GÜLÜMSEYEBİLENLERE
Fabrikanın kapısından elimde tekerlekli valizimle çıkarken, ‘’nizamiye kapısından’’ çıkar gibi hissettim, kapıda ki güvenliğe bir el selamı verip, önceden yer ayırttığım otobüse yetişmek için acele ana yola doğru yürümeye devam ettim. Başımı kaldırıp şefkatle, masmavi gökyüzünde, küme küme kah ayrılmış, kah birleşmiş bulutlarda gezdirdim bakışlarımı. Derin derin doldurdum ciğerlerime; Anadolu’nun orta yerinde rakımı 1200’lerde ki tertemiz havayı. Fazla çalışmalarıma karşılık izine çıkmıştım. On adım önümde benimle akran bir işçi arkadaşım telaşla koşar adım ana yola doğru yürüyordu. Benden önce yolun kenarında durdu, yerinde duramıyordu. Telaşlı, sinirli, panik halindeydi. Yanına vardım, selam verdim. Tanıştık, biraz konuşmadan sonra dayanamadım, sordum; - hayrola kötü bir şey yoktur dilerim, dikkat ettim de telaşlısın. Dedim.
– Sorma. Bizim oğlana ulaşamıyormuş hanım dört saattir. Bende arıyorum çalıyor cevap vermiyor. Dedi.
Oğlu on sekiz yaşındaymış, bir fırında çalışıyormuş. Aslında çok sessiz sakin bir çocukmuş, böyle bir şeyi daha hiç olmamış, o yüzden çok telaşlanmışlar. Aklına kötü şeyler getirmemesini, sakin olmasını, gençtir hoş karşılamalı, gibi teskin edici şeyler söyledim, biraz rahatladı. Bacanağını çağırmış hemen arabasıyla gelip onu alması için, zaten yaşadığı yerde fabrikaya on beş dakika uzaklıktaymış. Sonra ambulans hızıyla geldi bacanağı, önde daha telaşlı, ağlamaklı, sanırım eşiydi bir bayan oturuyordu. Hızla açtı kapıyı, bindi, hızla kapandı kapı, yine ambulans hızıyla uzaklaştılar. Zor dedim içimden, annelik babalık böyle zor bir şey işte dedim. Benim de o yaşta bir evladım var çünkü.
Otobüsüm geldi, valizimi bagaja koydu muavin, yerime oturdum. On beş dakika yoldan sonra, telaşlı, kaygılı işçi kardeşimin yaşadığı yerde yolcu almak için durdu otobüs. Evladını arayan babayı görebilir miyim diye bakındım ama yoktu. Yaşlı, kasketli, takım elbiseli, ak sakallı bir amca geldi yanıma, selamlaştık, çantasını yukarı koydu, yerleşti koltuğuna, daha iki dakika geçmedi saatini gösterdi;
-Oğlum bak bakalım saat doğru mu? Dedi.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta