Öğretmenler Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Aşık Alemi
Alan:   Grup:Öğretmenler
Tarih: 08.10.2011 09:45
Konu: Friedrich Wilhelm Nietzsche Hayatı ve Eserleri

Gunaydin Dostlar :) Guzel bir hafta sonu sizlerle olsun

Friedrich Wilhelm Nietzsche Hayatı ve Eserleri


FRIEDRICH NIETZSCHE

Nietzsche, 13 Ekim 1844’de küçük bir Alman kasabası olan Röcken’de doğdu.Nietzsche’nin çocukluğundan itibaren müzikten hoşlanan bir ruha sahip olduğu söylenir.1858’den itibaren altı yıl Pforta Kolejinde parasız yatılı olarak okuyan filozof, o zamanlar en çok İncil okumaktan hoşlanıyordu.
1864’te papaz olmaya karar veren Nietzsche, aynı yıl Bonn üniversitesinde klasik filoloji okumaya, 1865-66 yıllarında ise Leipzig üniversitesinde çalışmaya başlar.



Nietzsche’nin dine olan inancında işte bu dönemlerde bir körelme söz konusu olmuştur. Schopenhauer’u onun “İstenç ve Tasarım Olarak Dünya” adlı eseri vasıtasıyla tanıması da, yine bu dönemlere rastlar.1867’den 1868’e kadar bir yıl Prusya ordusunda askerlik yapan Nietzsche,yine aynı dönemde eski ozanlardan, görev yapan Nietzsche, hem miyop olduğu ve hem de bir seferinde attan düşüp yaralandığı için askerlikten çıkarılmış, işte bu sıralarda ahlakçı olduğu kadar aristokrat bir düşünceye sahip olan Yunan ozanı Tegnis’i incelemiştir.Nietzsche, 1868-69 yıllarında ilk kez Richard Wagner ve Liszt’in kızı Cosima ile tanışır.Aynı yıl İsviçre’deki Basel üniversitesine klasik filoloji bölümünün boşalması nedeniyle, hocası Ritchl’in de tavsiyesiyle doktoraya bile gerek duyulmaksızın, aynı üniversitede filoloji profesörü olarak göreve başlar.Aslında amacı bir arkadaşı ile kimya çalışmak olan Nietzsche’nin niyetinde filoloji üzerine çalışmak yoktur.Fakat hocasının ısrarı üzerine görevi kabul eder.İsviçre vatandaşlığına geçerek 1869’daki Fransız- Alman savaşında Prusya askerlerine hastabakıcılık yapmak için savaşa katılır.



Dizanteri ve difteriye yakalanan Nietzsche bir yıl sonra, askerlikten bir kez daha ayrılmak ve savaştan dönmek zorunda kalır.Sağlık durumundaki bu bozukluk Nietzsche’nin iklim değişikliklerine paralel olarak seyahat yapmasına sebep olmuştur.Hatta bazı Nietzsche yorumcuları, özellikle de psikoloji ile ilgili olanlar, Nietzsche’nin sağlık durumunun kötü olması ve onun her zaman güce ihtiyaç duymasıyla felsefesi arasında çok yakın bir ilişki bulunduğu kanaatindedirler. Özellikle güç isteme doktrini bu çeşit psikolojik tahlillere tabi tutulmaktadır.1879’da hastalığı artan Nietzsche kürsüsünü terk etmek zorunda kalır.Malulen emekli edilen filozof bundan sonraki yaşantısı oldukça sıkıntılı bir şekilde ve çoğunlukla da seyahat ederek geçirmiştir.1889’da delirmiş, ve nihayet 1900’de Weimar’da annesi ve kız kardeşinin yanında ölmüştür.

ESERLERİ




Nietzsche çağı itibariyle 19. yüzyılın sonlarında yaşamış olsa da, etkileri itibariyle çağdaş bir filozof olarak düşünülebilir. O, yirmi beş yıllık bilinçli yaşamında arkasında düşüncenin kendinden sonraki seyrini derinden etkileyen bir çok eser bırakmıştır. Onun eserleri de tıpkı yaşamı gibi oldukça karmaşık ve çetrefillidir.İlgi alanlarının çeşitliliği, şiir ve aforizmalarla konuşması, sistem karşıtı bir felsefe anlayışına sahip olması, oldukça sıkıntılı ve hastalık içinde bir yaşam sürmesi, vb. hususlar, eserlerine de yansımış ve yorumcuları birbirinden oldukça farklı düşüncelere sevk etmiştir. Yorumcular, Nietzsche’nin felsefesini ve eserlerini, onun hayatının belli periyotları ile ilişkilendirip, üç döneme ayırarak ele alırlar.

Birinci dönem, Nietzsche’nin ilk yazılarını da kapsayan ve onun Schopenhauer ve Wagner’in etkisinde kaldığı dönemdir.Bu dönemi [Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musık ](Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu) adlı eseri temsil eder.Bu eserde Nietzsche, Sokrates öncesi Grekler’in yaşamın olanca acımasızlığına karşı onunla başa çıkma doğrultusunda ortaya koymuş oldukları tragedyalara dikkat çeker.Tragedyalar Nietzsche’ye göre: oluşun dayanılmaz ağırlığı altındaki Grekler’in, sanat vasıtasıyla hayatı çekilir hale getirdikleri eserlerdi.



Nietzsche’nin bu döneme ait diğer eserleri;

ilk eseri olan

Die Philosophie im tragischen zeitalter der Griechen (Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe)

ve

Unzeitgemaesse Betrachtungen (Çağa Uymayan Düşünceler) adlı eserinin alt başlıkları şeklinde kaleme alınan şu çalışmalardır:
David Strauss, der Bekenner und Schriftsteller (David Strauss, Dindar ve Yazar, (1873))
Vom Nutzen und Nachteil- der Historie für das Leben (Yaşam İçin Tarihin Yararları ve Zararları) ,(1873)
Schopenhauer als Erzieher (Eğitimci Olarak Schopenhauer, (1874)
Richard Wagner in Bayreuth (Richard Wagner Beyrut’ta, (1876)

Nietzsche’nin filozof kariyerinin ikinci dönemi, 1876-1882 yılları arasındaki döneme tekabül eder.Nietzsche’nin bu döneme geçişiyle Wagner ile arasının açılması arasında yakın ilişki vardır.Wagner’in aşırı milliyetçi ve antisemitik tutumları ile Nietzsche’nin ulus kaynaklı geleneksel değerlere karşı olan tavrı arasındaki gerilim, nihayet Wagner’in 1878’de yazdığı Parsifal Operası ile son noktasına ulaşır.

