Sevgi Toplumu Grubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Yürek Kalemleri
Alan:   Grup:Sevgi Toplumu Grubu
Tarih: 27.12.2009 16:53
Konu: Mehmet Akif Ersoy' a Dair

Cemal Kutay'a Göre Mehmet Akif

“Cemal Kutay'ın 'Necid Çöllerinde Mehmed Akif' adlı bir kitabı vardır. Akif'in adeta bir destan kahramanı olarak yüceltildiği bir kitap. 'Teşkilat-ı Mahsusa' lideri Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın anlattıklarına dayanılarak yazılmıştır.”

“Bilindiği gibi Akif, Birinci Dünya Savaşı sırasında görevli olarak Almanya'ya ve Hicaz'a gitmişti. İngilizler ve Fransızlar, sömürgelerinden topladıkları müslüman askerleri, 'İstanbul'u işgal edip halifeyi esir aldılar! ' propagandasıyla aldatarak Osmalı Devleti'nin müttefiki olan Almanların üzerine sürüyorlardı. Batı cephelerinde yapılan muharebelerde Almanlar, yüz bine yakın müslümanı esir almış, bunlar için Vunsdorf yakınlarında özel kamplar inşa etmişlerdi. Bütün benliğiyle 'İslam Birliği' idealine sarılmış olan

Akif, kendisine Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla gelen teklifi tereddüt etmeden kabul etti ve Almanya'ya giderek Tunuslu Şeyh Salih'le birlikte, farkında olmadan Osmanlı Devleti'ne karşı savaşan bu müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı.”

“Cemal Kutay'ın anlattığına göre Akif, Almanların Vunsdorf'da müslüman esirler için inşa ettikleri camide heyecanlı vaazlar verdi. Plaklara kaydedilen bu vaazlar, müslüman askerlerin bulunduğu cephelerde hoparlörlerle tekrar tekrar yayımlandı. Bu hitabeleri dinleyen çok sayıda müslüman askerin ilk fırsatta saf değiştirdiklerini kaydeden Kutay, Akif'in kendisine verilen vazifeyi parlak bir şekilde yerine getirdiğini, hatta hitabelerin Almancaya çevrilerek gazetelerde yayınlandığını söylüyor ve şöyle devam ediyor: 'Akif, seyahatinin daha çok devam etmesi yolundaki ricalara rağmen, Şeyh Şerif Tunusi'ye söylediği gibi, ezan sesinin hasretini çekiyordu. Sadece bu da değil, Almanya onun hassas kalbinde kendi yurdunun sahibi olmadığı medeniyetin hasretinin acısını, ifasız yara halinde ayaklandırmıştı. Safahat'ın en güzel, en içli bölümlerinden birisi olan 'Berlin Hatıraları' bu duygunun ifadesi idi.'
“Akif, İstanbul'a dönüşünden kısa bir süre sonra, yine Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Ceziretü'l-Arab'a gönderilmiştir. 1916 yılının başlarında gerçekleşen bu seyahat, Hicaz Emiri Şerif Hüseyin Paşa ile oğullarının isyan hazırlıkları dolayısıyla planlanmıştı. Necid'e doğru yola çıkan ekipte Mehmet Akif'ten başka Tunuslu Şeyh Salih, Teşkilat-ı Mahsusa reisi Eşref Sencer Bey ve Enver Paşa'nın başyaveri Mümtaz Bey vardır.”

“Arkadaşlarıyla birlikte kızgın çölleri aşıp Osmanlı Devleti'ne sadık kalan İbnürreşid'le görüşmek üzere Riyad'a kadar giden Akif'in olağanüstü iklim şartlarına nasıl dayandığını Cemal Kutay şöyle anlatıyor:

'Gündüz elli dereceye kadar yükselen hararet geceleri sıfıra iniyordu. Bu inanılmaz ve havsala kabul etmez iklim farkı, alışmamış bedenleri harab ediyordu. Bu arada Mehmet Akif, inanılmaz bir mukavemet gösteriyordu. Pehlivanlığını unutmuyor, hatta iki metreye yaklaşan boyunu, levent endamını ve bilhassa mükemmel ahlak ve terbiyesini takdir ederek 'Eşref Bey'in emireri zenci Musa / Omuz vermiş, göğe çıkmış Nebi İsa' dediği zenci Musa ile güreşiyor, ok atıyor, ata biniyor, Arap usulü kılıç kullanmasını öğreniyordu. Bu arada da Safahat'ın o unutulmaz ve berceste bölümü olan Necid Çöllerinde'yi yaratıyordu.'

“Cemal Kutay, 'Necid Çöllerinden Medine'ye' şiirinin yazılış macerasını anlatırken çok heyecanlı bir üslup kullanıyor, diyor ki: 'Mehmet Akif, sam fırtınasıyla kasıp kavrulan çölden ruhlarındaki imanı, o inancı verebilmiş olan beşeriyetin muhakkak ki görüp göreceği en büyük insan olan İslam peygamberinin manevi huzuruna iletebilmek için ademoğlunun dayanabileceği en çetin şartlara göğüs germişlerin destanını yaratıyordu.'

