Sevgi Toplumu Grubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Mustafa Yılmaz
Alan:   Grup:Sevgi Toplumu Grubu
Tarih: 08.02.2010 15:11
Konu: Gece Yarılarını çeyrek geçe Sesi Bu…

Gece Yarılarını çeyrek geçe Sesi Bu…

Karanlığın sesi…

Gecenin içindeki sırlar,
kendini kendine gömer…
GEÇMİŞİN GİZEMLERİ,
GECEDE KALIR….
Karanlığın sesleri,
beyin diplerinde uğuldar.
Ve gece,
tan şafağına uzanır…
Göz kapaklarıyla…
Gece yarılarını çeyrek geçe sesi bu, karanlığın sesi…

Sen bende kalsaydın, bu dünyada beklentim kalmazdı…
Çocuk dünyamda çocuk yaşantılarım olurdu belki…
Anılar zincirinde bir tek öfkeli halka oluşmazdı…
Yüreğim sende, kıpırtıları bende kalmazdı.
Ben beni sana verir, ben bensiz sen olurum…

Şimdi hayat, varlığınla yokluğun arasına kurulan bir köprüde yürümek gibi bir şey…Belki bu Azrail’in yeryüzündeki yüzü, biraz mola verdi hayatıma. Biraz yokluğunun zifir çiçeklerini verdi, belki de kucağıma… Ve ben, her gün, bu çiçekleri anı sırasına göre renklerini derliyorum.
YAŞAMIN BİR KESİTİ BU…Bunlar olmasaydı belki bu güne kadar öfke tarifleri dökülmezdi kalem diplerinden…

Sana seni sevdiğime dair yazdığım eski yazılarla geceleri ateş böcekleri ile ismini ve seni seviyorum diye, gökyüzüne yazdıklarım geldi aklıma. Senin yazdığın rüzgâr kokunu yüzüme yüzüme vuruyor yokluğunda diye çektiğin mesajları okuyorum… Gülümsüyorum…

Sevgi fırtınasıydı belki de bu. Bir sana doğru bir bana doğru savruluyordu sanki kum taneleri arasından…
Sevgi fırtınasıydı bu, birbirimize ters eserek bizi kucak kucağa iten.
VE AŞK GÜLÜMSÜYORDU ARAMIZDA,
BİZİ SEVİYORUZ DEDİRTİYORDU BİZE.

Bizi sevmek, sen beni ben seni sevmek arasında bir kelepçeli zincirdi sanki, tutunuyorduk bir birimize. GÜLÜMSÜYORDUK HAYATA…
Sevginin lüksünü yaşıyorduk ozanların aşk tariflerinin üstünde bir sevgi gibiydi…
Hayat bizimle sevgi birleşmesinde durmuştu. Geçmeyen zamanların uzunluğunu yürek çarpıntıları ile yaşıyorduk. ARAMIZDA KONUŞAN SEVGİYDİ,
SEVİLDİKÇE, BİZ BİRBİRİMİZİ SEVDİKÇE O COŞUYORDU…
SEVGİ BİZDE YEDİVEREN GÜLÜ GİBİ KALIYORDU. Biz onda misafir o bizde hancıydı. Şarkılar söylüyorduk hep birlikte, raks ediyorduk bitmeyen senfonilerle ve biz bitmiyorduk aşkta, AŞK BİZİ BÜTÜNLÜYORDU.

KOCAMAN TOPLARIMIZ KOCAMAN BALONLARIMIZ, KIRIK KOLLU, OYUNCAK ARAP YÜZLÜ BEBEĞİMİZ VARDI ELİMİZDE.. Birimiz tutup birimiz takıyordu kırık kolunu ve gülüyorduk onardık diye. AŞK BİZİM ÇOCUKLUĞUMUZLA EĞLENİYORDU, BİZ AŞKLA YÖRESEL OYUNLAR OYNUYORDUK…

Dalından, kiraz, armut ve portakal topluyorduk dört mevsim.

SEVGİ BİZDE DÖRT MEVSİM ÇOCUK KALIYORDU. VE BİZ SEVGİDE HİÇ ESKİMİYORDUK.
Seni seviyorum sevgi haykırışları rüzgârla hırçın dalgalara karışıp, ıssız koyda sevgi çiçekleri, yediveren gülleri tomurcukları oluyordu. Ve sevgi bizimle hep gülüyordu. Sevgi gülünce biz gülüyorduk. ÇILDIRIYORDU YÜREĞİMİZ.

NERDESİN AŞK, YÜREĞİM SENDE, SEVGİN BENDE KALDI. Balonlarımı ver, kırık kollu Arap yüzlü bebeğini al. Boş ver, yediverenler sende açsın. Bir siyah gül ve bir boynu bükük mor salkım bana yeter. Kırık kollu bebeğin ağırlık yapıyor omuzlarıma, taşıyamıyorum.

