Türk Şairler Birliği Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: İsmail Uysal
Alan:   Grup:Türk Şairler Birliği
Tarih: 06.03.2012 15:23
Konu: MATÜRİDİ 4. BÖLÜM-lütfen yanlış anlamayın para istemiyorum -13 word olan bölümü mailinize yollayabilirim

Lütfen yanlış anlaşılmasın para falan istemiyorum sadece paylaşmak ve bu akıl dahisini islam alemine tanıtmak istiyorum. siteye yükleyemediğim ve soruma yanıt alamadığım için mecburen utanarak arkadaşlarımdan mail adreslerini yazarlarsa 13 bölümden oluşan bu çok önemli eseri yollayacağımı söyledim.sağolsunlar bana güvenenler bir bir istiyorlar Allah razı olsun bu garibi adam yerine koydukları için.Her şeyin en iyisini elbette Allah bilir.

MATÜRİDİ
(Ebu Mansur el-Matüridi)


1050 YIL ÖNCE YAŞAMIŞ BİR AKIL DAHİSİ
BEN ÇOK UTANDIM KİTABÜ-T TEVHİD ADLI ESERİNİ OKUYUNCA

Çünkü bugün perişan haldeyiz.


Bir açıklama:24 eylül 2009 ‘ da Prof.Dr.Bekir Topaloğlu’nun KİTABÜ’T TEVHİD TERCÜMESİ adındaki kitabını satın aldım.Ama gördüm ki bu kitabı okumak ve anlamak için pek çok kaynağa ve sözlüğe gereksinim var.İşte ben bunları sağladım ve bu gün yani 2 ocak 2012 günü ancak bitirebildim.
Ne yaptım diye soracak olursanız şöyle yanıtlayabilirim.Kitabı herkesin okuyup anlayabileceği şekilde yeniden yazdım desem yalan olmaz.Çünkü eski haliyle bu kitabı anlamak oldukça derin bir kelam terimleri,felsefe terimleri,tasavvuf terimleri bilgisi gerektiriyordu.Ama şimdi okuyan bunları araştırmaya gerek duymadan dinin temellerine inebilecek.Elbette kusurlarım olmuştur.Allahtan af ve merhamet dilemekten başka ne yapabilirim ki.Her şeyin en iyisini ALLAH bilir.

İsmail uysal özden özgür-2 ocak 2012


ALLAH’IN İSİMLERİ,ARŞ,ALLAH’IN GÖRÜLMESİ HAKKINDA


İçindekiler:
1-Allah’ın isimleri hakkında.
2-Arş hakkında
3-Allah’ın görülmesi
4-Mutezile’ye göre ma’dumun şey oluşu ve bunun eleştirisi


1
ALLAH’IN İSİMLERİ HAKKINDA.

Sözlük anlamıyla Allah’ın isimlerini üçe ayırabiliriz.
a-Mana olarak.
b-Zatına dönen isimler.
c-Sıfatlardan türeyen isimler.

● MANA OLARAK ALLAH’IN İSİMLERİ
Allah yaratılan rahmet sayesinde Rahim oldu diyemeyiz.Sanki daha önce Rahim değildi.
Asıl mana şudur:Sözü edilen şey onun rahmeti nedeniyle olmuştur.Bu yüzden isimlendirilmiştir.Cennet, yağmur vb gibi.Yani isimlendirmeler Allah’a geri dönmüştür.Allah’ın isimleri de böyledir. İbadetler Allah’ın emridir dendiğinde emir olduğu için isimlendirilmiştir.Emrin kendisi değildir. Başka bir örnek verelim: Allah’ın ilmine ve Kudretine (Gücüne) bak dediğimizde, bu Allah’ın ilmini ve gücünü bildiğimiz anlamına gelmez.İsimlendirdiğimiz şeyde o ilmin ve gücün nedenlerini görürüz. Yani Allah’ın zatında bu isimler zaten vardır ama bizim algıladığımız gibi değil.

