Sevgi Toplumu Grubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Osman Şener
Alan:   Grup:Sevgi Toplumu Grubu
Tarih: 29.05.2012 13:32
Konu: ~**~ MEDDAHNÂME ~**~ (İstanbu Fethinin yıl dönümü münasebetiyle)

İstanbul'un fethinin 559. yılı münasebetiyle Büyük Fatih'i şükran ve minnetle anıyor, İslamın ruhunu bayraklaştıran bu emsalsiz fethin tüm İslam Alemine ebediyyen mubarek olmasını Cenabı Hak'dan niyaz ediyorum.

MEDDAHNÂME

- l -

—Hak dostum Hak!
Âgâh ol! Âleme ibretle bak…

Ya gül ol gülşende yahut bülbül ol har olma gel
Har ezaya müpteladır sen giriftar olma gel
Mihr-i Subhan’dır erenler müstefid ol dâima
İnkıyad et nura gark ol, zifre dûçar olma gel

- II -

Hoş geldiniz yarenler, safalar getirdiniz
Şu gönül bahçemizi gülşene çevirdiniz

Maziye bir yolculuk başlayacak birazdan
Dilerim tayy-i zaman lezzeti verir Yezdan

Sühanın efsununa bırakın kendinizi
Açın göz bağınızı, çözün kemendinizi

Biraz aralarsanız kapısını kafesin
İçinizdeki çocuk kanatlanacak kesin

Gözlerinizi yumup, yaslanmanız kâfidir
Aldırmayın zamana varlığı izafidir
Hayırlı yolculuklar ey muhayyel kafile!
Kulak verin asaya ne diyor bakın hele:
—Tak… Tak… Tak...

-III-

—“Arzın iki yakası bağ-ı cinân olacak
Gül’ümün mihmandarı gelip mihman olacak”

Levh’e yazmıştı kalem haşyetle bu fermanı
Hak katında sabitti zamanı ve mekânı

Daha tek bedendeydi Âdem’le âdemoğlu
Düşmemişti dünyaya Henüz onların yolu

Yaradan muhabbetle, toprağa ”Ol! ” Buyurdu
Yatağını halkedip, sulara ”Dol! ” Buyurdu

Beyaz yeleli deniz atıldı ilk boğazdan
İkinciyi görünce bayıldı düştü hazdan

Mutantan bir çağlayış Ak’tan Kara’ya doğru
Bir feveran başladı Cihanâraya doğru

Göreni meftun eden bir endam yaratıldı
İlahî ziynetlerle her yanı donatıldı:

Etekler mavi atlas dantel gibi kenarlar
Zümrüt tepelerinde billur gibi pınarlar

İlahi ve mücessem bir şiir bu manzara
Burada ölmez insan, gelmez ise nazara

Rabbim bu güzelliği, lütf u ihsana boğdu
Coştu şükran yaşları, nur topu haliç doğdu

Itırlar saçtı nesim, esrik hû’lar salındı
Şu cihan sarayının has bahçesi kılındı

Yedi tepeli cennet teşrif etti cihanı
Beklemeye başladı, o mubarek sultanı

- IV -

Doğduğu günden beri eflak divanesidir
Kamer erir aşkından, güneş pervanesidir

Cemaline meftundur semadaki yıldızlar
Onun aşkıyla atar, yerde gökte nabızlar

Sevdalıymış diyorlar cennette huri gılman
Onları gören olmuş boğazda zaman zaman

Melekler takdis eder güzelliği mukaddes
Buna vâkıf olamaz önüne gelen herkes

Taşı toprağı altın kokusu misk ü amber
Uğrunda şahadeti övmüş şanlı peygamber

Ondaki güzelliği var Firdevs’le kıyasla
Beşerin hiçbir kiri ona bulaşmaz asla

- V -

Malum babamız Âdem esmâdan haberdardı
Biliyordu dünyada saklı bir cennet vardı

Bir zellenin gölgesi üstündeyken kapkara
Rabbi’nden utandı da gitmedi o diyara

Bir müjdeyle sevindi şeb-i arus deminde
Murada erecekti ahiret âleminde

Denildi ki: “Ey Âdem! İşte, hediyen hazır
Şu safir saray senin, hem de boğaza nazır.

