Öğretmenler Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Asterisma Ninova
Alan:   Grup:Öğretmenler
Tarih: 01.02.2013 18:03
Konu: Kapitalism ve Yoksulluk

Kapitalist üretim ücretli emeği varsayar ve ücretli emek tabanını sürekli olarak genişletir. Kapitalist üretim tarzının geçerli olduğu koşullarda, üretimle insan ihtiyaçları arasındaki ‘bağ’, pazar dolayımıyla kurulur. Üretimin birincil amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, bir değişim değeri üretmektir. Değişim değeri üretmek de başka bir amacın aracıdır. Asıl amaç kâr etmek ve her seferinde kârı büyütmektir. Başka türlü ifade etmek istersek, üretimin amacı, her seferinde ücretli işçiler (proletarya) tarafından üretilen daha büyük artı-değer kütlesine el koymaktır. Kapitalist sınıfın zenginliği, ücretli emeğin sömürüsüne dayanır. Fakat, üretilen artı-değerin daha büyük kütlesi, her seferinde yeniden yatırılmak durumunda olduğu için (rekabetten ötürü) , sonuç itibariyle kapitalist üretim, sermaye üretimi ve yeniden üretimi biçimini alır. Kapitalistler arasındaki rekabet, onları sürekli olarak ileriye doğru koşmaya zorlar. Giderek, bizzat kapitalistler de sermaye birikiminin birer aracı haline geliyorlar... Üretimin asıl amacının doğrudan insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, pazar için, kâr için, dolayısıyla da sermaye üretimi ve yeniden üretimi için oluşu, kapitalist üretim tarzını geçmiş dönemlerin (pre-kapitalist) üretim tarzlarından ayıran temel özelliklerden biridir. Üretimle tüketim arasındaki bağın bu biçimdeki kopmuşluğu, ya da ancak pazar dolayımıyla gerçekleşiyor oluşu, şimdilerde insanlığın yüzyüze geldiği sayısız kötülüklere kaynaklık ediyor. Zira, kapitalist üretim koşullarında araçlarla amaçlar yer değiştirmiş, ters-yüz olmuş durumdadır.

İşçi (proleter) , yaşam karşısında çıplak, korumasız durumdadır. Zira, hem üretmek, hem de yaşamak için gerekli araçlardan yoksundur. Üretmek için gerekli üretim araçlarına sahibolmadığı gibi, yaşamını sürdürecek asgarî araçlardan da yoksundur. Beslenmek, barınmak, velhasıl mütevazı bir hayat sürüp ayakta kalabilmek için gerekli hiçbir şeye sahip değildir. Bu nedenle özgür emek kavramının nüanse edilmesi gerekir. İşçi, emeğini satmakta ‘özgürdür’ ama aynı zamanda buna ‘mecburdur’. Dolayısıyla, işçinin özgürlüğü, onun emeğini satmasını engelleyen bir bağımlılığın ve/veya aidiyetin olmaması anlamındadır. Köle veya serf statüsünde olmaması, ya da ihtiyaçları geniş aile, klan, kabile, aşiret, vb. tarafından karşılanmıyor olması, başka türlü söylersek, bağımlı olmaması, ama, aynı zamanda da korumasız olması gerekir. Aksi halde, ortada emeğini satmak zorunda olan bir işçi sınıfı da olmazdı. Demek ki, işçinin yaşamını sürdürebilmesinin yegane koşulu, emeğini kapitaliste satmaktır. Zira, elinde emeğini satmaktan başka bir kozu yoktur. Yaşayabilmek için emeğini satmak zorundadır, ama bu her zaman kesin ve mümkün değildir. İşsiz kalma riski her zaman mevcuttur. Zira, kapitalizm ‘anarşik’ bir işleyişe sahiptir. Teknolojik ilerleme ve ‘tekelleşme’, bir anda onbinlerce işçiyi işsiz bırakabilir, kapitalist krizler milyonlarca işçiyi işinden edebilir, savaşlar milyarca insanın yaşam koşullarını alt-üst edebilir...

Kapitalist üretim yukarıda söylediğimiz gibi, mülksüzleşme ve proleterleşme yönünde sürekli bir eğilim ortaya çıkarıyor. Bunun anlamı, her seferinde emeğini satmak zorunda olan kitlenin büyümesidir. Bu da iki eğilimin veya dinamiğin sonucudur: Birincisi, kapitalist üretim tarzı, kapitalist olmayan üretim ve yaşam biçimlerini sürekli olarak dönüştürüyor, onları kendi mantığı ve ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçimlendiriyor veya aynı anlama gelmek üzere, biçimsizleştiriyor; İkincisi, kapitalizm, rekabete dayanıyor ve rekabet sürekli olarak üretim teknolojilerini yenileme, geliştirme yönünde baskı yaratıyor. Her kapitalist ayakta kalabilmek için büyümek zorunda, fakat büyümek ve rakipler karşısında üstünlük sağlayabilmek için de, en ileri üretim tekniklerine ve daha büyük sermayeye sahibolması gerekiyor... Her seferinde daha gelişmiş, daha ileri teknolojilere sahibolmak demek de, her seferinde işçiyi (canlı emeği) makinayla ikâme etmek demektir. Burjuva iktisatçılarının kullandığı bir kavramı kullanmak gerekirse, üretimi her seferinde sermaye yoğun hâle getirmek bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor. Dolayısıyla, üretim süreci sürekli olarak daha ileri teknolojiler yönünde bir baskı yaratıyor. Bu da demektir ki, her seferinde aynı miktar da üretim yapabilmek için gerekli işçi (canlı emek) miktarı azalıyor. Üretim sürecine sokulan her teknolojik yenilik, on binlerce işçiyi üretim sürecinin dışına atıyor... Kapitalist üretim süreci, bir taraftan mülksüzler kitlesini, ya da aynı anlama gelmek üzere, işçi sınıfını (proletaryayı) sürekli büyütürken, diğer taraftan da işsiz sayısını sürekli artırmak zorunda. Başka türlü söylersek, işçi sınıfı tarafından üretilen sermaye (makinalar, gereçler, teknik bilgi, vb.) çelişik olarak onu işsiz bırakıyor, açlığa ve ölüme mahkum ediyor... Bu niteliğinden ötürü, kapitalizme ölü emek uygarlığı demekte bir sakınca yoktur. Zaten kapitalist için işçi de, üretimin diğer unsurlarından farklı değildir. Onun için işçi, eni-sonu üretim için gerekli bir girdidir ve bu yüzden de diğer girdilerden bir farkı yoktur. İnsan emeğinin bir meta mertebesine indirgenmiş olması, kapitalizmin bir özgünlüğüdür ve bu durum sayısız kötülüklere ve sorunlara kaynaklık etmektedir