● ALLAH’IN ZATINA DÖNEN İSİMLER.
Bu isimler Allah dediğimizde zatı ile ilgili ne denilebileceğini amaçlayan isimlerdir. Bu isimlerin manaları ile Allah’ın zatına yönelir ve onu açıklarız.Peki Allah açıklanmaya muhtaç mı? Buna gereksinim duyar mı? Elbette hayır,muhtaç olan Allah değil bizleriz.
Zata dönen isimler Vahid, Allah, Rahman,mevcut, Kadim Ma’bud ve benzeri isimlerdir.

● SIFATLARDAN TÜREYEN İSİMLER.
Şöyle akıl yürütelim:İlmi yaratmadan önce Allah’ın durumu nasıldı? Zatını ya da eylemleri (Fiilleri) biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu? Bilmiyordu dendiğinde, demek Allah cahilmiş sonra ilmi yaratmış alim olmuş anlaşılır. Zatını alim olarak biliyordu dendiğinde ise ismin de ezeli olduğu kabul edilmiş olur.
Allah’ın isimlerini Allah’ın dışında hadis (Yaratılmış) saymak tevhit ilkesini bozabilir.
Ebu Muhriz Cehm’in ve sonra da Mutezile’nin benimsediği “Allah’ın ezelde ilim sıfatının olamayacağı” görüşü Allah ezelde cahildi sonra bilir oldu manasını taşır ki Allah böylesinden yüce ve arındırılmıştır (Münezzehtir) Onlara göre Allah’ın kudreti de ezeli değildir. O zaman sorarız; kudreti olmayan Allah’ın ilmi olur mu?
Dehriye veya Melahide inkarcıları gibi olmayın.Onlar ne diyorlardı:Allah ve ahret yoktur zaman vardır bizi yok eden de zamandır. İbadetleri terk ediniz çünkü yararsızdır. Biz de sorarız; eğer Allah yoksa zaman nasıl yaratıldı, tabiat nasıl yaratıldı?