Nietzsche’nin ikinci dönemi ise, onun 1878’de kaleme aldığı ve üç bölüm halinde yayınlanan Menschliches, Allzumenschliches (İnsanca Pek İnsanca) adlı eseri temsil eder.Bu dönemde Nietzsche’nin ilk dönemdeki Sokrates karşıtı tavrı adeta tersine dönmüş, Sokrates artık yüceltilmeye başlanmıştır.Bu dönem, Nietzsche’nin bilimi şiire yeğlediği, kabul edilmiş tüm inançları sorguladığı ve adeta Fransız Aydınlanmasının akılcı bir filozofu rolüne girdiği dönemdir.Bu dönemde Nietzsche’nin felsefesi pozitivist bir karaktere bürünmüştür. O ciddi bir metafizik eleştirisine girişir ve insan bilgisinin ve deneyiminin metafiziği gerekli kılan özelliklerinin, materyalist bir perspektifle açıklanabileceği doğrultusunda fikirler ortaya koyar. Nietzsche bu dönemde iyi ve kötü ayırımını topluma yararlılık – zararlılık ölçütü ile temellendirir.Yine bu dönemde Nietzsche, Greklerdeki “arkhe” anlayışına benzer bir şekilde arkhesi “ana-bir” olan, panteistik bir felsefi düşünce geliştirir.



Nietzsche’nin bu döneme ait eserleri ise şunlardır:

Vermische Meinnungen und Sprüche (Karışık Kanılar ve Maksimler, (1879)) (Bu eseri insanca Pek İnsanca’nın sonuna ekler)
Der Wanderer und sein Schatten (Gezgin İle Gölgesi, (1880)) (Bu eser de İnsanca Pek İnsanca’nın ikinci ve son bölümü olarak yazılmıştır)

Nietzsche yine bu dönemde, Sils – Maria’dayken Ebedi Dönüş öğretisini geliştirmiştir.Buna göre, evrende herşeyin bir ebedi döngüsü söz konusudur. Eğer evren hem ileriye hem de geriye doğru sonsuzsa ve evreni oluşturan unsurlar da sınırlı ise, evrende oluşa gelen olaylar, bu sonsuz zaman içerisinde, tıpkı geçmişte defalarca tekrarlandığı gibi ileride de tekrar edecektir. Nietzsche, adeta biriçe doğma ile elde ettiği bu düşüncelerini, daha sonra Pers bilgesi Zerdüşt’ün diliyle aktaracaktır. Nietzsche’nin üçüncü dönemine bir geçiş niteliği olan bu sürecin diğer bir kitabı da, 1882’de yazdığı ve beşinci bölümünü ise ancak 1882’de ekleyebildiği, Die Fröhliche Wissenschaff (Şen Bilim) adlı eseridir.
Bu kitapla Nietzsche Tanrı’nın ölüm haberini vererek özgür ruhlara yeni ufuklar açmayı dener.Bu, aynı zamanda 2500 yıllık Batı metafizik geleneğinin sebep olduğu nihilizm'in de ilanıdır.

Nietzsche’nin üçüncü ve son dönemi, Sils- Maria ‘da içine doğup Zerdüşt’ün diliyle aktarmayı tasarladığı projesi olan Also Sprach Zarathrustra (Böyle Buyurdu Zerdüşt) adlı eseriyle başlar. Bu kitabın ana teması “Üstün İnsan” ve “değerlerin yeniden değerlenmesi”dir. Bu dönem aynı zamanda, Nietzsche’nin düşüncelerinin kemale erdiğinin bir göstergesidir. Nietzsche bu dönemde üstinsan kavramını nihilizmi aşma projesinin önemli bir kavramı olarak sunmaktadır. Söz konusu insan, nihilizme sebep olmuş olan Batı metafizik geleneğinin ve bu geleneğin Platoncu bir formu olan Hristiyanlığın değerlerini yeniden değerleyecek ve oluş felsefesini hayata geçirmek suretiyle nihilizmin ötesine geçecek olan insandır.



Nietzsche üstün insanın ahlaki bakımdan konumlandırılmasını da, 1886’da yayınlanan Jenseits Von Gut und Böse (İyinin ve Kötünün Ötesinde) adlı eseriyle yapmayı dener. Buna göre üstün insanın ahlak anlayışı, geleneksel iyi- kötü ayrımına dayanan moral temelli anlayışın ötesinde temellendirilecektir. Nietzsche yine bu dönemde, nihilizmi anlama doğrultusundaki herhangi bir çabanın, yalnızca onun septomlarından hareket etmesinin bu anlama çabasını eksik kılacağı fikrinden hareketle, kendinden sonraki felsefeye de bir yöntem olarak büyük bir etkiye sahip olacak olan, “jeneoloji” metodunu geliştirir ve bu yöntemi ahlakın kökenlerinin bir şeceresini çıkarmakta kullanır.



