Öğretmenler Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Nihat Gülle
Alan:   Grup:Öğretmenler
Tarih: 24.06.2010 14:02
Konu: SAKARYA ŞİİRİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ*****

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu nun
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Öncelikle böylesine güzel bir şiirle Türk halkının gönlünde erişilmez
bir taht kuran
büyük gönül adamı düşünür ve sultanı ulema lakabını alan merhuma
Allahtan rahmet diliyor,kendisini büyük bir sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Hayatı çileler ve acılar içinde mücadeleyle geçen,merhum eğer ömrümün son
yıllarında Seyyit Abdulhakim ARVASİ hazretlerine intisab etmeseydim imansız
gidecektim buyurmuştur.Aynı sözü koskoca hanefi mezhebinin kurucusu
İmamı Azam Ebu Hanife hazretleri imam Caferi Sadık Hazretlerine intisabından
sonra söylemiştir.Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han:
Padişahı alem olmak bir kuru kavga imiş,Bir veliye bende olmak
cümleden ala imiş. diyerek adeta teyit etmiştir.Necip Fazılın şiirlerindeki arayış
ve çile ızdırap kokusunu alanlar ömrünün son deminde de olsa hakiki imanla
müşerref olmasına vesile olan insanı da rahmet ve saygıyla analım ve bu
vesileyle bir fatihayla ruhlarını şad edip haberdar edelim sevgili okurlarım.
İnsanoğlunun yaradılış sırrının tahakkuk ettirmiş olan bu kamil kimseler
yanında ben, mürşid değil mürid bile olamam. demiştir Necip Fazıl Kısakürek
mahkemede.Efendim mürşide ne gerek var,işte Kuran işte hadisler işte
müçtehidlerin içtihatları,işte icma ı ümmet,kıyas ul ulema diyenlere
acizane hatırlatmak istedim haddim olmayarak.

Necip Fazıl Sakarya şiirinin hemen ilk dizesinde başlar edebi sanatlara.

ŞİİRİN EDEBİ YÖNÜ:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya Bir yanda akan benim, öbür yanda
Sakarya Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak

Necip Fazıl ilk dizede Teşbih-i Mufassala ile başlıyor şiirine. Bilinen bir şeydir
ayrıntılı benzetmeye Teşbih-i Mufassala denmesi. İnsan suya benzetiliyor.
Benzeyen insan, kendisine benzetilen su, misali sözcüğü benzetme edatı,
diğerleri de benzetmenin yönü. Teşbihin dört unsuru bir arada; benzeyen,
kendisine benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı. Teşbih-i Mufassala
diğer adıyla Ayrıntılı Benzetme Bir önemli edebi sanat daha var METAPHOR
veya İSTİARE denen. Su iner yokuşlardan hep basamak basamak. Bu dizede
su insana benzetilmiş ve ama insan söylenmemiş. Yani benzeyen söylenmiş
benzetilen yok. Bu tür benzetmelere kapalı istiare denir.

Anlaşılan şu ki, şair edebi sanatlardan haberdar olmalı ve şiirini bilinçli bir
şekilde bu sanatlarla kuvvetlendirmelidir. Bilenle bilmeyenin bir olmadığını
şiir yazanlar da ve diğer insanlar da bilmelidir.

Ayrıca daha pek çok edebi sanat vardır edebiyat sahasında. Tüm bu sanatlar
edebiyat dünyasında ortaktır. Manalar ve usuller aynıdır bu bağlamda ama
dillere göre aynı sanatlar farklı adlar almıştır. Mecazlar divan edebiyatında da
vardır; halk edebiyatında da vardır. Modern Edebiyatta da vardır,
Teşbih-i Mufassalıyla, Teşbih-i Mücmeliyle, Teşbih-i Mekkeddesiyle, Teşbih-i Beliğiyle,
Teşbihi temsiliyle açık ve kapalı İstiaresiyle, Mecaz-ı Mürseliyle, Kinaye ve Tariziyle,
Teşhis-i Intakıyla edebi sanatlar.

Anlaşılan şu ki şair edebi sanatlardan haberdar olmalı ve şiirini bilinçli bir şekilde
bu sanatlarla kuvvetlendirmelidir. Bilenle bilmeyenin bir olmadığını şiir yazanlar da
bilmeli diğer insanlar da.Sakarya bu edebi yönüyle de erişilmesi zor bir rekora imza
atmış eşsiz şahaser bir şiirdir.

ŞİİRİN ANLAM YÖNÜ-AÇIKLAMASI

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya

İnsanı kıvrım kıvrım sonsuza akan bir ırmağa benzetiyor üstad Necip Fazıl
KISAKÜREK Sakarya adlı harikulade şiirinde.Bir yanda akan benim bir yanda Sakarya.
Neden kızılırmak,fırat,dicle,Menderes değilde Sakarya ilk önce bu soru gelir aklımıza.
Sakarya bir milletin yedi düele karşı yürütmüş olduğu kurtuluş savaşının destanının
yazıldığı yerdir.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Sakarya şiirinin omurgasını oluşturan ana fikir yani şiirin özeti bizce
bu dizelerde verilmiştir.Tasavvufta; Dört büyük alemden bahsedilir.
Bunlar mülk melekut ceberrut ve Lahut alemidir.