2
ARŞ (Gökler) ÜZERİNE.

Bazı düşüncelere göre Allahın mekanı vardır göklerdedir.Bu düşüncelerine aşağıdaki ayetleri kanıt olarak gösterirler.
Hakka suresi 17. ayet:Melek de onun kenarlarındadır. Rabbinin arşını o gün onların üstündeki sekiz taşır
Zümer suresi 75. ayet:Melekleri de arşın çevresini kuşatarak Rab’lerinin hamdiyle tespih eder halde görürsün…….
Mümin suresi 7. ayet:Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular…
Taha suresi 5. ayet:O Rahman arş üzerine istiva etmiştir (Egemenlik kurmuştur)
Ayrıca insanların dua ederken ellerini arşa doğru açmalarını da kanıt olarak gösterirler. Yine A’raf suresinin 7. ayetindeki “Sonra arşa istiva etti (Kuruldu, egemenliğini kurdu) mesajı Allahın önce arşta olmadığı sonradan geldiği şeklinde yorumlarlar.
Diğer akıl yürütenler ise aşağıdaki ayetleri delil olarak gösterirler
Mücadile suresi 7. ayet: Görmez misin ki Allah göklerde olanları da yeryüzünde olanları da bilir. Üç kişi aralarında fısıldaşmaya görsün, dördüncüleri O’dur,Beş kişi fısıldaşmaya görsün altıncıları O’dur, Bundan az da olsalar çok da olsalar, O mutlaka onlarla beraberdir.Nerede bulunurlarsa bulunsunlar. Sonra onlara yapıp ettiklerini kıyamet günü onlara haber verecektir.Allah her şeyi bilmektedir.
Kaf suresi 16. ayet:Yemin olsun ki insanı biz yarattık.Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz.Biz ona şah damarından daha yakınız.
Vakıa suresi 85. ayet:Biz ona sizden daha yakınız,ama siz göremezsiniz.
Zuhruf suresi 84. ayet:Göklerde ilah olan da O, yerde ilah olan da O. O’dur Hakim, O’dur Alim
Bu ayetlere dayanarak Tanrının mekanının sınırlandırılamayacağını,sınırlı olan her şeyin,daha büyüğünden küçük olacağı, bunun da Allah’ta olmayan noksanlık sıfatını getireceğini söylemişlerdir.
Ayrıca Allah kendisinin sığmayacağı mekanda neden olsun ki…O zaman Yüce Allah’ın da o mekan kadar olduğu tezi gündeme gelir ki,Allah için böyle bir şey düşünülemez.
Bazıları da Allah’ın hiçbir mekanı yoktur ama O mekanları korur ve tasarruf eder demişlerdir.
Biz diyoruz ki:Allah’ın nesnelerle nitelendirilmesi (Allah’ın devesi,Allah’ın evi, Alemlerin Rab’bi gibi) sadece O’nu yüceltmek,ululamak,O’na olan bağlılığı aşkı anlatmak içindir.
Esas olan şudur:Allah ezelde vardı ama hiçbir mekan yoktu.Şu anda da aynıdır.Allah değişmez,değişime uğramaz,bunlar yaratılmışların nitelikleridir. Allah’ın bir mekanı var demek O’nu mekana muhtaç duruma sokar.Ayrıca alemin bir parçası olur ki bu olanaksızdır.
Allah arştadır (Göklerdedir) ya da her yerde zatıyla bulunur dersek 3 türlü yorum getirir:
1-Gökler Allah’ı kuşatmış olur.
2-Göklerle Allah’ın zatı eşit olmuş olur.
3-Allah gökleri kuşatmış olur.
Birinci durumda Allah’ı sınırlandırmış,Yaratılmıştan daha eksik konuma sokmuş oluruz.
İkinci durumda ise yaratılmış olan göklere yeni yaratılanlar eklenince Allah küçük kalır.
Üçüncü durum ise sanki Allah’ı daha büyük bir şey yaratmaktan acizmiş gibi gösterir.