“Kitabının bir yerinde diyor ki: 'Damadı merhum üstad Ömer Rıza Doğrul, o mükemmel eseri Asr-ı Saadet'i tamamladığı zaman, vatanından uzak Mısır'da yaşayan Mehmet Akif, Ömer Rıza'dan önce muhterem Eşref Edip'i tebrik etmek ihtiyacını duydu. Bir hakikattir ki, eğer üstad Eşref Edip'in o yorulmak bilmez, fütur getirmez azmi olmasaydı, medeni cesareti, manevi hayatımızı bergüzar eserlerle değerlendirmek cehdi olmasaydı, bugün maneviyatımızı inşa edecek eserler bakımından daha fakir olurduk, hatta birçoklarından ebediyen mahrum kalırdık.'

Cemal Kutay'dan birkaç cümle daha: 'Akif'e saldıranlar, onun İstiklal Marşı'nı dinleyerek bayrağı selamladılar: Hala da öyle! ' 'Ne Safahat unutuldu, ne de Mehmet Akif! '

'Bugün bütün Türkiye'nin vefakar kalpleri onun resmine bir 'heyula gibi' değil, bir daha kavuşulmasına imkan olmayan bir iman ve ilham devrinin aziz hatırası gibi bakıyorlar. Kabrine inen nur ise bütün milletin ebedi minnetidir.
Anasından emdiği süt kadar helal olsun...'
Mithat Cemal KUNTAY: 'Ben bu 'Mehmed Akif'leri sevdim:

* Politikanın Müslümanı olmayan Mehmed Akif'i;
* Hayatı boyunca bir tek yüzü olan Mehmed Akif'i;
* Tenkide, itiraza, tartışmaya, kusurlarını konuşmaya katlanan Mehmed Akif'i;
* Sırrınızı, menfatinizi, maddî ve mânevî mukaddesatınızı emanet edebileceğiniz Mehmed Akif'i;
* Bir çocuk kadar temiz ve bir kadın kadar ince olan Mehmed Akif'i.'

Süleyman NAZİF:

'Mehmed Akif, yalnızca Cenâb-ı Hakk'a, Hz. Peygamber'e, geçmiş büyüklere, cemiyete, insaniyete ilân-ı aşk etti. Canândan, hicrandan şikâyete bedel; hemcinsine dokunan mahrumiyetlerden, sefaletlerden ve bilhassa İslâm'ın uğradığı musibetlerden feryad eder. Bu büyük şâir, tabiatın, ağaçların ve çiçeklerin güzelliklerinden, güzel çehrelerden aldığı duyguları dâima gizlemiş, saklayamadıklarını, cemiyetin mukadderat levhalarıyla kaynaştırmıştır. O, Süleymaniye Camii'nin kubbesini Himalaya Dağları'nın en yüksek zirvesinden daha yüksek görür.

... Etrafında, gönlünde, vicdan ve imanında, ye's ve ümidinde Peygamberinden başka hasbihal edecek kimsesi yok.

... Firdevsî'nin milliyet fikrini Acem'de en evvel ve icad edercesine uyandırmasıyla, dinî hissî hükmü altına aldırmak istemesi, 'Şehnâme' nazımının irfan yâdigârı ile, 'Hakkın Sesleri' şâirin vicdanı arasında ebedî bir ayrılık perdesi çekmiştir.

... İslâm birliğini bozacak veya zayıf düşürecek her hareketi Mehmed Akif, en amansız ve iman dolu gerçek bir düşmanıdır. İhtimaldir ki, Firdevsî'yi bunun için sevmez.

... Mehmed Akif, şahsî emellerin veya kinlerin tatmin ve teskini için yapılan çekişmelerden, şiirini kurtararak; şâirlik kudretini idealine, yâni ezelî iman ile andığı Allah'ın emri ve yasağı dünya yüzünde insanların işlerini düzenleyici olması arzusuna -arzu diyorum, ne kadar eksik ve iyi ifade edemeyen bir kelime! - emeline, aşkına sâbit fikrine hizmet ettiriyor.

... Şark ve garbın benim bildiğim lisanlarında ve bu vâdide, gerek telif, gerek tercüme suretiyle, bu kadar güzel ve pürüzsüz, kusursuz bir şiir okumadığımı öğünerek itiraf ederim. Bunu yazmak için yalnız Mehmed Akif kadar şâir olmak yetmez; Mehmed Akif kadar dindar da olmak lâzımdır.

... İlahî şâir!

Evet Allah'ın yalnız şehidleri değil, şaîrleri de vardır! Mehmed Akif gibi beyan-ı mızrabı İslâm'ın elemleri olan ve elemleri kendi kalbine yerleştirerek, İslâm'ın kalbini ğöğsünün içine sığdıran bir şâiri görünce, şehidler: 'Biz bu kadar eziyet çekmedik; ve ıstırabın bu derecesine biz tahammül edemeyiz! ' derler.'