Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
MURAT FARQINI SIIRLERI
Deli Yüreğimin, Akıllı Sevdası
Söyle şimdi bana;
Hangi şelalenin ayakları yere varmayan deli suyusun.
Hangi meyvanın, dudak görmemiş tadısın.
Hangi, hangi dağın kirletilmemiş beyaz karı,
Söyle, deli yüreğimin akıllı sevdası.
Söyle şimdi bana;
Hangi mevsimin, hangi ayın, sınıf duvarlarına asılmayan günüsün,
Hangi çiçeğin, ismi konmamış rengisin,
Hangi, hangi bahçenin kök salmış sarmaşığının kelebeği.
Söyle, deli yüreğimin akıllı sevdası.
Söyle şimdi bana;
Hangi bulutun deli deli yağan yağmurusun,
Hangi göğün yolunu şaşıran şimşeği,
Hangi, hangi galaksinin keşfedilmemiş en parlak yıldızı,
Söyle, deli yüreğimin akıllı sevdası.
Söyle şimdi bana;
Hangi sarayın uçuk, uçarı prensesi,
Hangi ressamın çizmeye cesaret edemediği,
Hangi, hangi kentin tarif edilemeyen yolusun,
Söyle, deli yüreğimin akıllı sevdası.
Sahi sen nesin?
Murat Farqini
Gözlerimin Limanları.
Dün gece,
Kan kırmızı gelincik açan gözlerime,
Bir zil taktırdım.
Tam unutma terennenilerindeyken -
Tam seni kırpmaya beş kala,
Yine o tatlı bakışların çaldı gözlerimde.
Ve,
Gözlerimin kıyılarında kalan küflü demire,
İsmini kazıdım -
Kimsecikler yanaşmasın diye limanlarıma.....
Murat Farqini
Eylül'lerim Sızlıyor...
Hangi kurşuna dokunsam,
Sen patlıyorsun yanaklarımdaki gülücükte.
Gündüzler sen de devrediyor bitmeyen gece nöbetlerini,
Eylüllerim sızlıyor yüreğimin kenar sokaklarında,
Sapansız dokunuyorum soframdaki kuşlara,
Bulutlarına mintan dikiyorum sıra dışılığımla,
Yıldızlar besliyorum sevda dalımda,
Sana adıyorum kurban seçtiğim sevdalarımı.
Erimeyen buzullarımdaki değişimlere inat,
Derinliklerimde güneşten sakındığım ve ilk gün ki gibi sakladığımsın.
Her kelimemin lodosunda, Sen esiyorsun.
Ve;
Senin ismini taklide soyunmuş güzelliğe dair tüm objeler.
Murat Farqini
Nedeni Yok Sevmenin.
Nedeni yok sevmenin...
Kanına yerleşiverir;
Hücrelerinde 'aydınlık oltası' atıverir, güneşe hasret mahakuma inat,
Sonsuzluk şarkıları oluverir;
Güneş yüzü görmemiş kelimeleri kusup,
Tütün acısı bir tad bırakarak dilinde.
Nedeni yok sevmenin...
Göğsünün en orta yerine;
Aşk fırtınasına inat,
Misafirliği reddeden bir gemi çapası misali yerleşir.
Kahvenin kırk yıllık bedelini ödeyecek uykuya yatarcasına.
Nedeni yok sevmenin...
Bir gün ansızın pulluğuyla dayanır ruhuna;
Cebinde eksik etmediği tarifsiz ve sayısız tohumlarıyla,
Beynine yerleşiverir dönüş biletini unutmuşluğa vurarak,
Ruhun, gözlerin işbirlikçisidir onun,
Kapıları aralar sonuna kadar.
Karşı koyamazsın;
Tek seçenekli soru misali dir.
Nedeni yok sevmenin..
Yatağına yerleşiverir;
Soğuk kış gecelerine inat.
Yutkunamazsın,
En utangaç hislerinle kavgaya durur.
Dururda, yavuz hırsız arlanmazlığıyla sorar:
Sahi neden seviyorsun?
Murat Farqini
Özlemimin Zulası..
Bu sabah;
yastığıma işlenmiş
bir özlem damlasına resmolmuş
akşami duygularım.
Ayaklarım, okuduğu adrese çizili…
Bayramlık potinlerimin
gülümseyişlerinde
bir heyecan ki sorma!
Aynalarım
kıskançlık triplerinden
en yoğun kırılma noktalarında.
Tarakların her dişi
seksenlik döküntü yaş günü kutlamalarındalar…
Yollar…
Sana gelen yollar.