Allah bu üç durumda da olamaz. Yükseklerde olmak yüce olmak değildir. Çok yüksek bir dağın zirvesine çıkan insan hemcinslerinden üstün sayılmaz. Allah göklere yöneldi,orada taht kurdu mealindeki istva ayetinin manası:Arşın yüceltilmesidir.Çünkü arş insan bilgisinin ulaşamadığı yerdir.Peygamberimiz de (Selam olsun) güneşi anlatırken Cebrailin arşın ışığından bir avuç alıp,insanın gömlek giymesi gibi güneşe giydirdiği,Ay için de arşın nurundan giydirdiğini söylerken arşı yüceltmiştir.Yani burada aslını giydirme falan yoktur yüceltme vardır.
Örneklere devam edelim, “Bugün size dininizi tamamladım “ ayeti Arapların bir iki kentine değil tüm insanlığa söylenmiştir. Kuranda peygamberlerin yalnız firavunlara yollandığı,tebliğlerin sadece firavunlara olduğu zannedilen ayetler vardır.Bu ayetler de tüm insanlığadır. Ama olay orada geçtiği için vurgu yapılır. İsra suresi 16. ayette “biz bir ülkeyi perişan etmek istediğimizde (Helak etmek istediğimizde) o ülkenin zengin olmuş,şımarmış elebaşlarına emrederiz de onlar orada kötülük işlerler.”Bu ayet de tüm insanlığadır.
Allah’ın arşa kurulması da böyledir.
İstiva ayeti belki de Allah’a mekan düşüncesini red amacına yönelik de olabilir. Çünkü insanlar için arştan öte tasavvur (Düşünülebilen şey) olmadığı için, Allah mekanlardan yüce ve ihtiyaçtan arınmıştır gerçeğine vurgu yapılmış olabilir.
“Allah üç kişi konuşsa dördüncüsü mutlaka O’dur” “Biz ona şah damarından daha yakınız” “O gökte de yerde de ilah olandır” “Göklerin ve yerin egemenliği ona aittir” “O her şeyi bilicidir” O her şeye güç yetirendir” ayetlerinde ayrı ayrı dile gelen şeylerle:Ben aracı değil bizzat niteleyenim, güç benim, övgü şan şeref yalnız bana aittir demek istemiştir. Yoksa daracık mekanlara sığdırılmak için değil.
İstivanın anlamı şöyle olmalıdır:Bütün yaratıkların hakimiyet ve yönetim altına alma, alınması.Hakka suresi 17 ve zümer suresi 75. ayetlerde denildiği gibi “O BÜYÜK ARŞIN SAHİBİDİR”
Arş kavramını yücelik ve kemal (İlahi olgunluğa erme) olarak düşünürsek şu ayetlere bakmalıyız:
A’raf 54 ve yunus 3. ayetler: Şüphesiz i sizin Rab’biniz gökleri ve yeri 6 günde yaratan sonra da arşa istiva edendir.
Başka ayetlerde de Allah’ın her şeyi insanlar için yarattığı karşılık olarak ise hem cin hem insanlardan sadece Allah’a kulluk etmeleri istendiği söylenir.
Yine de istiva etmeyi gerçek manada yalnız Allah bilir demeliyiz.Bu gibi konular insan algısını aşmaktadır.
Ka’bi Alim manasında Allah her mekanda vardır derken, bir taraftan da zatıyla hiçbir mekanda yoktur demektedir.Çelişkiye bakar mısınız…Yine iddia edildiği gibi elleri açıp dua etmek Allah’ın mekanı göktedir demek olmaz.Öyle olsaydı secde ettiğimizde Allah’ın mekanı yerin altında olurdu. Allah’a yakın olmak yön ile değil onun istediklerini yapmakla olur, gelmek, gitmek,oturmak, kalkmak, denilince cisimlerin bir yerden bir yere taşınması anlaşılır. Allah için ise bunlar bir şeyin doğuşunu simgeler.
Hangi yöne bakarsak bakalım Allah’ın nimetlerini görürüz,Allah yönlerde aranmaz.Ellerimizi semaya açmamızın nedeni vahyin ve tüm bereketlerin gökten gelmesidir.


