Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Edebî şiir örnekleri - 5: TERKİB-İ BEND.
SARIKAMIŞ MERSİYESİ
Birinci Dünya Savaşı sömürge kurma yarışı,
Emperyalist devletlerin kendisi bozar barışı.
Saraybosna'da fitili ateşlenen dinamitin,
İnanılmaz dehşetiyle bütün Dünya'yı sarışı...
Atlas'lardan Kafkas'lara, Yemen'den Kırım'a kadar;
Yer yüzü coğrafyasının yağmalanır her karışı,
Top ve tüfek seslerinin arasında yankı bulmaz,
Gözlerinden inci döken meleklerin yakarışı.
Umutsuzca beklentidir geciken bir mucizenin,
Yağmalama utancından insanlığı kurtarışı.
Mazlumların feryadını işitirken sağır sultan,
Zalimlerin tınmadığı sesin Ayyuk'a varışı!
Annelerin çığlıkları gök kubbeyi titretirken,
Savaş kasıp kavuruyor talihsiz Sarıkamış'ı.
Tarihlere yazılırken bunalımın en derini,
Tek kişi tutmuş elinde Osmanlı'nın kederini.
Genç harbiye nazıdır kabinede Enver Paşa;
Tarih yazar, buz kesilir okuyanlar baştan başa!
Daha Balkan savaşının yaraları sarılmamış;
Sefalet had safhadadır yürek sızlatan temaşa!
Müttefikler karar kılmış pay istiyor Osmanlı'dan,
Bir türlü de durulmuyor sonu belirsiz karmaşa.
Üstelik şark cephesine topçusunu yığmış düşman,
Mangalda kül bırakmıyor elindeki mumdan maşa!
Başkomutan asker ister, kimi geldi Rumeli'nden,
Kimisi Anadolu'dan gönüllü koştu savaşa.
İçlerinde en şansızı Yemen'in askerleridir,
Dört ayda ancak geldiler çöller dağlar aşa aşa...
Üstlerinde yazlık giysi paltosuz ve potinsizdir,
Ayağında yırtık çarık sürüldüler dağa taşa.
Bin dokuz yüz on dört yılı, on sekiz aralık cuma;
Hücuma geçenin askerin kendisi uğrar hücuma!
Köprüköy'de savururken ayaz keskin bıçağını,
Kader yitik nimet yazmış Arabistan sıcağını!
Yere çöken bulut tipi çölün tozan kumu değil,
Kardelenler kar altında ölüm açmış kucağını.
Yer ile gök sınırına çekilmiş beyaz örtünün,
Ufkunu göz seçemiyor ne ucu ne bucağını...
Mehmet yorgun takatı yok; ısrarlı bir dönek ateş,
Zonklayan baş ağrıları mesken tutmuş şakağını.
Bir endişe nüvesini sökemiyor yüreğinden,
Belki de göremem diyor artık baba ocağını!
Bu harekâtın ardından tarih ya bir zafer yazar,
Osmanlı'nın sayfasına ya da karanlık çağını.
Tipi bir yol verse asker, Sarıkamış'ın ardından;
Tekrar Batum'a dikecek Osmanlı'nın sancağını.
Düşman cephe gerisinde çevirmiş diye dümeni,
Üç kolordu yola düşer iki süvari tümeni! ...
Yirmi bir aralık günü kışın en uzun gecesi,
Eksi otuz beşe iner sıcaklığın derecesi.
Üçüncü Ordu üç koldan yürüyüşe devam eder,
Tarihlere yazılıyor cesaretin delicesi!
Bir metreyi aşan karla boğuşan yorgun askerin,
Dudaklarından dökülen dua olur tek tümcesi!
Allahuekber Dağları güç alınca karakıştan
Ağrı ile boy ölçüşür tepelerin en cücesi!
Kim sağ salim geri döner Dokuzuncu Kolordu'dan,
Zihindeki soruların cevapsızdır bilmecesi.
Rüzgârın uğultusunda eriyip kaybolan bir ses:
''Donuyoruz! '' diyecekti, yarım kaldı son hecesi.
Namlusu donmuş tüfekler bir tek mermi atamadan,
Faciayla noktalanır karekâtın neticesi!
Askerin asıl düşmanı cephenin daha berisi,
Bir kısmını tipi boğdu ayazda dondu gerisi!
Üç bin metreyi yaslanmış Allahuekber Dağları,
Eksi otuz derecede yaşanıyor can pazarı!
Kınalı kuzucuklara hem mezar hem kefen olmuş,
Şenkaya'dan Kars'a kadar bir buçuk metrelik karı.
Buz mavisi sessizliği gece boyu hüküm sürmüş,
Ne baş eğmiş zirveleri ne de geçit vermiş yarı.
Dar patika yollarında kardan heykellere dönmüş,
Sıra sıra donmuş asker kimin değmiş ki nazarı?
Perşembenin akşamından cuma sabahına değin,
Bütün gece esmiş demek kaderin sessiz rüzgârı.
Düşeni kaldırmamak için bir emir almış askerler,
Emir Hakk'tan değil kuldan ne yapsın kader yazarı?
Yaşam ölüm çizgisinde umutsuzca oynanıyor,
Gece ayazına karşı hayatta kalma kumarı!
Melekler yüzünü her gün gözyaşıyla yıkamışsa,
Başka sebep aranmıyor ağıdı Sarıkamış'sa!
Yirmi beş aralık cuma Sarıkamış kar beyazı,
Tipi fırtınası dinse göz açtırmaz buz ayazı.
Her adımda nefes kesen çift tarafı keskin kılıç,
Sibirya'nın rüzgârına rahmet okutur poyrazı.
Kara ölüm dedikleri taun bile şaşar elbet,
Zemheride kol geziyor beyaz ölüm kara yazı!
Sürüngenle kemirgenin korkulu rüyası olan,
Ak doğanı yere serdi gökten indirdi şahbazı!
Hani yıldırım hızıyla dağları aşan kanatlar,
Kaskatı kesildi demek asla bükülmeyen pazı.
Bir buçuk metrelik kara poyraz dinse yıldız eser;
İki keskin kuzey yeli bir birinin hilebazı!
Siper humması yakarken karakış yeli dondurur,
Felek kurmuş can pazarı ne alan ne satan razı!
Destan mısın felaket mi Sarıkamış Harekâtı,
Ağıtlarınla sarsıldı yerin göğün yedi katı:
........
Sarıkamış önü yamaç, tipi savrulmuş yokuşa;
Mehmed'imin kendisi aç yem olmasa kurda kuşa!
Gözü donmuş neyi tanır, gün ışımış gece sanır;
Aynı tepeyi dolanır karla boğuşa boğuşa!
Buz kesmiş gençlik çağında, Allahuekber Dağı'nda,
Zemherinin dudağında rüzgâr konuşa konuşa.
Bıçak keskini bir ayaz, gök kararmış yer bembeyaz;
Yetim büyüttüğüm haylaz bir daha dönmez koğuşa,
Gönülde saklı resimler kimler şehit düştü kimler,
Neyi kutlar ki zalimler kadeh tokuşa tokuşa?
Ağıt yaktım karasıdır, baba oğul yarasıdır;
Sarıkamış sonrasıdır, önce Yemen'deki Huş'a,
Hanemde şehitler çoğul, sen gel de tipide boğul...
Ne ağıtlar yaktım oğul... Kalbim tutuşa tutuşa!
Yemen çöllerini aşıp, sen gel de tipide boğul...
Önce baban sonra sana, ne ağıtlar yaktım oğul! ...
İrfan Yılmaz