Dilediğince yaşa her kayıttan azade
Allah mübarek etsin; artık sende irâde! ”

Gören hayrete düştü ondaki saltanatı
Kelimeler yetersiz yok bunun izahatı

O aslında her dâim ezel-i âzâldedir
An-ı dâimde hayran rü’yet-i cemaldedir

Bir bakmışsın huzurda düşüp bayılan odur
Aynı anda hublarla cennette kalan odur

İşte yedinci katta el’an birde duruyor
Doğrusu o bir anda birçok yerde duruyor

Neyi görmek dilersen göze ayan olan o
Neyi duymak dilersen kulağına dolan o

Akla sığmıyor artık, yaşanan da, beyan da
Nasıl oldu bilemem yanındayız şu anda

Öyle can u gönülden karşıladı ki bizi
Anında bir sekine kapladı hepimizi

Boğazın girişinde püfür püfür bir tepe
Deniz serenat eder payini öpe öpe

Ufukları bezemiş nice nakkaşın ruhu
Havasında bir şey var sanki efsunlu yâhu!

Tadına doyulmuyor buradaki sürurun
Her güzellik der gibi: Lütfen bize buyurun

Tam karşımda duruyor doyumsuz bir letafet
Her uzvunda insicam her halinde asâlet

Eteğini öpüyor hava, güneş ve deniz
“Ne kadar da yakışmış sultanım elbiseniz! ”

Diyecek oluyorum büyülüyor mehlika;
Nefessiz kalıyorum, kim bilir kaç dakika

Öpücükler atıyor bu yana karşı kıyı
Peş peşe patlatıyor birkaç oynak şarkıyı

Coşuyor ağaçların dalları yaprakları
Bizim yaka utangaç kızarmış yanakları

Mest ü hayran ederek güneş indi doruktan
Akşam geldi oturdu salınarak ufuktan

İki kehkeşan inip kondu iki yakaya
Didelerim kamaştı bakınca dolunaya

Ve billurdan bir akşam, ışıl ışıl bir gece
Cennetten huriler mi gelmiş nedir gizlice?

Meyler altın kadehte, sakiler nefes keser
Fasıl heyeti coşmuş havada elhan eser

Bu elhânı anlamaz ne yazık ki zamane
Gör ki neler söyletir Âdeme âşıkane:

Ah güzeller güzeli! Cemalin cilvegahı;
Kralların, şahların mihrabı, kıblegahı! ...

Sen Yusuf’un toprağa akseden cemalisin
Muhammed’in müjdesi, Halid’in helalisin

Senin iştiyakınla bir ömür geçip gitti
Azad olunca ruhum, çok şükür hasret bitti

Gönlüme sürur verir şöyle seyrine dalmak
Böyle bir şey olmalı dünyada murat almak

İsm-i hasın İstanbul diğerleri müstear
Hiçbir adın yakışmaz sana İstanbul kadar

Nesl-i pakimi ya Rab! Cehennemine atma
Daru’l bekada dahi, İstanbul’u aratma.

Âmin diye inledi aşikâr da nihan da
Safiyullahtır Âdem bilir iki cihan da.

- IV -

Vakit hayli geç oldu yolcu yolunda gerek
Ayrıldık, dedemizin ellerini öperek

İzini sürmekteyiz şehrin dünden bu güne
İnsan inanamıyor yollarda gördüğüne

Dile gelse de dese olan biteni haliç
Bu şehrin sinesinde nice sırlar mündemiç

Yol alırken zamanda garip şeyler oluyor
Umulmadık sahneler gelip bizi buluyor

Mesela şu an gece suda hâlâ periler
Kışlada fiskos eder bıçkın yeniçeriler

Bir ağacın dibinde sızmış Bekri Mustafa
Birkaç zaman ilerde Urfalı Ahmet Ağa

Ufuklar ağarıyor sabanın vakti geldi
İşte her minareden ezan sesi yükseldi

Nevbet-i Muhammed’le inlemekte asuman
Vecde kapıldı eflak sanki durdu deveran

Şimdi kiminiz derki: Düş görüyor bu zahir!
Düş görmeye ne hacet, bir düş zaten bu şehir! ..

- V -

Sahip olayım derken kölesi olmuş şahlar
Secde kılmış hâkine nice sözde ilahlar

Asırlarca süslenmiş nazlı bir gelin gibi
Gönlüne girememiş asla hiçbir tâlibi

Sinesine bir sevda mayalanmış ezelde
Öylesine bir aşk ki anlatma hadi gel de:

Her akşam ufka durup üstüne güller atan
Bir ruh-i mücerretti sinesini kanatan

Onun muhabbetiyle titriyordu yüreği
Bekliyordu âşıklar bir hikmetin gereği

Halit’in derûnuna nakş edilmiş bir sırdı
Fethin tohumlarının atıldığı asırdı:

Semada casusları, kol gezerken merakın
Toz toprak içindeydi, en sevgilisi Hakk’ın

Medine çevresine hendek kazılıyordu
Bab-ı esrarı açan şifre yazılıyordu

Ağzı sıkı bir kaya yol vermiyordu sırra
Bekçilik ediyordu kim bilir kaç asıra…

Nebiye sormak lazım Acep bu neyin nesi?
Kim davransa kırmaya kesiliyor nefesi

Arz ettiler durumu Resulü Kibriya’ya
Merhametle yaklaştı, Habîbullah, kayaya

Hal lisanıyla kaya, dedi: Ey sevgili yar!
Acep şu an var mıdır; benim kadar bahtiyar?