3
ALLAH’IN GÖRÜLMESİ

1-“Gözler Allah’ı göremez ama O gözleri görür.”ayeti Allah’ın görüldüğünü ama gözlerden saklandığını anlatır.

2-Hz Musa “Rab’bim kendini bana göster de göreyim” deyince Allah onu reddetmemiş, şu dağı görürsen beni de görürsün diyerek dağı un ufak etmiş, yani Musa’ya ayetini göstermiştir.Elbette Allah görülemeyeceğini biliyordu.Yoksa Musa’nın isteği küfür olurdu. Oysa musa ayeti değil bizzat Allah’ı görmek istemiştir

3-Hz İbrahim yıldızların,ayın ve güneşin batışı üzerine:Bunları sevmem demekle görülebilen bir Rab’bi sevmediğini söylemek istememiştir.O kaybolan bir Rab’bi sevmediğini söylemiştir. Çünkü kaybolmak süreklilik belirtmez Allah ise süreklidir.

4-Kıyamet suresi 22-23. ayetlerde “Yüzler vardır o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine bakacaklardır” denilir. Bunun manası müminlerin gerçek manada rüyet’in (Allah’ın görülmesi.) olduğunu anlamaları içindir.Beklemek bu dünya içindir. Öteki dünyada sonuçlara anında varılır. Yüzlerin ışıl ışıl olması ise ödülün gerçekleşmesidir. Rab’lerine bakıcıdırlar demekle ise beklemek değil, bir şeye bakmak manası vardır. Çünkü buradaki ila edatı bunu destekler.
Bir kere biz Allah’a benzerlik içeren her şeyi reddetmeliyiz. Bu yüzden Allah’a bakmak doğrudur
Allah birine görünmez denilemez. Allah birine görünerek onu ödüllendirir. (Lütufta bulunur)
Yunus suresi 26. ayette “güzel davrananlara daha güzel bir karşılık bir de fazlası var” der. Taberi Cami-u-l Beyan adlı eserinde yaptığı tefsirde bu ayetin manasının Allah’ın görülebileceği (Rüyet) olduğunu söyler.
Allah’ın Resulü (Selam olsun) şöyle demektedir:”Kıyamet gününde ayı gördüğünüz gibi Rab’binizi de göreceksiniz.O’nu görmekte haksızlığa uğratılmayacaksınız.” Necm suresinin 11. ayetinde:”Kalp yalanlamadı gördüğünü “ demekle Allah’ın ne demek istediği peygamberimize sorulmuş,o da yanıtında “ALLAH’I KALBİMLE GÖRDÜM “ demiştir.Aslında soran da bu yanıtı beklemekte peygamberimiz de onun bu yanıtı beklediğini elbette bilmektedir. Yüce Rab’bimiz maide suresinin 101. ayetinde: “Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyi sormayınız demiştir “.Bu yüzden peygamberimiz kalbimle gördüm yanıtını vermiştir. Düşünsenize bir canlı Allah’ı zatıyla nasıl görmeyi isteyebilir. O zaman Mutezile ile aynı çizgiye düşer. Mutezile imanın Allah’ı sıfatlarıyla bilmekten ibaret olduğunu, Zatı İlahiyeyi gereğiyle bilmeyen,O’nun caiz(Yapılması doğru olan eylem) ,vacib(Olması gerekli olup olmaması olanaksız olan) ,mümteni(sakınan, çekinen) sıfatlarını derinden bilmeyen kafir sayılır demiştir. Oysa Allah’ın Resulü bu tür soruları soranları uyarmıştır.
İnsanlar nasıl cenneti, ödülü, cezayı tam bir inançla, yani tevhid inancıyla benimsemenin güzelliğini yaşıyorsa, Allah’ı görmeyi beklemenin de güzelliğini yaşamalıdırlar.Bu duyularötesi alemin duyulur alemden algılanmasının bir güzelliğidir.
Bütün alimler ahrette Allah’ın bilineceğini hiçbir kuşku duymadan söylemektedirler.Bu konuda birleşmektedirler.
Ahrette Allah’ı görmek sadece müminlere verilen bir haktır.Kafirlere değil.
Şu ayetlere bakarak:
Gözler O’nu algılayamaz.(Enam 103)
Ve insanların ilmi O’nu kapsayamaz.(Taha 110)
Allah’ın görülmesinin gerçek olduğunu ama bunun ancak algılarımıza göre olacağını,bu konuda akıl yürütmenin kötü bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Zaten algı (İdrak) sınırlı ve hacimli şeyleri kapsar. Oysa Allah için ne sınır ne hacim söz konusu değildir.Çünkü sınırlı olanın sonu vardır.Sınırlı olan,sona eren sınırlı parçalardan (Bölünmüşlüklerden) oluşur. Allah ise bölünmez bir zati birliğe sahiptir.Ya da şöyle diyelim:Allah vardır ve ne sınırlayan ne sınırlanan vardır. O hep öyleydi şimdi de öyledir.Allah değişikliğe uğramaz.