Sesini aldın, kokunu aldın, yalnızlık çerçevelerinde tasvirlerinden başka, bir şeyin kalmadı artık.
DÜNYA DEĞERLERİ İLE YAŞAM, AZRAİLİN YERYÜZÜNDEKİ YÜZÜYLE ÜRKÜTÜYOR BENİ.

“Dünya dolusu hayat senin olsun artık,
hüzünlü bakışlar biriktir kendine
tükenmeye has retler
perde aralıklarından yaşamının...

İçselleştiğin yalnızlığın korkusu,
tortusu ne de yalnız yıldızlara benzetmelerin
gider gözlerinden yaşadıkça ve
günahlar kaparak sürüklenirsin bile bile...

'HİÇ'
olmanın, 'SEN'le başlayan bütün
cümlelerin sonu gelmez olur
yada getiremezsin sonunu yaşamın… VE KARANLIKTA BİR OTOBÜS CAMININ GÖLGESİNE, SEN, SEN, HEP SEN DEYİŞLERİN… BİTMEZ…

Başlangıcın olmamış çünkü senin…”
BELKİ YAŞARSIN AMA BENLİ GİBİ, SENLİ GİBİ DEĞİL…
TÜKENİR BU HAYATIN “KOCA ADAMIN” DÜŞTÜĞÜ YERDE…

Elbet yeni yeni yüzler, yeni yeni aşklar çıktı karşıma ama, dalından portakal koparmakla başlayıp bitmiyor yaşam…senin sesini çektiğin yerden yeni ve hüzünlü bir ses dolaşıyor kulaklarıma, seni düşünmeden konuşuyorum ununla,
GECE YARILARINI ÇEYREK GEÇE SESİ BU, buruk, hüzünlü, kırık ok gibi doluşuyor içime ve beni sevmiyor biliyorum, AŞK VE SEVGİ ÇABUK GELMEZ İNSANA. Bekliyorum beni sevmesini, BEKLİYORUM ONU SEVMEYİ VE FISILDIYORUM KULAĞINA UNUTTUĞUM SEVGİ İSMİNİ…

GALİBA BEN SENİ SEVMEK İSTİYORUM DİYORUM… Ve seni anlatıyorum ona.
Nankörlük değil bu diyorum, ikiyüzlülük değil, giden sevginin ardından birine,
YENİDEN SEVMEK OLUR MU DİYORUM…
Bekleyelim diyor, “bence sen onu hâlâ çok seviyorsun, kır zincirlerini, bırak gururunu, ona koş mutlu ol, hayat çok kısa, sahip çık sevginize, saygılar” diyor… Gülümsüyorum, acı zinciri dolanıyor bileklerime. Hani yüreğe saplanan bir okla iki damla kan akan bir resim var ya, işte o damlayan kanı içime akıtıyorum.

Yine gülümsüyorum, parmağı kesik bir insanın acısıyla sanki, giden ben değilim ki diyorum. Kanı akıtan ok, benim değil ki diyorum. Bana gidilince, yeniden seven sevginin aşk oyunlarını getiriyor aklıma, gururla anlatan.
“Hayatıma yeni yeni aşklar girdi, ne zannettin, beklenecek miydin, aşk bekler mi? ”… Deyişin…
Yaa, boş ver, sen aşkla oynaşırken, kendini oynaştırıyorsun. Düşünmek bile istemiyorum…

Ve bekleyelim diyen sese “seni sevmekle onu sevmek arasındaki bağı düşünürsen, onun kemiklerinin mangalda kömürle yanması keyif verir bana. Yaa ben seni sevmek istiyorum” diyorum yeni aşka.

Ne sanmıştın ki, acı da olsa yeni yeni sevgileri yaşayacaktı insan, terk edilince. Belki biraz buruk, belki biraz huysuz, belki de sonsuz..

Yeniden sevmek, sevilmekten sonra da gelip oturur insanın böğrüne. Ama dürüst olmalı, vedasız gidişlerin ardından değil, riya boşluğunda değil.
Sevmekle sevilmek arasındaki urgan köprünün iplerini, gece yarılarında kesmekle değil, havluları balkon zeminine atmakla, kapı ve perdeleri kapatarak değil… Bu hangi sevginin kollarında var… Bu kör bir riya oynaşışı…
Hadi boş, ver ben seni çok sevmiştim demenin ne önemi var. Ters rüzgâr gibi esiyoruz hayata. En çok sevgi üzülüyor yalan sevgi diye…

Geçen ömrümün ardında şarkılar var şimdi,
kalanda ise umut..
Mutluluğumun önünde hüzün,
hüznün ardında ismin kaldı şimdi.
Son defa söylenen şarkılar unutuldu,
sıfırdan başa döndü kalan ömür.

Gözlük camlarımın ardında denize bakıyorum,
mavi bir düş.
Gözlük camımın ardından yazdıklarıma bakıyorum,
kara bir dün.
Nerede benim mavi günüm,
Nerede benim mavi yazan kalemim?