Ben esrar kapısıyım vur sineme aşk ile
Başka türlü sır çıkmaz ne yapılsa nafile…

Rahmetenlil âlemin “Bismillah” diyip vurdu
Her vuruşta ashaba bir müjdeyi duyurdu

Didarı gören kaya, terk etti inadını
Can vererek bildirdi, yâre inkıyadını

Üç darbe… Üç kıvılcım… Âtiyi ayan etti:
Fütuhatın seyrini Resule beyan etti

Kıvılcımlardan biri, yaktı yar sinesini
Lokman bir çare varsa buyur sar sinesini

Bir muhabbet ateşi düştü sur civarına
Hangi beden dayanır bu aşkın izharına

Toprağın derununda bir gönül inliyordu
Medine’de bir yiğit iç çekip dinliyordu

Zaman su gibi aktı beklenen o gün geldi
Sefer varmış dediler, Hâlid’e düğün geldi

Mescidi Nebevide...
-Ya Halit! Dedi nebi.
-Lebbeyk ya Rasulullah! Varlığımın sebebi
-Gün bu gündür ya Halit! Yürü cennet bağına,
-Benden selamlar götür Fatih’in otağına...

Sıçrayarak uyandı Halit heyecan ile;
Hazırlığa başladı, aşk ile iman ile...

- VI -

Bir gün baktı ki dilber bir şenlik alayı var
Sanki düğüne gelmiş gökten inip yıldızlar

O muhabbet yıldızı yârine el ediyor:
Aç koynunu ben geldim, hadi beni al! Diyor.

Sonunda kavuştular aşıklar sur dibinde
Murat almak var zaten Halid’in nasibinde

Sarıldı sevdiğine koynuna aldı toprak
Bir zümrüdü ankaya hamile kaldı toprak

O sırlar âleminde bir genc-i nihan oldu
Bu cennet bahçesinde Rabbi’ne mihman oldu.

- VII -

Zaman su gibi aktı doğum vakti yaklaştı
Ak Şemseddin nur gibi, aklaştıkça aklaştı...

Şahin bakışlı bir genç gösteriyor bedeni:
—Ya Bizans’ı alırım! … Ya alır Bizans beni!

Bu günlerde Konstantin, çok dalgın dolaşıyor
Kaç gündür aynı düşü gördüğüne şaşıyor

Ne zaman biraz dalsa: “…Bir çukurda duruyor…
Tahtına bir Arabî kurulmuş oturuyor…

Korkunç bir gürültüyle Çöküyor durduğu yer
Ve tehditkâr bir nida: Şehri sahibine ver!

Vakti gelmiştir artık güneş olup doğmanın
Karanlığı yırtarak şehri nura boğmanın

Yer gök dikkat kesilmiş sanki durmuştu zaman
Hücum emrini verdi beyaz atlı kumandan

Günlerce gümbür gümbür gökler gürledi durdu
Zulmetin zincirini parçaladı savurdu

Şu beyaz atlı yiğit… Her alanda o vardı
Şehid olanda o var, sağ kalanda o vardı

İşte bu emirü’l-ceyş! İşte bu ceyşü’l-emir!
Kimse inkâr edemez, buna mucize denir

Şu beyaz atlı yiğit! … Sanki gökten inmişti
Peygamber müjdesiyle, şad olup sevinmişti

Ayasofya’ya girdi şükran hissiyle Fatih
Secdeye düştü başı: Huşû’u gayet sarih…

Halit, sürur içinde altın tacını giydi
Bu muazzam fetihte büyük pay sahibiydi

Şehitler ordusunun serdarıydı gazada
Meydanların yenilmez Haydar’ıydı gazada

Surların sinesini pamuk gibi atan o!
Ulubatlı düşünce al sancağı tutan o!

Sıyrıldı çıktı anka karanlık cidarından
Nur saçtı âlemlere parlayan didarından

Rabbimizin mihmanı ankamıza can oldu
Taht kurdu gönüllere ve Eyüp Sultan oldu.

- VIII -

Bir müstesna Gül için deveran eder eflak
Mahlûkat Gül aşkına Halk oldu alelıtlak

Habibullah sevdası olmazları olduran
Habibullah sevdası yeri göğü dolduran

Fatihalar gönderin ecdadın ervahına
Efendim dua edin onların meddahına

Sürçü lisan ettiysek kusurumuz affola
Evvâhî bu hikâyet Tıflî’ye ithaf ola.

Evvâhî*Osman ŞENER