Sevgi Toplumu Grubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Mustafa Yılmaz
Alan:   Grup:Sevgi Toplumu Grubu
Tarih: 10.03.2010 18:57
Konu: Vuslatı bu hayatın hüzün çökmüş yapraklarına… DENEME 3

Vuslatı bu hayatın hüzün çökmüş yapraklarına… DENEME 3

Bedenimden derilerimi, etlerimden ayırarak dökmek istiyorum…

Sana dokunan parmak uçlarımı ısırıyorum… Bakan gözlerimin kapaklarını açmak istemiyorum…

Bana yansıyan ışıklarını kesmek, karatmak istiyorum…

Oysa sen benim hâlâ düşmanın olduğum bir can değilsin…
Hâlâ unutmakla, unutamamazlık arasında salınım halindeki bir bedenim ki değilim seni sevdi diye ona da düşman…
Var olan bütün güzellikleri aldığın için sana yine de kızgın değilim… Bir bildiği vardır diyorum. Ama eziyetim kendime bir de bedenime…
Uykusuzluk vız gelir bana… Severken uyuyamayacağını şimdiden bilmen gerekirdi diyorum…

Dilim ki, sana sevginin aslından, sevginin saygı büyüklüğünden bahsederdi, şimdi onu cezalandırıyorum. Isırıyorum iki dişlerimin arasında. Canım yanıyor, konuşmasaydın diyorum. Şimdi ona, öteki, ötesiz derken, hâlâ pişman olmadığı için daha çok ısırıyorum… Kanatıyorum… İçimin kanayışına aldırmadan, bir kan borcu daha ödüyorum…
Ki ben, uğrunda nefessiz kalmayı göze almış bir ben, şimdi bülbül sesini tanımaz hâle gelen bir ben…

Ruhuna eziyet eden bir ben keşke pişman olsaydım…
Boş ver onu diyebilseydim…
Sen ötekisin, diyebilseydim, sen ötesizsin diyebilseydim. Diyebilseydim, cümleyi de şimdi olsaydım ve sıralasaydım keşkeleri peşi sıra… Olmuyor işte…

Şair diyor ki… “sevgi emek ister” diye… Sen de derdin bunu bana, hep benim için yapabileceklerini sıralarken…
“Emek veririm ben sevgime” derdin… Verdin gözlerimi karartarak, yüreğimi delerek, dilimi çiviyle çaktıracak kadar emek verdin bu sevgiye…
Bense hâlâ emek vermeye çalışıyorum…
Mezar taşımı gömesim geliyor… Yanı yanı başıma… İsimsizlik ne demekmiş öğrenmek için…

Boğazıma yuvarlak yuvarlak demir küreleri diziliyor… Yutkunmam ritmini bozdu ki ben hâlâ gömülecek yer arıyorum…
Koyu çay bardaklarından esli çıkan dumanları özlüyorum… Gökyüzündeki kuşağın renkleri saymak, görmek istiyorum… Hayatımın seninle kaybettiği zamanların unutulmazlığında kalmak istemiyorum…

Sana verdiğim kendimi istiyorum…

Senden seni değil, senden beni hür bırakmanı istiyorum…

Yazdıklarına meydan okuyorum… Hadi “ben seni hiç sevmedim” de bana hadi de “hiç sevmemiştim zaten” diye…
Hayatımın boncuklarını al benden, bırak beni halime, başıma benim lôdos serme ya…
Bir günlük güneşlik zamanım olsun gayri, bir günlük sensiz zamanım olsun…
Çok mu şey istiyorum…

Sus diyen resimlerini görmek istemiyorum artık…
Sana sus da demek istemiyorum…
Bu hayat benimdi, senin oldu… Geri ver de demiyorum… Bari bırak sürttüğü yerde…
kalsın…
Değerli biriydin… Önemli, biriydin benim için… Ben böyle derken, önemim kalmamış ki sende, neden hala naif adamsın diyorsun bana…

Maviş bakışların delerdi sabahları…

Bana nasıl baktığını biliyorum eskiden, bakarken nasıl titrerdi dudakların, nasıl da boğuklaşırdı sesin, nasıl da çocuk çocuk çıkardı seslerin, ağlamaların nasıl masumdu, gülmelerin nasıl da çılgıncaydı… Deniz suyunda taş sektirmenle nasıl da vururdun sağ ayak ökçeni olduuu olduuuuu derken, bilmem kaç kez…

Ne hoyrat bir yaşam bu yaa, nasıl yaşam…
Neden hâlâ zorlaştırmaya çalıştırıyorsun… Bir gün ensemde hissediyorum nefesini, bir gün elimde bir yazın, bir kitap sayfası, bir mektup uzantısı izi, bir gün anlamsız bir soru, hadi bana kendini anlat gibi…
Neyim var bilmediğin… Sadece Anka kuşu’nu arayış umudu var içimde… Kurtulacağım senden… Atacağım bu kara büyüyü üzerimden…
Gök rengini göreceğim…
Bir sen olmayacaksın sadece ben var olacak içinde… Ve ben senli bir operaya gitmek istemiyorum artık…

Bana yalnızlığı öğrettiğini ne çabuk unuttun…
Sen bana sonsuz dediğin değilim artık… Sonsuzluk belki de özlemi olan biriyim oysa…
Biz birbirimizin telefondaki sesine özlemle büyüdük, çocukluğumuzu bıraktıkça o seslerde…
Arsız düşünceler şimdi peşimizde…
Ve biz hâlâ birbirimizi sevmemiştik ki diyemiyoruz…

Bana sevmeyi, sevilmenin hazzını öğretirken, benim görmediğim bu sonu sen biliyor muydun ki seni bu kadar çok sevmemi sağladın…

Nerden bilecektim hiç pişman olamayacağımı…
İlk uzattığın elini hatırlıyor musun, nasıl da iki avucuma alıp göğsüme bastırmıştım…

Sevmelerin ağlamalarını öğrettin bana… Gülmelerimi ardında bırakarak…

Şimdi yalnızlığımızla kendi bedelimizi kendimize ödüyoruz…
El sıkışılması imkânsız olan bir gelecekle belki de…

Zaaflarımızdı belki de bizi titrek ellere ulaştıran…
Önümüzü göremez hale düşüren…

İşte bu haldeyken daha iyi anladım ve çok daha rahat söylüyorum… Biliyorum ama hiç şansım yok başka…
Ben seni o halinle çok sevmişim… İşte sonuç bu…
Ama
Bu nefes bu cümleyi, seni seviyorum demeye yetmeyecek…

Mustafa Yılmaz

14. sayfamda 272.sıradadır...