SeVgİYe Daİr HeRşEy.... Mesaj Detayi Antoloji ...

Gönderen: Ekrem Öztürk
Tarih: 27.12.2008 09:04
Konu: 'HER ÇIĞLIK KENDİNE DÖNER'

'HER ÇIĞLIK KENDİNE DÖNER'
Kalabalık, epey kalabalığım bu akşam. Bu kadar insana hiç alışık değilim oysa. Sen en yaşlısı, kadir kıymet bilmediğin konuşulsa da sokak aralarında, kıymetsizliğin ya da kadirsizliğin pek görünmedi bana. Eğlenceli gibi… Gülüyoruz eften püften şeylere. Sürç-i lisanları en çok ben ediyorum. Bilmiyorlar, bilmiyorlar içimden geçen taşıma araçlarını. Okyanuslardan geçen seyahat gemileri, eski yük trenleri, uzun yol kömür kamyonları… Gece mola vermeyen yolcusuz otobüsler… İnilmeyen bir sürü araç işte. Hepsinin yolcusuyum hepsinin sürücüsü. Koşumsuz atlar gibi belki. Saatler ilerledikçe, kaygılarım gecenin içine tekrardan sızmaya başlıyor, salına salına geziyor korkucuklar. Sürümsüz yolculuklarımız var geceye, gün ışığına. İkisinin de başındayız aslında, ikisinin de sonunda. Dönebilir miyiz hiç, kendimizden önceki masallara? Dönüşler zamana değildir aslında. Köyün delisi bu saatte çığlık atıyor, ne güzel! Bir ben basamadım çığlığı? Bir ben miyim?

Sığınacak kuytularımız vardı eskiden. Pamuk şekerlerimiz, kâğıt helvalarımız, renkli yusyuvarlak sakızlarımız. Hafta sonları Gülhane Park'ına yapılan neşeli piknikler. Yengemin zeytinyağlı sarmaları, Nurten Teyzenin tüm pasaklılığına karşın lezzeti tartışılmaz kekleri. Korktuğumuz mahallenin köpeğiydi, en azgınıydı o da. Bir de tek kanallı televizyonumuzda haftada bir kez çıkan korku filmleri. Şimdi şimdi anlıyorum. Nelerden geçtik bir düşünsene? Kurgularımızın yarım kalmışlığı, hep attığımız aksak adımlardan mı? Çocukluk yani. Küçük bedenlerimiz kadardı hayallerimiz.

Suçlu mu arayacağız şimdi? Senin ya da benim suçum değil ki bu. Suçlu aramak doğru olmasa da, suç onlarda. Suç, dışarıda milyonlarcası bulunan, kapalı bir kutunun açılmasını beklemek (istemek daha doğru) yerine, tabanına delikler açmaya çalışan, gereğinden fazla hırslı, ömründe bir kez aşka yenik düşmemiş, bulduğunu tüketen o insanlarda; toplumda. Savunma mekanizması değil bu, işin içinden sıyrılmak hiç değil. Ben dışarıda olmak istedikçe, onlar daha çok çekiyor kutunun içine. Vazgeçemiyoruz konuksever normlarımızdan. Ayrı gölgeler çıksa da bedenlerden, ezip geçiyoruz, kocaman bir binanın cüssesiyle. Gölgesi olmayan bedenler topluluğu, toplu mutsuzluk… Korkunun korunaksızlığında başka ne dileyebiliriz ki denizaltı tanrılarından? Biliyorum, onların suskunluğu da boşuna. Küçülüyorum, eskiyorum belki. Yüksek derecede yıkanan çamaşırlar gibi. Kırış kırış, beyazlar gri…

Bu bendeki tükenmişliğin sancıları olabilir mi? Depresif, melankolik yükler mi yoksa? İkisi de aynı şeydir belki.
Şu çözüm değil, bu çözüm değil. Belki çözümsüzlüğün içinde kalmalı bazı şeyler. Belki çözümsüzlüğün sonunda yalınlığımız. Açılmamış onca sandığımız var, bir sürü. Pencerede doğru sözcüğünün yanılsamaları… Bırakın bir süre yığılıp kalayım çamura. Yığılayım ki anlayayım dimdik yürümenin ne demek olduğunu. Hep tanımlara yüklemekle meşgulüz duyguları, olayları, nesneleri, yaşamı. Ben tanımlardan sıkıldım. Tanımsız kalayım bir süre. Tanımsızlığıma görgü şahidi arayayım. Ortalıkta kalışıma kimseyi görgü şahidi etmedim oysa…
Sen, çığlığım. Bu kadar ezdirme kendini. Bilmez misin her çığlık kendine döner, döner de soğutur havayı. Ve soğuyan hava değildir yalnızca. Onca düş, onca oyun, onca yürek sızısı. Buz kesilir. Kardan, fırtınadan ve geceden daha soğuktur yani. Ah bir becerebilsem, becerebilsek. Serinlik gerek, su damlaları. Coşkun bir şelalenin köpükleri. İçimde yüzyıllardan kalan yanık izleri…

Gecenin içine resmini çiziyorum siyah beyaz
Saçlarına düşen yaramaz kar taneleri
Ellerin öylesine boşlukta
Gözlerinin ortasında terk edilmiş yaşamların ara durağı.
Hani yorgun düştüğünde yaşamaktan
Gidip gelen, vakitsiz, işe yaramaz
Kötücül düşünlerini yazmıyorum sayfanın ortasına.
Sen, beni biliyorsun
Uyuyamıyorum yine geceleri
Atıyorum kendimi, kıstırılmış
Bir günün melodisiz sabahına.
Güneş içimi ısıtmaktan korkuyor mu ne?

Düşlerimi biliyorsun.
Yalınlığımı, sevemediğim kitapları.
İçine oturup, bir türlü çıkamadığım
Her an kırmızı elmamı kemiren
Sinemanın gölgelerinde
Sokağın sarhoşluğunda
Dilencinin çocuk gözlerinde
Kırış kırış gömleğimin ön cebinde
Yastığımın köşesine sıkıştırdığım
Dışarı çıkarken kapıyı üstüne kilitlediğim
Öfkeli bir gecede sobanın içine
Hiç düşünmeden fırlattığım
Su içerken derin bir bardaktan dibinde suretini seyrettiğim
Yalnızlığımın
Ağlamaklı fotoğrafını da gördün.
Gözlerime batan
Yaşımın tuzu.
Tutkulu, acımasız, belki tek başına.
Ama derinliğine soyunduğum.
Gecenin ayak parmaklarında geçmişim.
Kendine ağlayan bir nehir.
Konuşmak için kürek çektiğim
Ve saplanıp kaldığım tuhaflığına.
Ayna, soba, duvar…
Karanfilin şaşkın yüreği
Kuşe kâğıda basılı ucuz magazin dergileri
Onlar bile saygılı, masum, itaatkâr
Başlamayan, damla damla buz tutan kısa boylu yağmur
Kısa boylu yağmur olur muymuş deme!
Birazdan tutamaz kendini
Düşecek yine kalbimin ulu orta bir yerine
Ölümcül bir varlık olduğumu
Anlatacak kısa, basit cümlelerle
Dinliyor gibi yapıp
Dalacağım ıslaklığına
Tenime dokunduğu vakit
Şehrin çirkef sesi uğuldayacak kulaklarımda

Ama
Aldırmayacağım yine
Seni, sınırları düşleyeceğim…
Ve ben
Yine
Gecenin içine resmini çizeceğim siyah beyaz…
Sadece benim olacaksın…

alıntı