Allah her şeyin algılanabileceği bir durumu yaratmıştır,yolunu göstermiştir.Zatını görmeyi ise “gözler O’nu algılayamaz “ ayeti ile sınırlamış ve yöne kapatmıştır.
Şunu düşünelim: Gölge ve ışık ya da aydınlık ve karanlık olamasa güneşi algılayamazdık.Yaratan için de durum böyle
Ka’bi bu konuda beşeri yapısını esas alarak hata etmiştir.İnsanın beşeri yapısı örneğin cinleri ve melekleri bilir ama algılayamaz, her söz ve eylemimizi kaydeden yazıcı melekleri bilir ama algılayamaz, öteki dünyada tenlerin konuşacağını bilir ama algılayamaz.
Sonuç: Beşeri yapı ölçü olarak alınamaz.
Bizler duyu ötesi bilgilere de sahibiz ama gerçeği yalnız Allah bilir.
Bizim göremediğimiz bazı şeyleri görenler vardır.Onların önündeki engel kaldırılmıştır.Bizim önümüzdeki engel kalktığında biz de görebiliriz. Ka’bi hep cisimlerin görülmesine takılı kalmıştır.Ka’bi aslında bu görüşü ile arazları (Sıfatları) belgelemiştir.
Ka’bi Musa (A.S) mın Allah’a “bana kendini göster demesini, Allah’ın ilmen kavranması için bir delil olarak kabul eder. Oysa Musa ilim talep etmemiştir. Bu ayetten rüyetin olabileceği anlaşılabildiği gibi, Musa’nın, isteğinin reddedilmediğini anlayınca, değerinin farkına vardığı ve peygamberliğinin çile çekmek olduğunu anladığı söylenebilir.
Ka’bi Allah’ın ayeti dağa gösterdiğini, dağın ise aklı olmadığını, Musa’nın ise aklı olduğundan görünmediğini, böylece rüyetin olanaksız olduğunu savunur.Oysa ayet dağa gösterilmemiştir çünkü dağın parçalanması ayettir. Yani ayeti gören Musa’dır. Ve Musa Allah’ın zatıyla görülemeyeceğini anlamıştır. Bunu zaten önceden de bilmektedir. Ka’bi dağın parçalanmasından sonra tövbe etmesini küçük bir günah işlemesine bağlamıştır. Benzetme olarak ta halkın olagandışı olaylarda tövbe etmesini göstermiştir.
Eğer rüyeti (Allah’ı görmeyi) istemek küçük bir günah olsaydı,bunun olanaksızlığının Allah tarafından söylenmesi değil,delilleriyle gösterilmesi gerekirdi.Yine Allah’ın beni göremezsin demesi baygınlık halinde değil de ayıldıktan sonra olması daha uygundu.Musa’nın da dağ parçalandıktan sonra tövbe etmeli değil miydi.
Her ne kadar Musa Allah’ın zatıyla görülemeyeceğini biliyorsa da Enfal suresinin 2. ayetinde belirtildiği gibi: Asıl müminlerin Allah anıldığında yüreklerinin titrediği, ayetlerin okunmasının imanlarının artmasına neden olduğu, onların yalnız Rab’lerine dayanan güvenen kimseler olduğu anlamında iman tazelemiştir.
Kelam ve anlatımda esas,gerçeğin en yakını örneklemek, yorumlamaktır. Örneğin Furkan suresi 45. ayette “Rab’binin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi “ ve Fil suresi 1. ayette “Rab’binin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi “ ayetlerinin yorumu Musa olayına açıklık getirmektedir.
Bir de Ka’bi cismin görülebilme yönteminden söz etmiş ama cisim olmayanın görülebilmesinden söz etmemiştir. Delil olmasın diye herhalde.
“Denilirse ALLAH NASIL GÖRÜLÜR?
Yanıt verilir:Allah nasılsız görülür. Çünkü nasıllık hacimli varlıklar için geçerlidir.Allah, ayakta olmak ya da oturmak,bir yere yaslanmak ya da tutunmak, birleşik ya da ayrışık olmak, yüzünü ya da sırtını çevirmek, kısa ya da uzun olmak, aydınlık ya da karanlık olmak, durmak ya da hareket etmek, dışarı çıkmak ya da içeri girmek kavramlarıyla nitelendirmeden görülür. O’nun görülmesini düşüncelere sığdırmak, akılla şekillendirmek olası değildir. Çünkü Allah tüm bu özelliklerden arındırılmıştır.


