Türk Şairler Birliği Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Ahmet Yağmur
Alan:   Grup:Türk Şairler Birliği
Tarih: 09.12.2010 09:06
Konu: VATAN (düzeltilmiş son baskı)

İSLAM DA VATAN

Kavram kargaşasının yaşandığı günümüzde İslam’ın öngördüğü vatan anlayışı ile tağuti (küfür) düzenlerin vatan anlayışı bir birine karıştırılmış durumdadır. İslam’ın öngördüğü vatan anlayışını bilmeyen bazı Müslümanlar Tağuti düzenlerin vatan anlayışı ile aldanmaktadır. Birçok Müslüman bu batıl vatan anlayışları sebebiyle farkında olmadan küfrün yanında hakkın karşısında mücadele etmektedir.
Biz; İslam’ın hak olan vatan anlayışını Tağuti sistemlerin batıl olan vatan anlayışından ayırmak istedik. Böylece Müslümanlar neyin yanında ve neye karşı savaşılması gerektiğini anlamaları hususunda bir katkımızın olmasını arzu ettik. Rabbimden bizi başarıya ulaştırmasını diliyorum.

Vatan’ın sözlük manası: Bir insanın veya bir canlının doğup büyüdüğü ve yaşamını sürdürdüğü toprak parçası anlamına gelir.

Vatan’ın İslam da kazandığı mana ise şudur: İslam otoritesinin hâkim olduğu ve hükümlerinin uygulandığı toprak parçası Müslüman’ın vatanıdır. Müslüman’ın vatanı bir toprak parçası ile sınırlı olmayıp yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin hâkim olduğu her yer Müslüman’ın vatanıdır. Hangi toprak parçası olursa olsun, hangi dilden konuşulursa konuşulsun, hangi renkten olursa olsun Allah’ın hükümlerinin tatbik edildiği, tevhid bayrağının dalgalandığı toprak parçası Müslüman’ın vatanıdır Ve böyle bir toprak parçasını korumak, muhafaza etmek için Müslüman’ın canıyla ve malıyla mücadele etmesi üzerine kesin bir farzdır.

Bununla beraber şayet Müslüman’ın doğup büyüdüğü, üzerinde yaşadığı, akrabalarının, kavminin bulunduğu toprak parçasında Allah’ın hükümleri kaldırılmış, İslam ahkâmı yok edilmiş yerine beşeri kanunlar ihdas edilmişse böyle bir toprak parçası kesinlikle Müslüman’ın vatanı değildir. Böyle bir toprak parçasını korumak ve muhafaza etmek de kesinlikle Müslüman’ın üzerine vacip değildir. Bilakis kendi kavminden bile olsa İslam ahkâmına dayanmayan ideolojilerin ve hâkim oldukları toprak uğruna savaş vermek küfrün ta kendisidir Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

İman edenler Allah yolunda, kâfirlerse tağut uğrunda savaşırlar O halde şeytanın dostlarıyla savaşınız Çünkü şeytanın hilesi-düzeni zayıftır (Nisa Suresi: 76)

Nerede İslam otoritesi bulunuyor, hükümleri ve akidesi uygulanıyorsa orası İslam memleketidir Orası Müslümanların vatanıdır. İslam akidesi, bu memleketten bütün bir yeryüzüne yayılır. Orada İslam’ın kontrolü vardır ve İslam’ın kelimesi en yücedir… Her neresi olursa olsun, bu özellikleri taşıdığı zaman, İslam’ın ve Müslümanların vatanı hüviyetini alır Bunun dışındaki vatan anlayışları ise batıl olan vatan anlayışlarıdır.

Yukarıda anılan özellikleriyle bu vatan, dillerinin, renklerinin ve uluslarının farklılığına rağmen, dünyadaki her Müslüman’ın vatanıdır. İslam işte bu vatan uğruna savaşıp ölen Müslüman’ın şehit olacağını bize bildirmiştir. İşte Müslüman böyle bir vatan uğruna savaşıp ölürse ancak şehit olur.

İslami hükümlerinin kaldırıldığı, İslam’a irtica, Müslüman’a gerici diyen tağuti rejimlerin hüküm sürdüğü otorite uğruna, bu otoritenin hüküm sürdüğü toprak uğruna savaşıp ölen bir kişi Müslüman olsa bile şehit olması mümkün değildir. Bu uğurda ölen bir Müslüman sadece ölmüş/öldürülmüş olur. İmanını kurtarabilir mi? Doğrusu Allah bilir!

Selefi salihin dinleri uğruna vatanı feda edip hicret etmeleri gerekince tereddütsüz bu uğurda hicret ettiler. Kendi kavimleri ve akrabaları olduğu halde küfre karşı savaştılar.
Onlar; “Milli birlik ve beraberliğimiz”, “Vatanın bölünmez bütünlüğü”, “Benim milliyetim”, “Benim Vatanım”, “Benim Ailem”, “Benim malım servetim”… Gibi boş ve gelip geçici şeylere takılıp kalmamışlardır.
Allah’ın dini söz konusu olunca bir Müslüman’ın gerekirse vatanını, ailesini, malını feda etmelidir. Bütün bu değerler kıymetlidir. Ancak yeryüzünde Allah’ın kelimesinden/dininden daha kıymetli hiçbir şey yoktur.

Tevhid inancını iyi kavrayan bu ümmetin en hayırlı nesli olan selefi salihin imanı her şeye tercih ettiklerini görmekteyiz. Onlar; Tevhit uğruna vatanlarını, ailelerini, mallarını feda etmesini bilmişler. Hatta gerekirse kendi vatanlarındaki otoriteye karşı kendi kavimleri ile ve akrabaları ile savaşmışlar. Bu uğurda öldürmüşler ve öldürülmüşlerdir.

Akrabalarımız iman ehli iseler onlar bizin hem akrabalarımız hem de din kardeşlerimizdir. Eğer Onlar küfür ehli iseler. Onlar babalarımız, evlatlarımız olsalar bile onlar bizin ehlimiz değillerdir. İman ve küfür sebebiyle Onlarla aramızda bir düşmanlık başlamış demektir. Onlarla olan akrabalık bağımız ise ölümle beraber yok olup gidecek olan geçici bir bağdır. İman kardeşliği ise ebedi olarak baki kalacak bir bağdır.
Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: 'Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.'
Allah dedi ki; «Ey Nuh, o oğlun senin ailenden değildi. Çünkü o kötü işler yaptı. İçyüzünü bilmediğin bir şeyi yapmamı benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim. (Hud Suresi: 45-46)
Bu konuda Sahabeden birkaç örnek aktaralım;
Hz. Ebu Ubeyde (r.a.) öz babası Abdullah ibnnul- Cerrah ile
Hz. Mus’ab bin Umeyr öz kardeşi Ubeyd bin Ümeyir ile
Hz. Ömer (r.a.) dayısı As bin Hişam bin Muğire ile
Hz. Ebu Bekir (r.a.) öz oğlu Abdurrahman ile karşı cepheler de savaşmışlar.
Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubeyde bin El-Haris (r.anhum) Çok yakın akrabaları olan Utbe, Şeybe, ve Velit bin Utbeyi bedir harbinde kılıçtan geçirmişler.

İnanç birliği sayesinde kabile, milliyet ve yurt taassubu ortadan kalkarak Araplarla Bizans asıllı Suheyb, Habeş asıllı Bilal ile İran asıllı Selman arasında birlik ve kaynaşma meydana geldi. Ayrı ırk, ayrı dil ve ayrı memleketten olmalarına rağmen bu insanları İnançları kardeş yaptı ve onlar aynı cephede kendi kavimlerine ve kendi akrabalarına karşı savaştılar.

Daha birçok Peygamber ve onların ashabı kendi devletlerini kendi, kendi kavimlerini, akrabalarını tevhid uğruna terk etmişlerdir. Gerektiğinde onlarla savaşmışlardır.

Allah Resulü kavmiyetçilik uğruna mücadele edenlerin batıl bir yol üzere olduklarını bizlere haber vermiştir. “bu çeşit asabiyetleri bırakın, çünkü onlar kokuşturucu kavramlardır” diye buyurdu Yine onlara “asabiyet uğruna savaşan bizden değildir Asabiyet uğruna ölen bizden değildir” diye buyurdu

Müslümanların Vatan ve Millet anlayışı işte budur.

Günümüzdeki Tağuti rejimler birbirleriyle olan silahlı mücadelelerinde, Hatta İslam’a ve Müslümanlara karşı yaptıkları silahlı mücadelelerinde kaybettikleri askerlerine Şehid ünvanını vermektedirler. İslam’ı fert, aile ve devlet hayatından kaldıran, Tağuti rejimler kuran ve Müslümanları katleden den bu müşrik haydutlar ölmüş olan leşlerine taktıkları maskenin ismi Şehid maskesidir.

Şehid; Allahu Teâlâ 'nın rızası için savaşan ve İslâm'ın temel hedeflerini gerçekleştirmek için hayatını feda eden mükelleftir. İslâm'ın hayata hâkim olması için ihlâsla cihad eden ve bu uğurda şehid olanların, cennet ehli olduğu kat'i naslar ile sabittir. Tâgûti güçlerin emrinde savaşan kimseler; velev ki Müslüman dahi olsalar, asla şehid olamaz. Zira şahadet mertebesi; Allahû Teâla (cc) 'nın kendi rızası için ve meşru şartlarda savaşanlara ihsan buyurduğu bir nimettir.

İslam şeriatına/hukukuna irtica, Müslümanlara gerici, yobaz diyen ve İslam hayata hâkim olmasın diye mücadele ederken ölen ise şehit değil, cehenneme gönderilecek bir leş olur ancak.

