunu şu adlarla, şu şakilerde oynanıyor:
SICAK SOĞUK
Diyelim ki oyun bir odada ya da sınıfta oynanıyor. Körebeden bulması istenen şey saptanır. Odanın bir köşesine saklanır. Körebe odada dolaşırken saklanan şeye yaklaştıkça odadaki öbür oyuncular “sıcak sıcak sıcak…” diye seslenir. Körebe bulunacak şeyden uzaklaştıkça “soğuk soğuk soğuk” diye seslenirler.
Bu oyun sınıfta sıralara vurarak da oynanır.
Alkış sesleriyle de ebe hedeften uzaklaştırılır ya ya hedefe yakınlaştırılır.


69.
HANGİ KAĞIDI TUTTUN?
Elinize bir deste Kızılay oyun kağıdı alın. Kızılay oyun kağıtlarının arkasında ay yıldız resmi vadır.
Karşınızdakine 52 kağıdın içinden birini seçmesini söyleyin. O kağıdı seçsin ama size göstermesin. Siz ondan aldığınız kağıdı başı aşağıya gelecek şekilde destenin içine katın. Sonra da destedeki kağıları iyice karıştırın.
Kâğıtları tek tek açmaya başlayın. Ay yıldızı ters duran kağıda geldiğinizde onu destenin arasından alıp çıkartın:
“Bunu mu seçmiştin? ” diye sorun.
Arkadaşınız bu marifetinize çok şaşacaktır. Oysa bunda şaşacak bir şey yoktur. Deste içinde ay yıldızı baş aşağı gelen bir tek onun seçtiği kağıt vardır.

70.
BİLMECE SORMACA
Topluluklara oynanan en zevkli oyunlardan biri de bilmece sormacadır. Oyun için bir katip atanır. Oyunculardan her biri sırayla ortaya bir bilmece sorar.
Kâtip, bilmeceye doğru yanıt verenin hanesini 10 puan yazar. Oyun bittiğinde oyuncuların puanı hesaplanır. En çok puan kazanan birinciliği almış olur. Birincinin adı söylenerek ona:
“Ya ya ya
Şa şa şa…” çağrılır aynı zamanda alkışlanarak ödüllendirilmiş olur.

71.
KARPUZ YEMECE
“Karpuz Yemece” oyununda yarışmacılar ellerini arkalarında kavuşturarak önlerine gelen bir dilim karpuzu, ellerinin yardımı olmadan yer. Bu işi herkesten önce başaran kişi binciliği kazanarak vaat edilen ödülü alır.

72.
YOĞURT YALAMACA
Yoğurt yalamaca kermeslerde, şenliklerde oynatılan oyunlardan biridir. Yarışmacılardan, ellerini kullanmadan önlerindeki tabakta bulunan yoğurdu yalayarak bitirmeleri istenir.
Yarışmacılar yoğurdu yalayıp yutmak için çırpınırken, ağızları burunları yoğurt bulaşığı içinde kalır. Onları izleyenler de buna katıla katıla güler.

73.
KİRAZ YEME
“Kiraz Yeme” de kermeslerde, şenliklerde oynatılan oyunlardan biridir. Oyunculardan, ellerini kullanmadan ağaçtan sarkıtılan kirazları yemeleri istenir.
Yarışmacılar kirazı yemek için uzandıkça, kurulan bir düzenek kirazları onlardan uzaklaştırır. Yarışmacıların bu durumu izleyenleri eğlendirir.

74.
ÇUVALLA YÜRÜME
Şenliklerde düzenlenen yarışmalardan biri de çuvalla yürüme oyunudur. Yarışmacıların çuval içinde seke seke hedefe ulaşma çabaları görülmeye değer bir manzaradır. Bu durum, izleyenleri kahkahadan kırar geçirir.

75. KOLAY ÇARPMA
Bir çok sayıyı kolay çarpmanın pratik yolları vardır. Bir sayıyı 10’la çarpmak için o sayının arkasına bir sıfır koymanız yeterlidir. Örneğin 12x10=120
Bir sayıyı 100’le çarpmak için o sayının arkasına iki sıfır koymanız yeterlidir. Örneğin 55x100= 5500
1000’le çarpmak için o sayının arkasına üç sıfır koymanız yeterlidir. Örneğin 68x1000= 68000

BİZ BİZ ARABAYIZ
Genellikle kız çocuklarının oynadığı bir oyundur. İki dizeli bir tekerlemeyi söyleyerek oynanır. En az 2-3 kız ellerini birnirinin beline dolayarak seke seke yürür. Yürürkn şu tekerlemeyi söyler:
“Biz biz arabayız
Önümüze geleni çiğneriz…”
Bu oyunda, oynayanların arabaya dönüşerek, birilerini çiğnemelerinin söz konusu olması gibi olumsuz bir mesaj verme anlamında algılanmamalıdır.
Oyuncular, tekerlemeleriyle yayaları motorlu araçların geçtiği yolda dikkate çağırmakta, çiğnenme tehlikesi olduğu mesajı vermektedir.

YAŞA YAŞA MELEGİM
Bu oyun da yine kızlar arasında en az iki kişi ile oynanan bir oyundur. Bu oyunda da oyuncula bibilerinin beline elleriyle sarmışır. Sekerek koşarken şu tekerlemeyi söylerler:
“Yaşa yaşa meleğim
yalamazsan küserim…”
Tekerlemeyi söylerken oyuncular, ayak tabanlarını abartmalı şekilde kaldırarak, söz atmak istedikleri birilerine göstermek istercesine zıplayarak yürürler.

ÇÖMÇE GELİN
“Çömçe gelin ne ister
Bir yumaklık un ister.”
Şeklindeki tkerlemeyle oynanan oyun mahallenin kızlı erkeklı yumucajları tarafından oynanır.

DOKTORCULUK OYUNU

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 12.1.2010 22:57:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç