SeVgİYe Daİr HeRşEy.... Mesaj Detayi Antoloji ...

Gönderen: Ekrem Öztürk
Tarih: 17.08.2008 00:20
Konu: 'ANADOLU ABDALLARI 'ADLI BİR ESERDEN HABERDARMISINIZ?

'ANADOLU ABDALLARI 'ADLI BİR ESERDEN HABERDARMISINIZ?

Bir Türkmen devleti olan Safeviler döneminde, İran’ın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkmenlerin içinde, Şamlu oymakları arasında Abdallı adıyla anılan bir oymağın varlığı bilinmektedir. Orta Asya’dan İran-Azerbaycan yoluyla Anadolu’ya, sonraları da Halep, Şam Türkmenleri içindeki bazı oymaklarla İran’a giden bir Abdal oymağının varlığını İran Şahı Tahmasb bildirmektedir. Bu bilgilerin ışığında; Abdalların Horasan ve civarında yaşayan bir Türkmen kabilesine mensup olduğuna, Moğol baskısıyla Anadolu’ya geldiklerine ilişkin görüşlerin hiç de yabana atılacak türden olmadığı bir gerçektir. Kaldı ki Cevdet Türkay’a göre; Abdal oymakları arşiv belgelerinde “Türkmen Taifesi” olarak gösterilmekte, Abdalların hem Türkmen aşiretleri, hem de Türkmen cemaatleri olarak Anadolu’nun birçok bölgelesine yerleştiklerine dikkat çekilmektedir.
Anadolu Abdalları; (Abdalân-ı Rûm) Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, gaziler veya alp-erenler, önderliğini Kırşehirli Ahi Evran’ın yaptığı Ahiler ve yine Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı tarafından “kadınlar teşkilatı” olarak örgütlendirilen, Anadolu Bacıları (Bâcıyân-ı Rûm) ile birlikte büyük hizmetleri görülen bu dönemin etkili sosyal zümrelerinden biri olmuştur.
Abdalân-ı Rûm, Âşıkpaşazâde’nin ünlü eserinde sözünü ettiği dervişlerdir.
XIV. ve XV. yüzyıllarda değişik adlarla zikredilmekle beraber, daha çok ‘Abdal’ ismi ile anılan bu zümrelerden, dönemin resmi tarihçilerince, gelecekleri bozuk, serseri şeklinde bahsedilmesine rağmen, bunların halk arasında büyük ün kazandıkları görülmektedir.
Birçok araştırmacı, bugünkü Anadolu Abdallarını; Tahtacıların, Çepnilerin, kısaca tüm Türkmen Alevileri gibi “Babâî Türkmenlerinin” bakiyeleri olarak görmektedirler.
Babâîliğin kurucusu Kırşehirli Âşık Paşa’nın dedesi Baba İlyas olup, Babâî İsyanı sonucunda Selçuklu askerlerince öldürülmüştür. Babâî İsyanı’ndan arta kalan kılıç artığı Türkmenleri de Hacı Bektâş-ı Velî, gizlice gelip yerleştiği Kırşehir’in Sulucakarahöyüğü’nü karargah yaparak etrafında toplamış, Babâîlikten Bektâşîliğe uzanan süreç de bu şekilde başlamıştır. Bugünkü Anadolu Abdalları, Tahtacıların, Çepnilerin, kısaca tüm Türkmen Alevilerinde olduğu gibi “Babai Türkmenleri”nin bakiyeleri olarak görüldüğünden, kısa da olsa Babâîlere ve Babâî ayaklanmasına ilişkin bu eserimde de özlü bilgiler verilmeden geçilemezdi.
Osmanlı’nın çalkantılı dönemlerinde ve de Celâlî hareketlerinin nispeten son bulduğu süreçte, kışın Mardin’in güneyindeki çölde kışlayan, yazın Erzurum–Erzincan arasındaki yaylaklarda yaşayan eski Ak-koyunlu elinin kalıntısı “Boz Ulus’a mensup Türkmenler” Orta Anadolu’ya gelmiştir (1613) . Esasen Boz Ulus, XVI. yüzyılda mahalli idarecilerin ektirmek ve köyler kurmak suretiyle yaylaklarının daraltılmasından şikayetçi olmuştur. Hükümet, Boz Ulus’un Orta Anadolu’ya gelişinden memnun olmamış, Karaman ve Anadolu Beylerbeyine fermanlar gönderip geldikleri yere gönderilmesini emretmişse de, bu emir hiçbir zaman uygulanamamıştır. Boz Ulus da Orta Anadolu’da kalmıştır. Boz Ulus’a bağlı bazı oymaklar, vergi borçları yüzünden Adalar denizi kıyılarına ve Balıkesir taraflarına kadar gitmişlerdir. Orta Anadolu’da ve Batı Anadolu’da “Türkmen” adlı oymakların görülmesi, Boz Ulus’un gelişi ile de ilgilidir. Boz Ulus’a bağlı “Karaca Kürt” Türkmen oymağı ile yine Türkmen “Kurutlu” ve diğer bazı oymaklar Kırşehir’i yurt tutmuşlardır ki, gerek Orta Anadolu’da gerekse Batı Anadolu’da bugün “Türkmen” adını taşıyan köy halklarının çoğu Boz Ulus’a mensuptur. Bu aşiretlerin Kırşehir’e yerleştikleri yıllarda erkek çocuklarının hemen tümü o zaman iyiden iyiye gezginci bulunan Abdallarca, “çalgıcı ekip”lerinin de yer aldığı düğün havasında sünnet edilmiştir. Öyle ki o zamanlar çocuklarını sünnet ettirecek aileler köylerine Abdalların gelmesini beklerlerdi. Bu süreçte değil düğünler, “sünnet”ler bile geleneksel türkü kültürün yaşatılmasına vasıta olmuştur. “Abdal” her koşul ve şart altında Türkmen’in düğün- dernek geleneğinin “olmazsa olmazı”olmuştur. Kırşehir Abdalları daha yakın zamana kadar gezginci olmaları nedeniyle Anadolu çiftçisiyle içli dışlı olmalarına rağmen tarımla hiç uğraşmamışlar, tek gelir kaynakları düğünlerde icra ettikleri türkü sanatı olmuştur. Bunlardan bazıları yakın zamana kadar sünnetçilik de yapmışlardır.
Tüm bu paylaşım sürecinde Türkmen aşiretleriyle, Abdallar arasında en küçük bir sorun yaşandığına hiç kimse tanık olmadığı gibi, kentin çok eski yerleşik unsurlarından yurttaşlarca da; “Abdallar Karacakürt oymağına mensup Türkmenler” olarak nitelendirilmektedir.
Neredeyse tüm Anadolu’da söylenegelen; “Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.” sözü, Abdalların tüm yaşamlarının düğünlere endekslendiğini anlatması bakımından hayli önem taşımaktadır. Yine; “Abdalın karnı doyunca gözü yolda olur.” ya da “Dağ yürümese abdal yürür.” özdeyişleri Abdalların bir başka özelliğine, “gezginciliğine” vurgu yapmaktadır.
Özellikle belirtmekte yarar var ki; bozlak ve türkü geleneğinin yaşatılmasında düğünlerin önemli bir yeri vardır. Düğünlerde “çalgıcı ekibi”nin türkü ve oyunlarına; davul, zurna, divan sazı, bağlama, keman, darbuka ve kaşık eşlik etmiştir.
Kırşehir Abdallarının, bir Muharrem Ertaş’ın, Çekiç Ali’nin, Hacı Taşan ve benzerlerinin, sadece Dadaloğlu ve Karacaoğlan’a ilişkin yayınlanmış kitaplardan parçalar çalarak, havalandırdıklarını düşünmek bütünüyle doğru olmaz. Bu duruma bir geleneğin sürdürülmesi ve doğal bir etkileşim olarak bakmak gerekir. Kaldı ki, Abdal geleneğince havalandırılan türküler “irticalen” nesillerinden kendilerine intikal eden türkülerdir ki, bunların birçoğunda tasavvuf çeşnisi de görülmektedir. Bu nedenle Karacaoğlan ve Dadaloğlu geleneğiyle, Abdallar geleneğini et-tırnak eden benzeşme unsurları üzerinde özellikle durdum.
