Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
hayat kaotik bir süs ölümün pürüzsüzlüğünde
ve siz
düğün dernek sevenler, her şeyin güzeline layıksınız
ölümün de elbet; öylece acısız, huzur içinde…
bana ıssız bir amaç versin tanrı -umudu azmi cesareti ben ayarlarım
ve düşüm alnımı yarıp çıktığında karşılıksız olmalıyım, sonsuzla sadeleşmiş bir sayı gibi
tanrıyı bile unutmalıyım, başka bir yerlerde yeniden ve ilk defa hatırlamak için
beynimi ışıkla kanatarak…
hayat kaotik bir süs ölümün pürüzsüzlüğünde
ve biz, kanını ve makyajını içine akıtıp mezar taşlarına geceyi yazanlar
ölümü çoktan hak ettik, hayatı bildiğimiz için
çünkü insan yaşarken bazı insanları; öldüğünde bütün ölmüşleri anlar
dere boylarında ırkını tazeleyip terk edilmiş kitabelere dönen yanım, ağla!
ardımda şehir kalıntıları, ardımda kavim göçleri ve çocukluğum kaldı
benim sahibim; benim şeker sızıntısı çocukluğum… gökyüzünden kuşları çalardı
aynalara emanet olsun tarihten yansıyan toz
toz kaldıran bir kuzey rüzgarı geçer elbet bir gün üzerimizden, o gün bilinen ve görünen ayrışır
küpün simetrisine dolar bütün süsler o gün, geriye sadelikler içinde ölmeler kalır
ölmeler güzeldir yaşamak ölmelere sağır
bir yer altı şiiri diledim çekirdeğinden dünyanın, o kadar çok istedim ki içimde alev aldı
bir savaş vardı düzlemde, ikilemli bir süreç…
yarasından emdiğini tükürüyordu savaşçı bir bakire; bekareti için değil
sefaletini kutsal sayıp kendi karanlığı uğruna savaşıyordu
baktıkça siyahtı saçları, çok siyahtı, baktıkça o kadar siyahtı ki siyah değildi artık
sonsuz bir şeffaflık aldı onu rengin ötesinde, şimdi aşık olduğu adamdan
balıklara denize ve özlediklerine hamile…
hayat kaotik bir süs ölümün pürüzsüzlüğünde
pis esrarkeş bir çingeneden duymuştum:
herkes kendi ölümüne bakire