4
MUTEZİLE’YE GÖRE MA’DUMUN ŞEY OLUŞU VE BUNUN ELEŞTİRİSİ

Madum: varlığı herhangi bir yetenekle ya da duyu yoluylahissedilemeyip akılla da düşünülemeyen.
İtizal ekolünün ilkelerini uygulayan Mutezile’nin diğer dinlerin topluluklarına nasıl uyduğunu görelim.
Mutezile, duyu ya da herhangi bir yetenekle algılanamayanlara, şeyler demekte ve şeylerin Allah sayesinde değil, yokluktan varlığa çıkarılması ile olanaklı hale geldiğini söylemiştir.Tevhid inancına göre ezelde hiçbir şey yokken Allah şeyleri yoktan yaratmıştır. Mutezile’ye göre Allah’tan başka şeyler ezelde zaten vardı.Yani yaratılmış durumdaydılar. Yani Allah’ın dışında yaratılmış durumdaydılar.Bu tevhit ilkesine aykırıdır. Çünkü nesneler ezelde iken ma’dum olan şeylerdi.Mu’tezile ise onlara, daha ezelde hiçbir şey yokken bir mahiyet nisbet etmiştir, Ezelde Allah varken hiçbir şey yok demek yerine, bir şeyler var demek nesneleri tanrılaştırmak olur ve tevhit ilkesine aykırıdır. Ve Allah’ın ezelde eylemsiz olup alemler yaratılınca eylemli hale geçtiği sonucuna varılır. Bu ise affedilemeyecek bir yanlıştır.
Mutezile ekolüne göre bir şeyi bilmek onu yaratmayı gerektirmez. Kadim olmak ta buna dahil.Yani Allah kadimdir ama bunu bilmesi yaratmayı gerektirmez. Daha ilginç ve hayret verici olan, Mutezile alemin duygu ve yeteneklerle algılanamayan şeylerini yaratıcı kabul etmiştir. Geriye aemin kendisine Halik (Yaratan) ya da Alim demedikleri kalmış.
Şimdi Seneviyye’nin görüşüne bakalım Mutezile ile benzeşmiyor mu karar verelim. Onlara göre zulmet ile nur önceleri ayrı iken, hiçbir etki olmaksızın birleşiverdiler ve alem kendi kendine meydana geldi. Anladınız mı…
İkisinde de ALLAH’IN BİR ETKİSİ YOK.
Daha önce belirtmiştik Mutezile zaten Allah için,ezelde Rahman Rahim ve Halik değildi demişti.
Açıklama; Mecusi’ler de benzer şekilde şöyle demiştir:Alemin ezelde nur ve zulmet olmak üzere iki aslı vardı. Önce Allah vardı sonra kendinden şeytanın olmasına neden olan kötü bir fikir doğdu. Mutezile’de bunun adı irade (İhtiyar) olmuştur.Mecusilere göre alem şerdir,Mutezile’ye göre iradedir.Ama ikisinde de Allah Saf dışı edilmiştir.
Mutezile’nin akıl ve yetenekle hissedilmeyen (Ma’dum) anlayışı şu yönden de Seneviyye’ye benzemektedir.Nesneler Ma’dum idi sonra hiçbir icat (Yoktan var etme) olmadan oluşuverdi. Mutezile böyle der.Seneviyye ise:Zulmet ile nur ayrıydı sonra hiçbir etki olmadan birleşip alem oluverdiler, der.
Sonuç olarak onlara göre alem önceleri alem değilken kendi kendine oluşuvermiştir. Çünkü bu oluşu yapacak başka bir güç yoktur.
Bütün alimler buna Mutezile dahil alemin yaratılmışlığına bakarak Yaradanın bilineceğini kabul etmişlerdir. Ama Mutezile Allah ezelde Rahman, Rahim,Halik değildi, bu sıfatlarla nitelendirildiği için Rahman,Rahim ve Halik oldu demekle,Allah’ı yaratılmışlarla aynı konuma getirmiştir.