Abdalların bozlak ve türkülerde kullandığı yaygın sözcükler ve bu sözcüklere yüklediği anlamları içeren bir sözlük denemesine de yöneldim.
Abdalları türkü ve bozlaklarda besleyen önemli bir kaynak da kendi zümrelerine dahil olmayan Âşık Sait gibi halk âşıkları ve hatta çevresindeki olayları kaleme alan destancılardır. Kırşehir’de; Geycekli Âşık Hasan (Nebioğlu) , Sulhanlılı Âşık Bektaş, Sıdıklı Ortaobalı Âşık Galip, Küçükkavaklı Sülük Hüseyin gibi destancı halk âşıkları, etraflarında olup biten önemli olaylara dair yazdıkları destanlarla adlarını duyurmuşlardır. Bu halk âşıklarının varlığından Kırşehir Abdalları sadece haberdar olmakla kalmamış, bu âşıkların çoğu şiirlerini çalıp çığırarak yaşatmışlardır. Bu noktada 2003 yılında Baki Yaşa Altınok’un “Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları” adlı eserinin önemli bir çalışma olduğunu duyurmak son derece isabetli olacaktır.
Yine Cahit Obruk, âşıklık geleneğinin Kırşehir’deki en güçlü temsilcilerinden biri olan Âşık Said’in hayatını ve eserlerini “Kırşehirli Âşık Said” adlı eserinde derinliğine incelemiş, ulaşılabilinen bütün şiirlerini yayınlamıştır.
“Bozlak” tarzı söyleyişte, Abdalların ayrı bir yeri vardır. Yüzyıllardır söylenen bu türkülerin bugünlere gelmesinde, Abdal sanatçılar önemli bir yere ve haklı bir gurura sahiptirler. Abdalların bozlak okumalarında, nesilden nesile bir aktarım vardır. Bu durum; böylesi engin bir kültürün büyük bir güvenle ve duyarlılıkla bugünlere taşınmasında Abdalların oynadıkları rolün aydınlanması açışından bir hayli önemlidir. Muharrem Ertaş, oğlu Neşet Ertaş, Muharrem Usta’nın ustası Yusuf Usta (Deveci) , Bulduk Usta, (Muharrem Ertaş’ın kardeşi) Çekiç Ali, Çekiç Ali’nin oğlu Aydın Çekiç, Bektaş Usta (Akdoğan) , Bahri Altaş, Burhan Ertaş, Hacı Taşan, Keskinli Seyit Usta (Çevik) , Zafer Ertaş ve Veli Ertem bozlak okuyan Abdal sanatçıların önde gelenleri olup büyük çoğunluğu da Kırşehirlidir.
Abdallar bir başka boyutuyla, Fuat Köprülü’nün işaret ettiği gibi; “Halk arasında hikâyecilikle, çalgıcılıkla ve oyunculukla şöhret kazanmışlardır.” Fuat Köprülü’nün Anadolu Abdallarına ilişkin, Türk kültürü açısından son derece önemli bir hadise olarak söz ettiği hikâyecilikleriyle ilgili saptaması, Kırşehir Abdallarında aynen var olup, gerçekten de hikâyecilikleriyle de ünlüdürler. Bu durum; Türk halkının mizah dehasındaki; “Âlim değil, fakat ârif” insan tipinin, Abdal fıkralarına yansımasının ta kendisidir. Bu fıkralarda alay edilirken, alaya almanın, hicvetmenin en güzel örnekleri sergilenmektedir.
Bu durumu kendilerinden dinleyerek ve anlattırarak, kendi anlatımlarıyla ve başka araştırmacıları da kaynak edip fıkra derlemeleriyle de besleyerek “Abdal Anılarına ve Hikâyelerine Yolculuk” etme gereği duydum.
Kırşehir Abdallarından bir dönem vekil öğretmenlik de yapan Abidin Ertem’le yaptığım, Abdalı abdaldan dinleyen ve gelecekte ciddi bir vesika olarak kalacağını düşündüğüm bir önemli röportaja da yer verdim.