Bu doğrultuda olmak üzere 1887’de, Nietzsche Zur Genealogie der Moral (Ahlakın Soykütüğü) adlı eseri kaleme alır. Nietzsche nihilizmin kökenlerine yönelik jenekolojik araştırması sonucunda, onun kökenlerinin, Batı metafizik geleneğinin dualist karekterinde ve geleneksel moral temelli ahlak anlayışında bulunduğu sonucuna varır.Yine aynı eserde, Nietzsche, efendi ve köle ahlakı olmak üzere iki çeşit ahlak anlayışının ve değerleme tarzının varlığına dikkat çeker. Buna göre nihilizmin kaynağında, tepkisel güçlerle donanımlı olan kölelerin (köle ahlakı) , aktif güç sahibi efendilere (efendi ahlakı) galebe çalıp, efendice değerleme tarzını bertaraf etmeleri bulunmaktadır. Sürüce değerlemeler oluşu, yaşamı, içgüdüleri karşılarına alıp, kurtuluşu da bir öte fikrinde aramalarından dolayı nihayetinde insanlığı, anlamanın ve değerin kaybolduğu nihilizme taşımıştır. Nietzsche’nin bu eseriyle yapmak istediği şey ise tarihi seyir içerisinde çeşitli formlara bürünen nihilistik yaklaşımların (Platonculuk, Hristiyanlık, Schopenhauer ‘un irade felsefesi vb.) bir serimini yapmak ve bu suretle de üstün insanın değerleri yeni baştan değerleyip, nihilizmin ötesine geçmesini sağlamaktır.

Nietzsche, projesini tamamlamak amacıyla 1884’ten beri kaleme aldığı ve ismini de Der Wille zur Macht – Versuch einer Ummertung Aller Werte (Güç İstemi- Tüm Değerlerin Tersyüz Edilişi Üstüne) koymayı planladığı eserini tamamlayamadan 1889’da çıldırmıştır.Bu dönemde o, ancak küçük çapta birkaç eser kaleme alabilmiştir.

Bunlar:

Der Fall Wagner (Wagner Olayı, (1888) ,

Der Antichrist (İsa’ya Karşı, (1888) ,

Nietzsche Contra Wagner (Nietzsche Wagner’e Karşı)

eserleridir.
Ecce Homo ise 1888’de bitmiş olmasına karşın, ancak Nietzsche’nin ölümünden sonra, 1908’de yayınlanmıştır.
Nietzsche’nin projesinin en önemli kısımlarından biri olan ve bir türlü tamamlamaya fırsat bulamadığı eserine ait notlar, kızkardeşi Elisabeth Förster tarafından toparlanıp, Nietzsche’nin ölümünden sonra, 1904’te Güç İstemi adıyla yayınlanmıştır.Birçok Nietzsche yorumcusuna göre, Güç İstemi tahrifata uğramış şaibeli bir eserdir.


Nietzsche’nin Türkçe’ye tercüme edilmiş olan eserleri şunlardır:

Tragedya’nın Doğuşu (çev:İsmet Zeki Eyüpoğlu) Say Yayınları, İstanbul, 1997
Ecce Homo (çev: Can Alkor) , Say Yayınları, İstanbul, 1997
Böyle Buyurdu Zerdüşt (çev: A.Turan Oflazoğlu) , Asa Kitabevi, Ankara, 1997
Tan Kızıllığı (çev: Hüseyin Salihoğlu- Ümit Özdağ) , İmge Kitabevi, Ankara, 1997
Nietzsche Wagner’e Karşı- Wagner Olayı (çev: M.Osman Toklu) , Gündoğan Yayınları, Ankara, 1994
İyinin ve Kötünün Ötesinde (çev: Ahmet İnam) , Gündoğan Yayınları, Ankara, 1997
Gezgin İle Gölgesi (çev: İsmet Zeki Eyüboğlu) , Birey Yayınevi, 1998
Gelecekteki Felsefe (çev: Emel Tan) , Yönelim, Ankara, 1997
Ecco Homo (çev: Emel Tan) , Seren Yayınları, Ankara, 1993
Dionysos Dithrambosları (çev: Oruç Aruoba) , Kabalcı Yayınları, İstanbul
Deccal (çev: Hüseyin Kahraman) , Yönelim, Ankara, 1992
Ahlakın Soykütüğü Üstüne (çev: Ahmet İnam) , Gündoğan Yayınları, Ankara, 1998
Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe (çev: Aydın Öz) , Düşünen Adam Yayınları; İstanbul, 1996
Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe (çev: Nusret Hızır) , Kabalcı, İstanbul, 1992
Putların Alacakaranlığı (çev: Hüseyin Kaytan) , Akyüz Yayınları, İstanbul, 1991
Tarih Üzerine (çev: Nejat Bozkurt) , Say Yayınları, Mart 2000

Nietzsche’nin Türkçeye tercüme edilmeyi bekleyen eserleri ise şunlardır:

The Gay Science (Translated by Walter Kaufmann) ,

Random House İnc., New York, 1974
Human, All too Human (Translated By: Marion Feber, Stephen Lehmann) , University of Nebraska Press, London, 1976
Philosophy and Truth (Edited and Translated by: Daniel Breazeale) , America, 1979
The Will to Power (Translated by Walter Kaufmann and R.J.Hollingdale) , Random House, New York, 1967

FELSEFESİ



Perspektivizm

Analizleri onun kendi analizleriyle birçok bakımdan benzerlik gösteren Hume gibi, Nietzsche de “sağduyunun şeylere dair görüşü” diye adlandırılan genel görüşe karşı kuraldışı bir tavır takındı.Öte yandan da, sağduyunun dünya görüşünü tam tamına bir masal anlatan bir şey, yalın bir kurgu olarak gördü, zira o, dünyaya dair belirsiz sayıdaki mümkün “yorum” dan sadece biriydi ve Nietzsche, hiçbir yorum doğru veya yanlış olmadığı için, doğru bir yorum fikrine hiçbir anlam yüklenilemeyeceğini savunuyordu. İşte bundan dolayı, o sözde doğru olan bir gerçeklik görüşüyle karşı karşıya getirilemez. Ama filozoflar sık sık böyle bir karşıtlığa dikkat çekerek, sağduyunun görüşlerinin eksik ve hatalı olduğunu savunmuş ve gerçekliğin nasıl olması veya neye benzemesi gerektiği konusunda oldukça aykırı görüşler benimsemişlerdir. Nietzsche, sağduyunun görüşünü desteklemek ister, çünkü bu görüş uzun bir zaman dilimi boyunca işlenerek geliştirilmiş olup, insanlar, pratik bir biçimde, ona bağlı yaşayabilmektedirler: O – ondan daha az kurgusal olmayan- felsefi teorilerin olamadıkları kadar yararlı bir masaldır:


Gözle görünen dünya yegane dünyadır: “Gerçek dünya” ise sadece bir yalan.

“Gerçek” ile o, tam tamına filozofların gerçekliğin olduğunu söyledikleri şeyi, yani sabit, birlikli ve ezeli- ebedi olanı, değişenin, çokluğun ve zamansallığın temelinde bulunmakla birlikte, değişenden çokluktan ve zamansal olandan ayrılmaz olanı anlar. Nietzsche duyuların yalan söylemediği konusunda ısrarlıdır.









Sağduyu bir yorumdur.
Bununla birlikte,
olgular (tatsachen) yoktur, sadece yorumlar vardır
ve bir yorumdan ayrı olarak, kendinde bir dünya bulunmamaktadır:


Sanki yorumlarımızı bir kez çıkarınca, geride bir dünya kalırmış gibi.

Yararsız bir düşünce yararsız olduğu gerekçesiyle çürütüldüğü taktirde, yararlı bir düşünce doğrulanmış olur diye düşünmek mümkün olabilirdi. Ama Nietzsche sağduyunun tüm aşikar faydasına karşın, yine de yanlış olup, dünyada gerçek ve birbirlerinden yalıtlanabilir kendilikler olduğu fikrinin açıkça bir sağduyu inancı olduğunda ısrar etmek ister:


Hiçbir şey var değildir

diye yazar, Nietzsche


(bir şeylerin var olduğu) bizim kurgumuzdur


Ama bu, bizim gündelik hayatta veya bu nedenle, bilimde kendisinden vazgeçebileceğimiz bir kurgu değildir:

Varolmayan şeylerle, yüzeylerle, cisimlerle ve mekanlarla iş görüyoruz.

Bu kavramların bir kullanımları vardır, fakat onlar ne somut varlıklara delalet ederler, ne de Nietzsche’nin kullandığı terimlerle ifade edildiğinde, “açıklarlar”. Atom kavramı buna çok iyi bir örnektir:
Dünyayı anlamak için, hesap yapabilmemiz gerekir; hesap yapabilmek içinse, sabit nedenlere ihtiyaç duyarız. Gerçeklikte sabit hiçbir neden bulamadığımızdan ötürü, kendimiz için bazı sabit nedenler, örneğin atomu icat ederiz.Atomculuğun menşei işte budur.

Nietzsche bildiğimizi düşündüğümüz herşeyin yalan yanlış olduğunu,

Hiçbir şeyin doğru olmadığını

Çok farklı şekillerde, tekrar tekrar söyler, fakat yine de bir şeyin, ancak onun ne olduğunu söyleyebilmemiz durumunda doğru- en azından kendisini betimlemenin araçlarına sahip olmadığımız bir gerçekliğe tekabül etme anlamında doğru- olacağını bildirir. Sağduyu, bilim ve felsefenin yorumlar, bildiğimizi söylediğimiz herşeyin bir yorum olduğunu söylerken, kendisinin de, çıplak hakikat yerine, bir yorum önermekte olduğunu göremedi. Bunu, farkettiği zaman, o Nietzsche için bütünüyle özgürleştirici bir şey oldu.


Felsefi psikoloji

Nietzsche kendisini öncü bir psikolog olarak görüyor, insan zihni denen


Büyük ve bakir ormanın

İlk kaşifi olduğunu düşünüyordu. Nietzsche’nin ilk ve en büyük hedefi ego kavramı olup, temel iddiası da, benlik diye bir kendiliğin var olduğunu kabul etmenin ontolojik bakımdan gereksiz, metafiziksel bakımdan da tehlikeli olduğudur.

Akıl genel olarak iradelerin nedenler olduklarına inanır. O egonun bir varlık, bir töz olduğuna inanır ve ego-tözüne beslenen inancı şeylere yansıtır. Neden olarak kurulan varlık şeylerin arasına dahil edilir, onların altına sokulur: “Varlık” kavramı “ego” kavramından çıkar, benlik kavramından türetilir. Başlangıçta bir hatanın, iradenin etki eden bir şey olduğu, iradenin bir güç olduğu yanlışının büyük uğursuzluğu bulunmaktadır....Biz bu gün onun bir hatadan başka bir şey olmadığını biliyoruz.

Onun teşhisi kabaca şöyledir: Bir şey olup bittiği zaman, onun bir fail tarafından yapıldığını, bir failin etkisiyle vuku bulduğunu zımnen kabul ederek, düşünmenin vuku bulması, onun bir eylem olması olgusundan, şu halde onu gerçekleştirecek bir failin bulunması gerektiği sonucunu çıkartırız. İşte bu, benliktir. Ego, demek ki, ilkel bir veri olmayıp, çıkarsanan bir kendiliktir ve onun iradenin etkisiyle eylemde bulunduğunu kabul etmek bütün bir nedensellik anlayışımızı değiştirerek, olduğundan başka gösterir.
Nietzsche felsefi bakımdan bir determinist değildi. O pratikte yeterince yararlı olan neden ve sonuç düşüncesinin

Doğa bilimcinin yaptığı gibi...hüküm süren mekanistik budalalığa uygun olarak nesneleştirilmesi



gerektiğinde ısrar eder.Neden ve sonuç da, şu halde bir kurgu olduğu farkedilmeyip, doğru olduğu kabul edilen başka kurgudur. Gereği gibi ifade edildiğinde, onun açıklama bakımından değil de, “iletişim ve anlama amaçları açısından” bir kullanım değeri vardır:
An sich gerçeklikte, hiçbir nedensel bağ, hiçbir zorunluluk yok, psikolojik yönden özgür olmayış diye bir şey bulunmuyor; orada sonuç nedeni izlemiyor, yasa hüküm sürmüyor: Nedenleri, süreklilikleri, bağlantıları, göreliliği, zorlanmayı, sayıları, yasaları, özgürlüğü, gerekçeleri, amaçları icad eden sadece biziz. Bundan dolayı, bu uzlaşımsal dünyayı an siche yükler, onu kendinde gerçekliğe katıp karıştırırsak, hep eğilimli olmuş olduğumuz üzere, mitolojik davranmış, efsane uydurmuş oluruz.


Ahlak Ve Din
O, dünyada nesnel bir ahlaki düzenin olmadığını tekrar tekrar söyler:

Ahlaki fenomenler yoktur, ama sadece fenomenlerin ahlaki yorumları vardır.


O kendisinin,

bir bütün olarak hiçbir ahlaki olgu

bulunmadığını ilk gören kişi olduğuna inanır ve kendisi de dahil olmak üzere, her filozofu

iyi ve kötünün ötesinde bir duruş almaya – kendisini ahlaki yargılar yanılsamasının altına yerleştirmeye

zorlar.

Her ahlak, doğaya, hatta “akla” karşı bir parça zorbalıktır

diye yazan Nietzsche, hemen ardından şunu eklemeyi unutmaz:

Bu, onlar için asla bir itiraz değildir.

Bunun nedeni, herşeyden önce tutkuların bazen,

Budalalıkların ağırlığıyla kurbanlarını mecalsiz bıraktıkları yerde, mahvedici olmaları, ikinci olarak da ahlaki kısıtlamanın hayatı yaşanmaya değer kılan şeylerin önemli bir bölümün zuhurundan nedensel olarak sorumlu olmasıdır:

İster düşünmede ya da ister idare etmede, veya konuşmada ve konuşarak ikna etmede, ahlaki davranışta olduğu gibi, sanatta da, özgürlüğün, derinliğin, yiğitliğin, dansın ve efendice kararlılığın dünyasında olan, olmuş olan herşey öncelikle “böylesi keyfi yasaların bu zorbalığı sayesinde” mümkün olmuştur.Gerçekten de, ve bütün ciddiyetle, laissez-aller’nin değil de, işte bunun “doğa” ve “ doğal olan” olması ihtimali hiç de az değildir.

Ahlaki perspektifin, efendi ahlaki ve köle ahlaki olmak üzere, iki temel türü vardır.Bunlardan ikincisi yaratan şey, korku ve yetersizliktir.Verili bir grup ya da toplulukta, belirli bireyler geri kalanlara, aynı topluluğun diğer bireylerinin yoksun oldukları karakter özelliklerine sahip olmaları dolayısıyla hükmetme eğilimi sergilerler; söz konusu önderlere ve kararlarına itaat etmek zorunda olanlar, bu bireylere kızar, onlardan korkarlar. Bu gruplardan her biri “iyi” sözcüğüne farklı bir anlam yükler. Buna göre, önder veya efendiler için “iyi” sözcüğü tam tamına onların sahip oldukları ve kendileri sayesinde grup ya da topluluk içinde öncelik ve üstünlük elde ettikleri nitelikleri gösterir.

Nietzsche’ye göre, din tarafından güçlendirilen ahlaki mekanizmalar olmasaydı, güçsüzler durumun doğası gereği güçlünün güç isteminden önce yok olup giderlerdi.Fakat o bir yandan da, güçlülerin her halükarda olağanüstü seyrek ve birçok yönden olağandışı olduklarını iddia eder:

İnsanlar arasında, diğer hayvan türleri arasında olduğu gibi, başarısızlığın, hastalığın, soysuzlaşmanın, acıya mahkum olmanın daima bir aşırılığı var; başarılı durumlar, insanlar arasında da daima bir istisnadır.

Tragedyanın Doğuşu’nda, ölçüsüz ve ehliyetsiz vahşiliğe, onu dehşet verici bularak, karşı çıkar. Karşılıksız çekilen bütün bu acıların, ona göre hiçbir anlamı yoktur.Fakat avcı ve avın bir olduğu çileci ideal acıya bir mana kazandırır ve ona göre, bu pozitif bir değeri olan bir şeydir:

Çileci idealin dışında, insanın, bir hayvan olan insanın, şimdiye dek bir anlamı olmadı. Dünyadaki varoluşunun hiçbir amacı yoktu; “ İnsana ne gerek var? ” sorusu yanıtsızdı; insan ve dünya için isteme eksikti; her büyük insan yazgısının ardında, nakarat olarak koca bir “ boşuna! ” çınladı: İşte çileci idealin anlamı tam da bu: Eksık olan bir şey, insanı çepeçevre saran müthiş bir boşluk- kendini nasıl haklı kılacağını, açıklayacağını, evetleyeceğini bilmiyordu; anlamının yarattığı sorundan dolayı acı çekiyordu; başka bir şeyden dolayı da yaralıydı, temelde hastalıklı bir hayvandı: Oysa çektiği acının kendisinden gelmiyordu sorunu; “niçin bunca acı? ” soru çığlığına yanıtı yoktu. En cesur, acıya en alışık olan hayvan olan insan, böyle bir acıyı olumsuz bulmuyor; istiyor onu, hatta arıyor, yeter ki ona bunun anlamı gösterilsin, acısının bir amacı ortaya konsun.Acının kendisi değil de anlamsızlığı, şimdiye dek insanlığın üzerine bir lanet olarak çökmüştür- ve çileci ideal insana anlam sundu!
Hristiyan idealin hayata düşman olduğu, onun

hayatın en temel önkabullerine aykırı düştüğü

doğrudur. Bu, genel olarak dinlerin hepsi için söylenebilir.Ama din, hayata karşı bir iradeyi temsil etse bile, yine de bir istemi ifade eder ve Nietzsche’nin gözünde,

insan, istememeye karşı, hiçliği ister.

Üstinsan ve Ebedi Dönüş

Tarihsel Zerdüşt dünyanın, birer nesnel güç olarak değerlendirilen iyi ile kötü arasında sürekli bir çatışma ve savaşın hüküm sürdüğü yer olduğuna inanıyordu. Nietzsche’nin Zerdüşt’ü buna, elbette inanmaz.Fakat Zerdüşt bu temel hatayı yapan ilk kimse olduğundan, Nietzsche söz konusu hatayı düzeltecek ilk kişinin de o olması gerektiğini yazar. Onun felsefesinin sözcüsü olarak Zerdüşt’ü seçmesinin görünüşteki nedeni budur.

