Sevgi Toplumu Grubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Mustafa Yılmaz
Alan:   Grup:Sevgi Toplumu Grubu
Tarih: 21.04.2010 12:56
Konu: Ölü kuşlarla bir efsaneydiler… Deneme 1

Ölü kuşlarla bir efsaneydiler… Deneme 1

İnanır mısın, senden gelecek kısık sesli bir veda cümlesi de olacakmış, bunu hiç aklıma getirmemiştim ben…
Bir efsaneden sona kalan iki ölü ismi…
Almadıkları ne kaldı ki...
Neleri götürmediler giderken...
Sadece nefeslerse bıraktıkları, versinler benden aldıkları kokularını da...
Bir boşluksa bırakmak istedikleri...
Oradayım...
Oradayız...
Bir de onu alın bari...
Kararsın gün...
Işık...
Toprak...

Belki yaşıyorlar ama birbirleri için iki ölü isimden başka yaşayan bir şey kalmadı geride…
Birbirlerinin isimlerini yüreklerinde öldüren iki isimli ayrı ayrı iki beden…
Ölü düşünceler, ölmüş düşlerle çıkıyordu geceleri ortaya…

Bir elvedasız aşk vaat etmiştin bana…
Ben bu aşka imza atarak adımı koydum ortaya…
Sense acı çekenlerin arasına attın beni…
Bu imza senin değil mi,
hani vaat edilmiş aşkların en büyüğünde yaşayacaktık biz,
ne bu sarmal döngün…
Ne geçmişin, ne de geleceğin sözvermişliklerine uymuyor… Bu aşkı kolay buldun sen, kolayını yaşadın, çünkü, adanmış bir hayatım vardı sana, döneklik kime yakışmış ki bana yakışsın, sana yakıştı mı bu?
Hani sen ölürdün benim yaşarıma, bu mu söz vermenin aşka imzası…
Unuttun,
hayat sensiz de varmış…
Unuttun,
acı aşkın hamuruymuş…
bir düş karanlığı bu alacalık…

Karmakarışık rüyaların, karanlıkta kaybolduğu, hâyâllerin rüyalara dönüştüğü, varlık ve acımasızlık arasında geçen bir zavallılık çaresizliği gibi…
Kaybedilmiş binlerce kelimenin sahipsiz bakışları gibi dağınık duruyor sayfalarda…
Yer değiştirmiş yaşam kesitleri, sevgiden sevgisizliğe, acıdan mutluluğa, şaşkınlıktan sarhoşluğa, bedavaya gelmiş bir yaşam varlıklaşması gibi yokluğa uzanan, sevdim deyip de sadakatle, ihanet arasına kurulan köprülerin uçurulması gibi şaşkınlık veren bir derbederlik bu zifiri aydınlığındaki bekleyiş… Neyi…

Son kurşun hızındaki seslerle bakışan yaşam sonu gibi bir dağınıklık…
Bu kaçıncı kırlangıçların yumurtlama zamanını beklemek, uçuşlarını takla atışlarını, süzülüşlerini izlemek için alınan nefeslerin boşa gitmesi…
Hangi zamanın hangi zamana atlaya adımlardı ki savrulduğum?
Bu vefasızlık, bu acımasızlık, kimden kime niçin kalmıştı? Ve bu arada kalan ben kimdim?
Hangi zamanın hangi zamana atlayan adımlardır ki savrulduğum…
Bu vefasızlık, bu acımasızlık, kimden kime niçin kalmıştı…

Yalnızlığı bana armağan edenler, hangi topun ardından koşuyor şimdi, hangi çiçeği nereye dikmek için niçin elinde taşıyor…
Bu çaresizliğin zıpkınları neden beni bedenime dalıp dalıp çıkıyor…
Biz acıları hep zıpkın uçlarının keskinliği ile mi tarif edeceğiz veya edecekler bizi…

Beni saklayan sevginin gizemi hangi labirent sonunda çözülecek?
Her sevgi kendi gizemini içinde saklarken, benimki ne zaman açığa çıkacak…
Bu yaşam neden her an bana tokat atıyor?

Benim yaşamdaki duruşum, sevgideki taşın altına elimi koyuşumla ifade edilir…

Bu iki taraflı duruşu ifade eder…
Sevgideki kararlılık, yaşamdaki kararlılık duruşumla gösterir kendini…
Tek taraflı bir bakıştır bu…
Biraz asilik, biraz sevgide kayboluştur belki de…
Unutulmamazlıkla, unutulmazlık arasındaki bir bağdır bu…

Sevginin belki de içinde sakladığı gizem kapalı yüreklerde bekler…

Coşku bunun işaretiyse sevmenin asıl adı buraya kazınır…

Sevdim deriz, sevildiğimizi hissettiğimiz kadar…

Kurgular bu duruşa yakışmıyorsa sevgi uçurumlara doğru uzanır…

Belki de kendimizi tanıdığımızdan sonraki zamanları açığa çıkarır…
İşte bu zamanlardır pişmanlık düşüncelerimizi içimizde saklayarak adımlarız, telaşlı ama sessiz…
Sevgideki gizem yalnızlıkla içimizdeki kendimize yapışır…

Nasihatler ederiz kendimize, söylenmemiş cümlelerle, bir türlü pişmanlık ifadeleri akmaz dilimizden…
Var olduğumuzu sandığımız sevgi, sevgi savruluş halinde bile olsa koşar dururuz peşinden sakatla…

Ama nereye kadar, gizem nerede atar kendini açığa… Ve derbederlik nerede başlar umarsız kalamadığımız yaşamda…
Hiç düşmez dilimizden aşağı sinsice “keşke sevmeseydi” cümlesi…
Bunu ne giden bilir ne de kalan, herkes kendi deviniminde dinginlikle durur…
Oysa fırtınalar yürekte zamana yayılarak beklerken kendi gizemini yüreğimizde saklar…

Bu yaşamın içinde ölü kuşlarla bir efsaneydiler…

Sevgi dedikleri çemberin karanlıklarında dönüp durdular, kaybolup geri geldiler, ne bir masal oldular ne de bir şarkıda isteyerek kaldılar… Adlarına kitaplar şiirler ve de ihanet sayfalarına yazıldılar, riya çıkmazlarında gülebilmek için, ter akıttılar ama olmadı, sadece bir umutla efsane oldu sevgi, “güzel günlerimiz de olacak” dediler, etraflarında, yüreklerinde, kuşlar öldü, bataklıklar kurudu, güneş erken battı, yağmurlar yağdı ve “sevgi denilen, tek taraflı yürekte kuşlar öldü…
Ölü kuşlarla bir efsane oldular…”

Bu yazdığım ne ilk, ne de son olacak sevgili sana…

Bir bilsen düşündüklerimi, bir görsen benim gördüğüm rüyalardan bir karesini, bir duysan sesimin boğukluğunu, bir görsen bedenimin dikliğini, sallanmadığımı, düşerek düşmediğimi, bir görsen benim son halimi, işte sevgimden kopmaya çalıştığın bir ben var karşında…

Kaldırım taşlarına konuşan, gökyüzüne bakarak gözlerini kısan, bulutlardaki şekillerden seni arayan ama bulmak istemeyen, çelişkili bir beni görsen “son halimle” ama…
Boş ver…
İlk halinle gördüm seni de ne kaldı elimde senden sonra geriye…

Mustafa Yılmaz

Saygımla...

11. sayfamda 207. sıradadır...