Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
RAMAZAN GELDİ…
Çok şükür Allahın olan bu aya eriştik yine. Nedense bu Ramazan farklı oldu benim için. Artık küçükken tutmuş olduğum yaz ayı Ramazanlarına başladık ta onun için mi, yoksa eskiden yaşamış olduğum o anılarım canlandı ama ben onları yerlerinde bulamadım da ondan mı bilmiyorum.
Bir keresinde o tarifi imkânsız manevi hava yok. Ya da ben de yok bilemiyorum. Mesela o mis gibi kokan yumurtalı pideler yok. Hamuruna ne maddesi katıyorlar bilmiyorum ama tabi bu arada yumurtalarda köy yumurtası değil çiftlik yumurtası. Sarıları beyaza yakın… Ha aklıma gelmişken; kandiller... Minarelerimizin kandillerinden bahsediyorum. Eskiden hapsi sarı renkte ve ışıl ışıldı. Ya şimdikiler… Sarı, yeşil, mavi, kimisi karışık kimisi soluk... Merak eden varsa çıksın baksın iftardan sonra minarelere. Onu bunu bilmem, tasarruf falanda anlamam. Bu; senede bir ay olan bir ibadetimiz ve ben o güzel kandillerimizi görmek istiyorum.
Birde şu oldu sanırım. Bizim hastalıklarımız hep ramazan ayında depreşir. Kimimizin midesi ağrır, kimimizin şekeri yükselir, kimiz karın ağrısına düşeriz(!) Vala hiç kendinizi kandırmayalım. Hastayı Allah görüyor. Herkeste biliyor ki; bu ibadet sadece Allah için olan bir ibadet. Karşılığını da Allah verecek. Kimseye bir şey söylememiş ne vereceğini… Sürpriz. Tutarsanız alırsınız… Tutmayan havasını alır. Benden söylemesi. Gerçek özür sahiplerine bir şey dediğimiz yok. Kimse üzerine alınmasın… Biz sadece zülfü yâre dokunduk. Birazda hasbi hal olduk. Hani eskiler demiştik ya…
Sanki bu ramazan birde böyle bir tutukluluk haili var. Artık bu şehirde insanlar azaldı da ondan mı? Tanıdığımız simalar bir bir kayboldular da ondan mı? Bilemiyorum. Şöyle bir sokağa çıktığımda sanki tenha buluyorum. Sanki bildik tanıdık simalar azalmış gibi. Herkes bir birine yabancı... Mesafeli ve durgun davranıyorlar. Sanırım bu duygumda, göçün çok etkisi var. Artık tanıdık bildik namına çok az insanı görebiliyoruz da ondan her halde. Herkes birbirine yabancı... Haliyle de yabancı yabancıyla ne konuşabilir(!) Ne kadar kaynaşabilir.(!) Ne kadar konuşa bilirse işte o kadar(!) Ne kadar olacak ki?
Ha bir de iftar çadırı vardı bak onu nerdeyse unutacaktım. Benim bildiğim fakir, fukara, düşkün, yolcu, miskin vs. Yer bu çadırlarda. Sanırım biraz merak birazda değişiklik olsun diye her önüne gelen yiyor. Eleştirdiğimi sanmayın. Eleştirmiyorum. Allah sebep olanlardan, yardımı olanlardan razı olsun. Benimkisi hak eden yesin misali. Onlar yerlerde arta kalanı da dökülmesin diye ziyan olmasın diye her önüne gelen de yerse olur. Neden olmasın?
Sahurda kalkmak var, işte en çok bu tarafını seviyorum. Tam suların durgun aktığı vakit tabiri yerinde ise… En çok sevdiğim vakit. Huzurun, sessizliğin tarif edilmez dinginliğin olduğu vakit. Keşke her zaman bu vakitlerde uyanık olabilsek… Nimetlerin bolca dağıtıldığı vakit… Her halde bu ayın bu kadar feyzinin bol ve bereketinin ganice dağıtıldığı vakitte, insanların uyanık olmasından geliyor.
Bazılarımıza bazı durumları izah etmek o kadar güçtür ki. O duygular ancak yaşamakla anlatılır. Daha doğrusu yaşayan anlar. Pek izah yöntemi yoktur. İşte seher vaktinin yani katığımız sahur vaktinin güzelliğini ancak o vakit de yaşadığımızda anlayabiliriz.
Hatta bazıları vardır ki; hep o vaktin olmasını isterler. Bir kere tadını almıştırlar. Onları artık o vakitten alı koymak nerdeyse imkânsızdır. Kazayla da olsa kaçırsalar… O günü yok sayarlar. Hiç yaşamamış gibi. Ve diğer bir güne o vakitte uyanık olmanın heyecanı içerisinde beklerler. Şimdi, diyeceksiniz ki, kardeşim bu insanların işleri güçleri yok mu? Hiç mi uyumazlar? Uyurlar. Ama az uyurlar. Resulü Ekrem efendimiz de öyle buyurmuyor mu: “Az yiyin az konuşun az uyuyun.” Diye.
“Bu ayda sadece aç kalmayın. Diğer azalarınıza da orucu tutturun ki orucun maksadı hâsıl olsun” demiyor mu? Diyor. İşte asıl maksat beş duyuya oruç tutturmak hatta altıncısına da. Hislerimize, duygularımıza da oruç tutturmak lazımdır. Bu pek mümkün olmasa da; bu duruma “Şul’u Batın” derler. Pek kolay olmaz. İnsanın içinde ki düşmanla sürekli mücadele etmesi; “Nefsi Emmaremiz” onun bize vermiş olduğu vehimlerle içten içe mücadele etmemiz… Ama en makbulü de budur. En güç olan en makbul olanıdır. Beş duyu ve hissiyatımız; hepsinin oruçlu olması. Çok zor değil mi? Ama zor olanı başarmak için göndermiş Rabbimiz bizi. Kolay olsaydı meleklerinden üstün tutar mıydı kullarını?
Keşke hiç kırmasak... Kırılmasak da. Hiç yalan dolana kaçmasak. Sevdiğimizin kırılması adına da yalana dolana kaçmasak. En küçük şeylerde küçük yalanlara başvurmasak… Dupduru ‘ su’ gibi olabilsek... Dışarıdan bakanlar içimizi görebilse… Hep sevsek. Sevebilsek. Sevmek için bir vesile bulsak. Affedebilsek.
Ama nerde biz de o yürek(!) Olsaydı şayet; hiç ayrılıklar olur muydu? Kin, nefret olur muydu? Ya içimizdeki ayrılıklar. Kim kendinden, kendisinden kaçardı? Nereye kaçabiliriz ki? Ancak kendimize…’Yollar dönüşe gider’ derler ya.
Hay Allah(!) Farkında olmadan yine zülfü yâre dokunmuşuz. Burada nokta koyalım ve bu ayda uyanık olmaya bakalım…
Vasfi OKUR