İşte o Zerdüşt, eserde bütün değerlerin göreliliğini ilan eder:


Zerdüşt nice ülke, nice halklar gördü: Nice halklara göre iyi ve kötü nedir, anladı böylece. Zerdüşt iyi ile kötüden daha büyük bir güce rastlamadı yeryüzünde...
Bir halkın iyi saydığı pek çok şeyi, başka bir halk utanç ve düşüklük sayıyordu:Böyle gördüm ben.Burada kötü denen pek çok şeyin, erguvani şereflerle süslendiğini gördüm başka yerde.
Komşu komşuyu anlamıyordu hiç:Komşusunun delilik ve kötülüğüne şaşıyordu hep....

Gerçek şu ki, insanlar her türlü iyi ve kötülerini kendi kendilerine vermişlerdir.Gerçek şudur ki, onlar bunları almadılar, bunları bulmadılar, bunlar gökten bir ses gibi inmedi onlara...
Bin amaç vardı şimdiye dek, bin ulus vardı da ondan...Ancak bin boyuna vurdurulacak boyunduruk yok daha, bir amaç eksık.İnsanlığın amacı yok daha...

Zerdüşt insanlığa bir “amaç” temin etmeyi görevi olarak görür; “üstinsan” öğretisi de, işte bu amaca hizmet etmektir.Zerdüşt tekdüze bir sesle sürdürür:

Bakın, size üstinsanı öğretiyorum! Üstinsan yeryüzünün anlamıdır.

Bununla birlikte, öteki insan türleriyle karşı karşıya getirilmek dışında, üst insan burada özgül bir karakterizasyona, açık bir betimlemeye konu olmaz; o öncelikle de “son insan”la, başka herkese benzeyip, mutlu olmaktan mutluluk duyan,

Gündüz için küçük hazları, gece için de küçük hazları olan,
“Biz Mutluluğu bulduk” diyen ve göz kırpan
insanla karşıtlaştırılır. Oysa Zerdüşt, tıpkı Nietzsche gibi, insanın mevcut durumundan, şimdiki olma tarzından hoşnut değildir:

Nietzsche’nin üstinsan öğretisiyle yakından ilişkili olan ve onun bütün diğer düşüncelerinden daha fazla önemsediği diğer teorisi ise, yine Böyle Buyurdu Zerdüşt’te ileri sürülen ebedi dönüş öğretisidir. Ebedi dönüş düşüncesi kabaca, fiilen vuku bulan herşeyin, tam tamına şimdi vuku bulduğu tarzda sayısız kez vuku bulduğu ve daha birçok kez yeniden vuku bulacağı düşüncesidir. Dolayısıyla, tam ve gereği gibi ifade edildiğinde, tek bir “son insan” olmayıp, bir son insanlar sonsuzluğu vardır; tek bir Nietzsche kişisi yoktur, fakat birbirlerini zamanın akışı boyunca yansıtan tam tamına aynı Nietzsche’lerin sonsuz sayısı bulunur. Üstinsan öğretisi gibi ebedi dönüş teorisi de, Zerdüşt tarafından ortaya konur:

“İşte ölüyor, yitiriyorum” derdin, “ve bir anda hiçim artık.Canlar da gövdeler kadar ölümlüdürler”
Fakat içine örüldüğüm nedenler düğümü yeniden gelir, o beni yeniden yaratacaktır! Ben kendim, ebedi dönüşün nedenlerinden biriyimdir.
Ben geri gelirim bu güneşle, bu yeryüzüyle, bu kartalla, bu yılanla,- yeni bir hayata, ya da daha iyi bir hayata, yada benzer bir hayata değil:
Ben, bütün nesnelerin ebedi dönüşünü yeniden öğrenmek üzere, sonrasızca dönerim bu aynı hayata, en büyüğüyle en küçüğü içre
Yeryüzünün ve insanın büyük öğlesiyle ilgili öğretiyi yeniden dile getirmek üzere, insana üstinsanı yeniden bildirmek üzere.
Ben sözümü söyledim, ben sözümle parçalanırım: Böyle ister benim ebedi yazgım,- haberci olarak yok olurum ben!
Batan kişinin kendini kutsama saati işte geldi.Böyle biter Zerdüşt’ün batışı.







Köprünün Üstünde

KöPage Rankingünün üstünde durmuşum geçende
Karanlık geceye bürünmüşüm.
Bir türkü duyulur uzaklardan
Altın damlalar yağardı bir de

Ürperen aynasında suyun
Gondollar, ışıklar, bir de müzik
Geçmiş kendinden, yüzdüler alaca karanlığa doğru
Ruhum, şu görünmez parmakların dokunduğu çalgı,
Bir venedik türküsü söyledi gizlice,
Boyam boyam mutluluk içinde ürpererek.
Bir duyan var mı dersin?

Nietzsche


SOFUCA DİLEKLER*


'Tüm anahtarlar birdenbire
Uçup ortadan kaybolmalı
Ve her anahtar deliğine
Bir maymuncuk uydurulmalı! '
Hep böyle düşünür kesinkes
Herkes - maymuncuk olan herkes.


Nietzsche


Ariadne'nin Yakınması

Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
Yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! İğrenç!
Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı...
Vur, daha derine vur!
Bir kez daha, haydi vur!
Kopar, parçala bu yüreği!
Niye bu işkence
körelmiş oklarla?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

Ha ha!
Usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında? ...
Ne istiyorsun?
Konuş!
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha! Çok yaklaştın yanıma!
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
Git! Defol!
O merdiven de niye?
İçeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
Ne gözetlemek istiyorsun?
Ne işkencesi etmek istiyorsun?
Sen ey işkenceci!
sen - Cellat - Tanrı!
Yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?

Boşuna!
Sürdür batırmanı!
Zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık!
Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?

Nasıl?
Fidye mi?
Ne istiyorsun fidye diye?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

Ha ha!
Beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
Ha ha!
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle?
S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i!

Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim! ...

Hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!

son mutluluğum benim! ...


Nietzsche


Öyle Bir Hayat Yaşıyorum ki

Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazılar seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedimki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymişki zaman,
Hep acele etmem bundan, anladım...