Abdallar; Alevî-Bektâşî geleneğinden gelmekle birlikte, sünnî geleneğin içinde asla çatışmacı olmamışlardır. Bu anlamda Abdalların; engin bir özveri ve hoşgörü kültürlerinin özünü bozmadan, ciddi bir sosyolojik dönüşüm içine girdiklerini ve bu süreci yaşadıklarını duyurmak son derece yerinde olacaktır. Abdallar arasında, geleneksel dinsel etkinliklere katılımlar geçmişe göre hayli zayıflamış, Alevi dedeler artık ziyaretlere gelmediklerinden Cem törenleri neredeyse unutulmuş, dedelik yapılanmasına bağlılık da eski halini yitirmiş, Aleviliğin toplumsal düzene dönük “düşkünlük”, “muasiplik” gibi benzer sosyal içerikli uygulamalar da ortadan kalkmıştır. Bu duruma rağmen Abdallar, Anadolu Türkmenlerinin adeta profesyonel mızıkacıları olmuşlardır. Çünkü Anadolu halkında çeşitli sebeplerle oluşan; “Sünnî taassup” adeta çalgıyı, türküyü Abdallara havale etmiştir. Abdallar da doğal olarak kendilerine terk edilen Türk Halk Müziği’nin ve oyun kültürünün doğal taşıyıcıları olmuşlardır. Yüzyılların Anadolusunun yaşam tarzını kemanın inceliğinde, boz davulun gümbürtüsünde, sazın tellerinde bugünlere, kaynağından taşımışlardır.
“Küçük Asya’nın Kır-Şehri” adlı eserimde “Türkülerden Kırşehir Abdallarına“ adlı bölümle başladığım bu konudaki çalışmamı başlı başına genişleterek beni böyle bir eseri oluşturmaya teşvik eden ve Kırşehir Valiliği yayınları arasında görmek istediğini belirten, kısa sürede kent kültür tarihine birbirinden değerli eserler kazandırılmasına katkı sağlayan değerli kültür adamı sayın Vali M. Lütfullah Bilgin’e kentim ve şahsım adına ne kadar teşekkür etsem azdır.
Mesai arkadaşım Sevgili Ekrem Öztürk ve şahsım tarafından; Belediye Başkanımız sayın Halim Çakır’ın bilgilerine sunulmak üzere, Geleneksel Ozanlar Şöleni kapsamında ve Temmuz 2008’de büyük abdal ozan Neşet Ertaş’ın, alışılagelmiş konser etkinliği sürecinden farklı olarak ve ilk defa “Abdallar” konulu bir panele panelist olarak katılımının sağlandığı bir panel gününde, bu eserimin tanıtım kokteylinin ve imza gününün de etkinlik kapsamı içerisine alınması planlandığından eser, Kırşehir Belediyesi Kültür-Tarih yayınları serisi arasında basılmış bulunuyor. Bu vesileyle önermelerimize hoşgörülü yaklaşımları ve destekleriyle sağladığı bu engin katkılardan dolayı Belediye Başkanımız sayın Halim Çakır’a teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu çalışmam boyunca konunun tarihsel süreciyle ilgili olarak fikir ve bilgi alışverişinde bulunduğum Doç. Dr. Erol Seyfeli’ye, Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim görevlisi değerli dostum İsmail Kasap’a, Valilik Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü Osman Demir’e, kısa bir süre zarfında gecesini gündüzüne katarak, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Kırşehir’e gelişiyle ilgili olarak Cevat Hakkı Tarım ve Sırrı Kardeş tarafından 1948 ve 1950 yıllarında derlenmiş hatıratları bugünkü Türkçeye uyarlayarak Kırşehir Belediyesi tarafından tıpkı basımlarının gerçekleştirilmesine katkı sunan ve bu eserimin de Türkçe tashihini gerçekleştiren, Ahi Evran Üniversitesi Türk Dili Okutmanı sevgili M. Akif Alkaya’ya, bilgisayar diziliminde benimle aynı heyecanı paylaşan Kırşehir Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler çalışanı Derviş Arslan ve oğlum Nazım Yılmaz’a, kapak tasarımını gerçekleştiren sevgili Şener Soysal’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.


Adnan YILMAZ – Temmuz 2008