Yine Mutezile’nin Alemin Allah tarafından olabileceği gibi yaratıklar tarafından da olabileceği fikri, tabiatın oluşumunu tek tanrının etkisinden çıkarıp iki tanrı etkisine sokar ki, bu zındıkların (Kafir,fitneci) iki tanrı var demelerine ve maddecilerle müneccimlerin çok tanrı var demelerine benzer.
Bunlara yanıtı yüce Kitabımız Müminun suresi 91. ayette vermiştir: “O’nunla beraber hiçbir Tanrı yoktur. Olsaydı her Tanrı kendi yarattığını sevk ve idare ederdi.”
Tevhid ehli Seneviyye’nin görüşünü iki şekilde reddetmiştir. Birincisi:İki Tanrı varsa biri ötekinden bir şey gizler ve onu yapmaya çalışır, bu durumda Tanrının biri ötekinin ne yapmak istediğini bilmediğinden cahil olur.Oysa Tanrı cahil olamaz. İkincisi de birine göre öteki aciz (Yetersiz) olur ki:Tanrıda aciz olamaz.
Zaten doğadaki olağanüstü düzen ancak tek bir olduğunu kanıtlıyor.
Yüce Allah A’raf suresi 18. ayette şeytana uyanların tümünü cehenneme koyacağını açıkça söylerken, Mutezile Tevalüd (Doğma,doğurma) teorisi ile,Allah’a ait yönetim ve tasarrufları yok etme gayreti içindedir.Bu teoride kulun eyleminin dolaylı olarak meydana geldiğini söyleyen Mutezile,Örnek olarak elin hareketiyle anahtarın hareket kazandığı örneğini vermiştir. Yani kul eyleminden dolaylı olarak sorumlu olacağı için cehennemden korkmasına da gerek yoktur.
Onlar inkarcıların ve şeytanın eylemlerinin,Allah’ın olmasını istediği dilediği şeklin dışında kabul ederler. Öyle ki; Allah bu eylemin olmaması için her olanağı dener. Hatta kulun eylemine bir şey katmak istese bile gücü buna yetmez (Muktedir olamaz) . Bütün bu yanlışlara rağmen Mutezile Yaradanı İlah olarak görmeye devam eder.
Zenadike ve Mecusiler de iki Tanrının olduğuna birinin iyilik birinin kötülük Tanrısı olduğuna ve birbirlerinin yönetimlerine karışmadığına inanırlar. İ’tizal mezhebi de bunlara benzer olarak kulun eylemi ile (Kesb) , Allah’ın eylemi (İcad) ayrıdır ikisi birbirine karışmaz derler.
En azından Seneviyyenin görüşü kainatın yaratılış ve yönetilişi (Rububiyet) konusunda,bağımsızlık yönünden Mutezile’den daha elverişlidir. Çünkü Mutezile Allah’ın gücünü bölerek,bağımsız bir Allah düşüncesine engel olur. Mutezile kulun eyleminin bağımsız oluşunu Allah’ın bağımsız eylemi ile eşit tutmuştur.
Mutezile’ye göre Allah kulu yaratır ama başka bir kul onu öldürür,Allah buna engel olamaz.Kulun iradesi daha büyüktür.
“BİZ BU DÜŞÜNCEDEN ALLAH’A SIĞINIRIZ”
Kaderiyye’nin görüşü de buna benzer.Allah iyiliği son noktasına dek gerçekleştirir.Kötülüğe ise şeytan karışır.Allah karışmaz. Kötülükler kulların eylemleridir.Elbette biz iki Allah ve aciz Allah düşüncesinden de ALLAH’A SIĞINIRIZ.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU



İsmail uysal özden özgür