Nietzsche



Türküler

öylesine geniş ki yüreğim bir deniz gibi,
güler yüzün bir güneş ışığınca
tatlı ve derin yalnızlığında,
dalganın dalgaya sessiz karıştığı yerde.
gece mi bastırdı? gün mü yoksa? bilmiyorum.
güler bana o tatlı o sevimli
güneş ışıltılı yüzün,
ben bir çocuk gibi mutluyum.

gece yarısı bir de rüzgar
yavaştan yavaştan pencereme çarpar.
bir sağnak başlamış inceden
damlar odama yavaşça.
mutluluğumun düşüdür benim,
rüzgar gibi yalar geçer yüreğimi.
bir buğudur o bakışında senin.
bir yağmur tadıyla sarar yüreğimi.

Nietzsche



ŞAİRİN ÇAĞRISI

Gençken serinletmek için kendimi,
Oturdum ben bir dumanlı ormanda,
Tik sesi duydum, uzak bir tik sesi,
Zarif, ölçülü, uygun 'tak' ardında.
Çıldıracaktım neydi bu ses neydi,
Aradım hep aradım da vazgeçtim,
Sonunda karşısında şair gibi,
Tiktaklarla konuşmayı seçtim.

Ben de ne dizeler düzdüm anlayın,
Hece hece dans ettiler az sonra.
Bir güldüm bir güldüm ki sormayın
Gülmem sürdü tam on beş dakika.
Sen bir şair ha? Şair, böyle sessiz?
Üşüttün mü kafayı yoksa bir an?
- 'Evet efendim, bir şairsiniz siz'
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Kimi bekliyorum bu çalılıkta?
Soyup ta kaçacağım birini mi?
Bir sözü, bir imgeyi karanlıkta,
Sessizce uyağımın yerini mi?
Koşan hoplayan ne varsa seçimsiz,
Gönderiliyor şiire doğrudan.
-'Evet efendim, bir şairsiniz siz'
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Uyaklar, oklar mı onlar, öldüren?
Nasıl da oynatırlar ne de titrek!
Gösterirler tüm güçlerini girerek!
Ah! Ölüyorsun, bil işte çaresiz,
Sensin bu sersem sersem yalpalayan!
-'Evet efendim, bir şairsiniz siz'
Omuz silkip söylendi ağaçkakan.

Çarpık söz kırıntısı çok acele,
Şiir sarhoş sözcükler kumkuması!
Satırdan satıra uçuyor hele
Tik taklar zincirinde uyak dansı.
Serserilerden misin, merhametsiz?
Kötü müdür bu şairler her zaman?
-'Evet efendim, bir şairsiniz siz'
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Şaka mı bu, kuş? Ettiğin alay mı?
Kafamı beğenmedin, kötüledin.
Kalbim daha da fena, kolay mı?
Köpür, coş, ey öfkem şiirle geldin.
Şair, uyaklar bul, sen, bitimsiz
Ey sen kızgın, kötü ve haklı olan.
-'Evet efendim, bir şairsiniz siz'
Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.

Nietzsche



*İŞARET ATEŞİ*

Burada, adanın denizlerin ortasında çıkıverdiği,
bir kurban taşı gibi birdenbire yükseldiği yerde,
burada, kara göklerin altında tutuşturuyor
Zerdüşt koca ateşini,
yollarını kaybetmiş gemicilere işaret ateşi,
bir cevap verebileceklere soru işareti...

Beyaz-gri karınlı bu alev
-arzulaması yalıyor soğuk uzaklıkları,
hep daha arı yüksekliklere uzatıyor boynunu-
sabırsızlıkla dikelmiş bir yılan:
bu işareti takıyorum kendi kendime.
Benim ruhumdur bu alev:

Kanmazca susuz hep yeni uzaklıklara,
durgun yalazını fırlatıyor, yukarlara.
Ne demeğe kaçtı Zerdüşt hayvandan da insandan da?
Ne demeğe bıraktı sağlam karaları?
altı yalnızlığı tanımıştı bile
ama yetmedi ona denizin yalnızlığı,
ada bıraktı tırmansın, tepe bıraktı yansın, alev olsun,
bir yedinci yalnızlığı, yukarıya,
attı şimdi oltasını arayışla,
Ey yollarını kaybetmiş denizciler! Ey sönmüş yıldızların artıkları!
Siz ey geleceğin denizcileri! Ey keşfedilmemiş gökler!

İşte atıyorum bütün yalnızlara oltamı:
bir cevap verin alevin sabırsızlığına,
yakalayın bana, yüksek dağlarda bekleyen balıkçıya
yedinci, sonuncu yalnızlığımı!


Friedrich NİETZSCHE


*YENİ DENİZLERE DOĞRU*

Oraya gitmek istiyorum, oraya
Artık güvenim var koluma, kendime
Önümde uzanan açık deniz
Bir gemi taşıyor beni engine.

Her şey pırıl pırıl, daha yeni
Uyur mekânda, zamanda öğle vakti
Yalnız senin gözlerin, ey sonsuz!
Senin bakışın seyreder beni.


Friedrich NİETZSCHE



YURTSUZ*

Dört nala koşan atlar
Uzaklara götürür beni,
Korkmadan, doludizgin.
Gören tanır beni,
Ve tanıyan
Yurtsuz Adam diye seslenir.
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey parlak yıldız!

Kimse bana soramaz,
Nerelisin diye.
Asla bağlanmadım bir yere
Ve geçip giden zamana.
Özgürüm kartallar gibi.
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey tatlı Mayıs!

Neden inanayım ki?
Bir gün öleceğime,
Kekre ölümü öpeceğime.
Mezara mı düşeyim,
Bir daha içmeyeyim mi
Yaşamın nazenin köpüğünü?
Haydi, haydi!
Asla bırakma beni,
Yazgım, ey renkli düş!

(1859)


Yalnız*

Haykırışan kargalar
Darmadağın uçuşuyor kente doğru.
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olana ne mutlu!