Bir Müslüman namusunu, malını muhafaza edip korumak uğruna dövüşüp/savaşıp ölmesini bile şehitlikle mükâfatlandırmıştır. Kişinin bu değerler uğrunda şehit olabilmesi için kişinin Müslüman olması ve haklı olması gerekir. Müslüman olmayan bir insanın haklıda olsa hangi uğurda savaşırsa savaşsın öldürüldüğünde şehit olması mümkün değildir. Çünkü Allah küfür ehlinin bütün amellerini küfürleri sebebiyle boşa çıkarmıştır. Müslüman’ın şehid olabilmesi için ise uğrunda savaştığı şeyin hak ölçüsüne uygun olması ve ihlâslı olması gerekir.

Mahiyeti küfür olan bu ideolojilere itikad edenler kendi ölülerine başka isim veremedikleri için değil, İslâm'ı istismar ederek, Müslümanları batıl davalarında kullanarak iktidarlarını sürdürmek için bu yolu seçmektedirler. Halkının önemli bir bölümü Müslüman olan bu ülkelerde; İslam’a İrtica Müslüman’a gerici yobaz gibi sözlerle saldıran ve İslami hükümleri fert, aile ve devlet hayatından kaldıran bu kâfirler topluluğu her nedense işlerine gelince de bayram, seyran, fitre, zekât, cenaze, şehid… Vb. İslami kavramları sahiplenmektedirler.


Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağuta küfretmeleri (inanmamaları) kendilerine emrolunduğu halde, tâğutun önünde muhakemeleşmek, onunla hükm edilmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan, onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Rasûl’e gelin (onlara başvuralım, onlarla hükm edelim) denildiği zaman, münâfıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. (Nisâ Suresi: 60-61)

İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik.' derler; oysa onlar inanmış değildirler. (Bakara Suresi: 8)

Bu batıl rejimler birde şu uydurma hadis ile Müslümanları batıl davalarında kullanmaktadırlar. “Vatan sevgisi imandandır” Bu söz Peygamber adına uydurulmuş bir yalandır. Bu uydurma hadis mana olarak ta doğru bir manaya sahip değildir. Çünkü vatan sevgisi nefis ve mal mülk sevgisi gibi doğuştan gelmektedir, yani içgüdüseldir. Dolayısıyla bunlara olan sevgiden dolayı kişi övülmez, hele hele imanın gereklerinden hiçte değildir. İnsanlar sözlük manasında vatan sevgisinde ortaktırlar, bunda mümin ile kâfir arasında bir fark yoktur. Ancak İslam’ın vatan anlayışı ise diğer inanç ve ideolojilerden tamamen farklıdır.

Müslümanlar vatanlarını korumak için harici kâfirlere karşı mücadele edip onlara karşı dikkatli olduğu gibi, Dâhili Münafıklara, Müşriklere ve heykele/putlara tapan putperestlere karşıda mücadele edip onlara karşı daha da dikkatli ve uyanık olmaları gerekir.
İslam beldeleri işgalci kâfirlerden kurtarılması gerektiği gibi Yine İslam beldeleri Müşrik, Münafık ve puta tapanların hâkimiyetinden de kurtarılarak tevhidin tekrar hâkim kılınması gerekir. Daha doğru bir ifade ile bütün yeryüzü küfrün hâkimiyetinden kurtarılıp bütün yeryüzünde yalnızca Allah’ın ilahlığı hâkim olmalıdır. İşte o zaman bütün yeryüzü bütün Müslümanların vatanı olmuş olacaktır.

O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. (Zuhruf Suresi: 84)

Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar iyi bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? ” (Maide Suresi: 50)

İnsanlığı dünya ve ahret saadetine erdirecek tek bir düzen vardır: İslam nizamı; geriye kalan bütün dünya düzenleri “Cahiliye nizamıdırlar”:
Sonra sana katımızdan bir şeriat gösterdik; ona uy; bilmeyenlerin hevasına dizginlenemeyen arzularına) uyma.” (Casiye Suresi:8) ,
Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme, içlerinden bir burukluk duymadan, tamamen teslim olmadıkça inanmış olmazlar.” (Nisa Suresi:65)

Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.(Nisa Suresi:115)

Veysel AKPINAR
[email protected]

DİPNOT: (1) Tağut; Kelime manası; Arapça bir kelime olup “tağa” (haddini aştı) kökünden türemiştir ve “haddini aşan mahlûk” demektir.
Şer’i manası; Allah’ın koyduğu ölçüler dışında ölçüler koyan, insanı Allah’a ibadetten alıkoyan, Allah ve Resulüne tabi olmayı engelleyendir. Bu insi ve cinni şeytan, nefis, hayvan, ağaç, para, taş, kadın, mezar olabileceği gibi; Allah’ın hükümleri dışında hükümler koyan zalim bir diktatör, halkın seçtiği seçkin bir zümre, bir meclis, bir grup bilim adamı veya Allah’ın kitabın dan kaynaklanmayan adet, alışkanlık ve düşünce (ideoloji) de olabilir.