Hangi gönül mimarisiyle çizildi ki;
varışları unutulmuş…
Şimdi şehrinin sokaklarında
en salaş duygularımın geceden kalmış halleri…
O bilmediğim
ama tanıdık kokunun sindiği
bir çınar gölgesinde..
Her fincanın
her yudumuna
dudaklarının duygu şerbeti sinmiş…
Her sigaramın
her nefesi
annemin ilk cansuyu sütü misali işliyor…
Ha! Unutmadan.
Sokağındaki her ama her şeye gülüşümü işledim.
Her sabah yanaklarına konsun diye…
Haydi.
şimdi habersiz gelişlerin
haberli gidişlerine
el sallama(ma) zamanı...
Murat Farqini
Silvan'da Gün Doğdu
Henüz gün ışımamışken,
Feridon’dan birkaç horoz;
gösteri, yürüyüş kanununa muhalefet ederek slogan atmaya başladılar.
Aslında bu sıcak yataklarında eşleriyle mışıl mışıl uyuyan insanlara muhalefet eylemiydi bu.
Doğru ya, insanlar uyanıp çöplüklere taze yiyecekler dökmeden horozlar nasıl kahvaltı yapacaklardı. Bütün çırpınışları bundan olsa gerek.
Yoksa insanların uyanıp sokaklarda koşuşturmaları onlar için “kuru kalabalıktan” başka bir şey değildi. Korku demekti bu onlar için…
Ortalık aydınlanmadan çıkarmak gerek DAVARI sokağa.
Ekmeğini hazırlamak alnının teri kurumadan,
“Tok karına uşaklık” misali, katık soğan alamayan GAVAN ın eşliğine.
Sonra başlamalı hayvan atıklarından BAYBİ eldiven tanımayan Fatma nine;
12 nolu fuel oil niyetine 1. sınıf akaryakıtı sayılan tezekleri, evin duvarın dizi haline getirmeli…
Ağır ağır Kaniya Mezın’e süzülmeye başlarken vadiden,
sırtlarında odun yüklü atlar,
Eşeklere nispet edercesine ayaklarının nallarını büyük bir heybetle yere vurarak sabahı müjdelerler. Sahibi;
satacağı odunun parasıyla çocuğuna alacağı rengarenk gözlükleri tezgahtan seçmeyi düşlüyor kilometrelerce yol boyunca.
Umurunda değil yırtık lastik Gızlawetinden ayağına bıçak gibi saplanan çiğiller…
Şimdi artık güneş kocaman görüntüsüyle,
Kulfa’dan Elbat dağlarını kucaklamaya başladı.
Kadınlar;
bir teşt unu boca ederek hamuru teknede bir o yana,
bir bu yana bütün güçleriyle ezmeye başlarlar.
Ev ahalisi uyanmadan mis gibi kokan tandır ekmeğini hazır etmeye çalışıyorlar.
Baba;
namazını çoktan kılmış olsa gerek, bahçede çiçeklerini yeni dökmüş,
arıları kıskandıran kokusuyla yerde yatan salatalığı;
Neredeyse bir kasa sebzeyi içinde saklayabilecek şalvarının cebine indiriyor.
Heyhat! şimdi Eraseye gitmek gerekiyor.
Kulfa’dan, Şıfket’ten onca yolu ellerinde satıl sapı izi çıkmış,
yoğurdu getiren analar onu bekliyor.
Analar, ah analar: Elleri, yüzleri, enseleri güneşten katran olmuş pamuk kalpli analar.
Yüz birim emeğe mal ettiği altın sarısı kaymak tutan yoğurdunu,
ekşimeden ve gün yakıcı rengi almadan üç kuruşa satma telaşında olan analar.
Elleri ayakları öpülesi analar…
Gençler bu filimde yoklar.
Onlar İstanbul’da geçen yaz çalışıp bankta uyumayı unutmuş gibi,
kısa yoldan “nasıl zengin olurumun” hesabını yapıyorlar.
Ama Boşaltı genç bacım…
Onu hiç sormayın sadece sekiz sene önce o kahrolası illet için binmişti mazot kokusundan midesini ağzına getiren Badinonun dolmuşuna.
Ömründe bir kez görmüştü çıtır simidi hastanenin bahçesindeki seyyar satıcıda.
Kocaman, rengarenk binalar üzerine üzerine gelmişti.
Ne yazık ki çok bitkin di ve tadına varamamıştı…
Murat Farqini
http://www.antoloji.com/murat-farqini/siirleri/