Donmuş kalakaldın,
Hanidir gözlerin arkada!
Boşuna kaçışın, ey çılgın,
Kıştan uzaklara!

Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle
Açılan bir kapıdır dünya!
İnsan senin yitirdiğini yitirse
Bir yerlerde duramaz bir daha!

Sen şimdi solgun, sarı
Kış gurbetlerine lânetli,
Hep soğuk gök katlarını
Arayan bir duman gibi.

Uç git, kuş, söyle ezgini
Issız çöl kuşlarının sesiyle!
Göm, gizle, ey çılgın, kanayan kalbini
Buzların, alayların içine!

Haykırışan kargalar
Uçuşuyor kentten yana, dağınık;
Neredeyse yağacak kar
Yeri yurdu olmayana çok yazık!

F. Nietzsche
(çev. Behçet Necatigil)

Nietzsche'den Aforizmalar

* Sevdiğiniz insanları düşünüyorsunuz, ama daha derine inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz, siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz..!

* Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanların bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesidir..!

* Kaya gibi; Neysen o ol..!

* Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir

* Ölüm güç bir şeydir. Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır..!

* Ümit mi? Ümit en son kötülüktür..! Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır!

* Kutsal olan gerçekler değil, kişinin kendi gerçeği için çıktığı arayıştır..!

* İnsan ölümü nasıl karşılayacağına karar vermek zorundadır..!

* Kimin neyi bilmek istediğini kim belirleyebilir?

* Sürelere özgü zevkler herkes için geçerli değildir.

* Benim evim valizimdir.

* Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?

* Gerçek seçim, yalnızca gerçeğin ışığı altında filizlenebilir

* Bir erkek ancak bir erkek gibi davranarak, onun içindeki kadının ortaya çıkmasına yol açar

* Aşık seven kişi değildir, sevdiği kişinin mutlak sahibi olmaya çalışandır

* Derin olduğunu bilen kimse kolay anlaşılır olmaya calışır, kalabalıkta derin görünmekten hoşlanan kimse ise anlasılmaz olmaya calışır. Kalabalık dibini göremediği herseyi derin sanır cünkü.

* Bundan sonraki yıllarda yapacağım iş iyiden iyiye belirlenmişti. Olumlayıcı kesimini bitirmiştim işimin. Sözle, eylemle hayır diyen bölümüne gelmişti sıra. Bunlar da şimdiye değin sürüp gelen değerlerin yenilenmesi, büyük savaş, son karar gününün belirlenmesiydi. Bu arada, bir de yavaş yavaş çevreme bakıyor, kendime yakın gördüklerimi, güçlerine dayanarak bu yok etme işinde bana yardımı dokunabilecekleri arıyordum. İşte o günden beri, yazılarımın her biri bir oltadır: Kim bilir belki de olta atmakta herkesten ustayımdır? ... Oltama hiç bir şey takılmamışsa suç benim değil artık. Balık yokmuş.

* Insanlari siddetle kendi üzerine çeken, bir oyunu her zaman kendi lehine çevirmistir.

* Çok düsünen ve uygulamali düsünen, kendi maceralarini kolayca unutur, ama basindan geçenlerin çagristirdigi düsünceleri hiç unutmaz.

* Biri kendi düsüncesine bagli kalir; çünkü ona kendi kendine ulasmis oldugunu sanir. Öteki ise, onu zahmetle ögrendigi ve onu anlamis olmakla övündügü için baglidir düsüncesine. Sonuç olarak, her ikisi de kendini begenmislik.

* çine doldurulacak çok sey oldugu zaman, günün yüzlerce cebi vardir.

* Açiklanmamis karanlik bir konu apaçik bir konudan daha önemli sanilir.

* Ruh arayanda, hiç ruh yoktur.

* Eylem ve vicdan genellikle uyusmazlar. Eylem, agaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onlari gereginden çok olgunlasmaya birakir, ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar.

* Ask ve nefret kör degillerdir; ama kendileriyle birlikte tasidiklari ates yüzünden kör olmuslardir.

* Insan hatasini bir baskasina itiraf ettiginde unutur onu; ama çogu kez öteki kisi bunu unutmaz.

* Alev, baska seyleri aydinlattigi kadar aydinlatmaz kendini. Bilge de böyledir.

Kötü bellegin iyi tarafi, ayni seylerden bir çok kez, ilk kez gibi yararlanmaktir.

* Bir kurbanin yoldasi o kurbandan daha çok aci çeker.

* Inançlar hakikat düsmanlari olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.

* Hoslanmadigimiz bir düsünceyi öne sürdügü zaman bir düsünürü daha sert elestiririz. Oysa, bizi pohpohladiginda onu daha sert elestirmek uygun olacaktir.

* Sahip olunmasi zorunlu tek sey var: Ya yaradilistan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafindan inceltilmis bir ruh...

* Bir kez yürünmüs bir yola düsenlerin sayisi çoktur, hedefe ulasan az..

* Küçücük bagislarla büyük mutluluklar kazanmak büyüklügün bir ayricaligidir.

* Insan, diger insanlardan hiçbir sey istememeye, onlara hep vermeye alistigi zaman, elinde olmadan soylu davranir.

* Acilarin bölüsülmesi degil, sevinçlerin bölüsülmesidir dostlugu yaratan...

* Bir seyden hoslanmaktan söz edilir, aslinda dogrusu, bu sey araciligiyla kendinden hoslanmaktir.

* Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.

* Bugün artik kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var.

* Uygarlik tarafindan yokedilme tehlikesiyle karsi karsiya olan bir uygarlik çagini yasiyoruz.

*Bir düsmanla savasarak yasayan kisinin, düsmanini hayatta birakmakta yarari vardir.

* Sadece karsitlari cansıkici olmayi sürdürdükleri için, arada bir, bir davaya bagli kaliriz.

* Gür irmaklar kendileriyle birlikte bir çok çakil ve çali çirpiyi da sürükler; güçlü ruhlar da bir çok aptal ve mankafayi.

* Açikça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz oldugunu gizlice kavrayiveren kimse, çogu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de degildir. Iste o zaman ikiyüzlülük kaçinilmazdir.