Batak bir körfez bu belki de,
görmek istediğim.
Batak bir geçmiş bu,
aşk denen körfez…

Belki de kara yazan bir kalem bu,
belki de yaşadığım kapkara bir yazgı.
Ahtopot kolları gibi
her beyaz taşa yapışan.
Sevemediğim bir renkli yaşam bu,
aşkın siyahları.

Sıcakta ter atmasıydı
bu kör yürüyüş zamanı bedenimde.
Ve ben galiba seni seviyorum,
demeyi öğretiyorum kendime.
YORGUN BİR DÜŞTEN, BELKİ DE YORGUN BİR RÜYADAN YORGUN UYANMAKTI BU…,
“Kararlıyım bu gece senin olmaya geldim” diyen bir müzik eşliğinde, uyuyamamak belki de bu… “Bu dünyada bıraktın, öldürmedin” cümlesinin sonuydu bu ölememek. Uzun nefeslerle yürünen yolun sonunda taban çatlatmasıydı belki de bu acılar… Boş vermişliklerin ağırlığıydı belki de omuzları düşüren. VE SEVGİ YORGUN NEFES ALIYORDU HAYATA.

KIRIK KOLLU, ARAP YÜZLÜ, BİR YAPMA BEBEK, DİLİNİ ÇIKARARAK GÖZ KIRPIYORDU BANA, GÜLMEM İÇİN…
VE BEN GÜLÜMSÜYORDUM YENİ AŞKA. SENİ SEVİYORUM GALİBA DİYORUM.
Camı kırık ahşap bir pencereden bakarak. Eski zaman duvar taşları, harçlarından sızıntı vererek halime acıyorlar belki taşlık halleri ile. Bir kare resim çektirip bırakmak istiyorum.

Hayat oyunlarında çıkmaz sokakta topa vurarak gol atılmıyor. Sadece çürüyor insan bir başa, bir sona koşarak. “Kadınım” kelimesinden nefret ederek.
Oysa bütün sokaklara buluşmak için isimler takardık…
Bütün sokaklar buluşmalarımıza çıkardı.
Şimdi ise vedalaşacak kadar, zamanımız olmadı…
Ben seni seviyorum desem ne yazar bu kalem…

Uzak diyarlardaki sevginin son sesi bu,
bitmeyen tekrar tekrar çalan bir şarkı ile.
Dönülmez bir geçmiş, set set duvar arkası,
sonsuz bir özlem uzanıyor tel diken çitler,
avuçların içi kan alacası,
beyin düşünce girdabı,
unutulmayan bir aşkın son sesleri tutuluyor.
Feryatla inleme arası bir haykırış.

Ve müzik durmuyor,durdurulmuyor,
bitmeyen sevginin uzağına atlayış bu,
göz diplerinde şimşek çaktıran,
varlıkla yokluk, var olmakla kaybolmak,
bir ormanda…
Yangın var,
yüreğim kan döküyor,
gözlerim yarı kapalı.

Sonsuzluk gezintisi gibi geçmiş. Hikâyeler aşka dair,
var olmalıydıya dair. Kaybolunmamalıya dair,
tutup bırakılmamalıya dair,
ve kimsesiz öksüz sevgiye, bana dair…
Bir kulak çınlaması bu kara bulutlara tırmanan,
ve bulutlardan düşen seslere dair
bu seviyordum seni demeler…

Yangın çıkmazı bu ateş çemberi,
içinde küllenilen aşka dair
ve, yanan ben…

GİTMELERİN ÇOCUK AĞLAYIŞLARI GİBİ PARÇALIYOR BENİ…
DİYEN BEN…

Bana dair bu unutulmuşluk hikâyesi, ve sana dair bu perdenin inişi,
OYUN BİTTİ DİYOR MAİSTRO…

Öz kokunla gel bana hayat, bırak ben karar vereyim nasıl koktuğuna, boş vermişlik bu kokusuzluğun sonu. Belki de hayat sen kokacaktı eyyy yar…
Bu bana ait bir gün değil, kokunsuzluk…
Sadece bana ait değil bu yazgı, beklide herkese ait bu yazgı sevgi yoksunluğuyla…
Keşke unutulmuş bir şarkı olsaydı,
kulak diplerimde patlayan,
seni hatırlatmasaydı,
“en çok mutluluk onun hakkı” demeseydin,
ve ben seni hiç özlemeseydim… Yeni aşka giderken…

GECENİN İÇİNDEKİ SIRLAR, KENDİNİ KENDİNE GÖMER,
GEÇMİŞİN GİZEMLERİ, GECEDE KALIR…

Elbet yeni yeni yüzler, yeni yeni aşklar çıktı karşıma,
hayat duracak değil di ya… VE SEN SE, BİR GÖLGE KALARAK, HAYAT, YENİ AŞKA GÖTÜRÜYOR BENİ…

Mustafa yılmaz
(İzmir__Çandarlı)

6. sayfamda 111. sıradadır...