kimse onun gibi değil
onun hatırına sevilir oğul ve kızlarımız
sonsuzluk vaat eden onun haberiydi
evladı göz aydınlığı eyleyen onun müjdesi
evladı anaya sevdiren de
evlada babayı sevdiren de onun muhabbeti
ne dengi var
ne de benzeri
müjdelerin aslı
merhametlerin mayası
tesellilerin anası
hüzünlerin çaresi o idi
yıldızların dağılabileceğini
dağların yerlerinden oynayabileceğini o hatırlattı
güneşin yörüngesinde hep itaat içre
akıp gittiğini o söyledi
varlığı okudu
taşların da emre karşı yumuşak olduğunu
ateşin de emirle yandığını
itaatle tutuştuğunu haber verdi
dağın da kul olduğunu
denizin de itaat ettiğini o söyledi
varlığın secdesini
görünür kıldı gözümüze ve gönlümüze
teslimiyetin gölgesinde
söndürdü göğüslerimizde
yanıp duran hırs alevlerini
secdenin gölüne
gül eyledi alnımızı
sonsuz ve sessiz çayırlara eriştirdi
kanayan çıplak ayaklarımızı
sana, yalnız sana ibadet ederiz… diye
öğrettiğinden beri
hücre hücre eğilişlerimizi
izzetli bir kulluğa çevirdi
Rahman’ın sofrasına çağırdı bizi
senden, yalnız senden yardım isteriz…diye
bildirdiğinden beri
gece gündüz muhtaçlıklarımızı
şerefli bir yakarışa çevirdi
Rahim’in dergahında ağırladı bizi
secdelerimizi en gölgesiz
en dolaysız
en lekesiz
en şüphesiz yakınlığımız eyledi
mescid eyledi
yeryüzünü
ey… ümmü seleme
oradaki dostları mı andın ki birden
gözbebeğin kanlandı
gözyaşın aktı kırmızı kırmızı
yoksa bir yel mi esti
yoksa dağın üstünde, kapkaranlık gecede
şimşek mi çaktı
gözlerine ne oldu ki
coşan ırmak olmuş
ya kalbine ne dersin
yetiş huzur dedikçe artar acısı gamı
aşk gizli kalır mı kimseden
gönül yanıp dururken
gözden akarken çeşme gibi gözyaşı
hasret olmasaydı
döker miydin gözyaşını böyle taze taze
gözün uykudan kaçar mıydı
andığında cananını
başkası inkar etse ne çıkar
gerçek şahitler var
yaşa batık gözler
sararmış yüz
zayıf ten ve göz çukurları
bir evlada hasretten değil de
nedendi peki
ey… ümmü seleme
yanağında kırmızı gül izi
dicle fırat yatağı gibi
hayali gelip birden uyandırır
özlemin gelir gamlarla
ahın sebebini bir bilsen
gönül yanık
gizlenir gibi değil ki bu sır
bir derde bin dert katan sır
nasıl inkar edilebilir oysa
ağaran saçın beyazlığı
hasrete batık yürek öğüt mü dinler
kendi karanlığına gömülmüş ak saç
nasıl ışıtır karanlığı
tahassür sessiz,
ihtişamsız apak çıkagelir
karşılayan bile olmaz
bilseydin ki
siyaha boyadığın gecelerin ardına
saklardın kendini
saklardın tüm sırrını
ekinler kurudu
uzak hatıralarının kucağına sancıları sızdı
kaderin keder olup titrek hayaller üzerine düştü
baharların tutuştuğu vakitte
söz kesildi, dil bağlandı
şimdi ölgün matemler hüzzam çalıyor
ey… ümmü seleme
şimdi sürmeden gözler
ağızdan sözler çalınmakta
çok bilmiş şairlerin dizeleri mil çekiyor gözlere
bir ayağı seksek oynayan çocukların
diğer ayağından kan sızıyor toprağa
kapı önlerinde dizi dizi avcılar bekliyor
güvercinleri vurmak için
biçim biçim lodoslar ağlıyor sahillerde
solgun renkler düşüyor
bir bir yere
evvel baharlara sarı yapraklar dökülüyor
kaybedilen renkleri
aramak bulmak kalıyor artık
yedi kat yerin altında da olsa
yitirilenleri aramak
yetimhanenin avlusunda bir kara çelenk
taziyeler mihrapta kabul ediliyor
ağla ki
ey… ümmü seleme
iki gözün iki çeşme
bugün sevgiyi uğurladık
haberin var mı
redfer
Kayıt Tarihi : 29.1.2025 01:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!