herkes kaderini yaşamak ister
kuyuya düşme
ihanete uğrama pahasına
yusuf olmak ister
her yusufun bir saraya sultan olamayacağını
bilir bilmesine
ama yinede kendi geçmek ister
hayatın sarp yokuşlarından
yaşamak ve görmek ister yaşanacak ne varsa
oysa kopan her takvim yaprağı
usulca fısıldar bize hakikati
ömrümüzden eksilenler
her geçen saat artar da
bizim vaktimiz yoktur gerçekle yüzleşmeye
zaman ayarlı saatlerimizin tik takları hızlanır giderek
tükenir zaman
yelkovan akrebi kovalar biteviye
yetişmek ne mümkün bu telaşlı gidişe
geçen her saat aleyhimize
ben buradayım
beni de görün diye haykırırken
akıp gider yanı başımızdan
güneş tüm şiddetiyle kasıp kavururken şehri
çarşı pazarda her şey olması gerektiği gibi
gelen kervanlar
geçip giden yolcular
açılan kapılardan
yayılırken etrafa
her şey yerli yerinde değilken daha
pür telaş koştururken kalabalık
daha alışamamışken
can havliyle bağırır adamın biri
zira sermayesi sıcağın etkisiyle tükenmek üzere
endişe ve telaş içeresin de haykırır
-bu garibe yardım eden yok mu
sermayesi sürekli tükenen bu garipten buz alan yok mu
işte gerçek tüm çıplaklığıyla ayan beyan meydanda
söylenecek tüm sözler
buz misali eriyip tükenir
anlamını kaybeder
bir gerçeğe kilitlenir
ağustos sıcağında
eriyenin sadece buzlar değil
ömürde erir
saniye saniye dakika dakika
saat saat…gün gün
ömür buzumuz
eriyip toprağa damlayan buzlar gibi
ziyan olup gider
doğumla başlar erimeler
gündüzler gece
beyazlar simsiyah
göz yaşları bir yalan olur
sahile vurur sıcak dalgaları
ve bir gemiyle uzak yolculuklara yol alanlar
uğurlanır elvedalarla
ışıkların söneceği son saatte
bir güneş belki çok uzaklarda
doğar yeryüzüne
bütün elmalar toplanır dallarından
yeniden
türküler söylenir kaç defa
hep bir ağızdan
mum ışığını ölüm gibi söndüren rüzgar
parçalar bütün karanlığı
oysa yıldızlar karanlıkta parlar
gecenin alacası düştüğünde
dağlarda düzlerde ne kadar kardelen varsa
yeniden uyanır o dem
zaman bu
ona ne kılınç kını dayanır
ne meşhur kaleleri sultanların
kınlar eskir
kaleler çürür
hani nerede
şahin bakışlı ve kartal duruşlu
o taçlı hükümdarlar
hani karunun dağ gibi altınları
hani ad
hani adnan
hani babil
dünyanın en şaşaalı yurdu
bir masal şimdi
bir varmış bir yokmuş
bir toz toprak bulutu
hani o taçlar
o devletler
o mülk ve saltanatlar
bir hayal şimdi
mağaranın önünden geçen gölge gibi
zamandan geçip gittiler
birkaç tarihi rakamdan başka
geriye bir şey kalmadı
redfer
İlyas KaplanKayıt Tarihi : 15.12.2023 13:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!