Her bir alem kişinin görüşüne göre varlık boyutu alır.Nasıl mı,gözü
maddeden öte bir şey görmeyen bu alemi maddeden kemiyyetten
ibaret görür.Aslında cümle alem zati bir ruhla diridir.Cansız dediğimiz
taş toprak ve metallerin dahi birer enerji kütlesinden ibaret olduğu
bugün modern bilim ispatlamışstır.Bu kütlelerin atomlara moleküllere
fotonlara ayrıştırıldığında hareket halinde oldukları görülür.Kuran buna
tesbih adını veriyor.Her şey onu tesbih eder.İşte bu ayrışmayı yaptığınızda
canlı ve cansız herşeyin kütlesinde bedeninde görev yapan melek e lerin
varlığını algılar.İşte algılanan bu alem melekut alemidir.Her gölge varlığın
canlı yada cansız bir özü olduğunu görecek idrake eriştiğimizde ise anlarız ki
cümle alem zati bir ruhla diridir.Bu aleme de ruhlar yada ceberrut alemi adını
veriyoruz.Tasavvufi ve tevhidi gözle bakıldığında bu dört aleme
Efal sıfat zat ve lahut alemi adını da verebiliriz bu dört aleme.Keza hakikat marifet ehli
bilir ki on sekiz bin alemde fiilini işleyen fail Allahtır.Her sıfatla sıfatlanan mefsuf O dur,
her gölge varlığın maverasında özündeki varlık Haktır..
Sana alem görünen hakikatte Allahtır.
Allah birdir vallahi sanmaki bir kaç ola

diyen Sunullah Gaybi hazretleri bu en büyük hakikate işaret etmiştir ilahisinde
Varlık yalnızca ona mahsustur.Bu dört alemi büyük islam mutasavvıfı
Muhiddini ARABİ,hazretleri iç içe
dört büyük denize benzetmiştir.
Biz içiçe dört umman diyoruz zira deryanın denizin
haddi hududu vardır oysa bu dört deryanın sınırı haddi hududu yoktur.İşte,Lahut
deryasının coşup taşmasıyla Ceberrut deryası,Ceberrut deryasının coşup taşmasıyla
melekut deryası melekut deryasının coşup taşmasıyla mülk deryası zuhura gelir.
Allah her an üç alemde kendi varlığını zuhur ettirir üç alemde kendini yok eder
lahut alemine geri döner.Bu alem her an Allahın tecellisi ile var gibi gözükür.
Aslında bize alem olarak görünen hakikatte Allahtan gayrisi değildir.Bu var olup
yok olma o kadar ani ve süratle gerçekleşirki biz bunu duyularımızla algılayamayız.
Dünyanın döndüğünü dahi algılayamayan insanoğlunun duyu organlarıyla bu
varoluş yok oluş sürecini zahiri duyularla algılaması asla mümkün değildir.
Biz aslında sanal bir alemde yaşıyoruz ve herşey beynimizde oluşturulan bir
görüntüyle bize gerçekmiş gibi gösteriliyor.Bu gerçek matrix filmlerinde
ustalıkla işlenmiş,modern bilimin madde boyutunu aşarak melekut ve ceberrut alemini
keşfetmeye başlamış olması oldukça büyük bir aşamadır.
Ayette şöyle buyurulmuştur: fe eynema tevellev fesemme vechullah,yani yüzünü her
nereye çevirirsen çevir
Hakkın yüzü (özü,gözesi,kaynağı ordadır.
Vechini hanif olarak (bir tanrıya tapınmaksızın, Allah’a şirk koşmaksızın, doğru iman
işlevselliği ile o tek Din’e doğrult! O Allah fıtratı’na ki, insanları onun üzerine yaratmıştır.
Allah yaratışına tebdil (değişme fıtrat değişmez; açığa çıkarmayı dilediği özelliktir,
özel bir ismi ve kemalatı vardır... İşte bu (haniflik tabanlı fıtrat dini,
Din-i Kayyım’dır yani tevhit dinidir.hep payidar, daim geçerli Sistem’dir... Fakat insanların
ekseriyeti bilmezler.(Rûm: 30

***İslam tevhit dinidir bilindiği gibi ve tevhit dininin kurucusu hazreti İbrahimde Hazreti
Muhammedin atası olarak bilinir.Miraç olayı anlatılırken hzİbrahimin hoş geldin ey hayırlı
evlat diyerek Hz Muhammedi SAV karşıladığı bilinmektedir

Şimdi de bu âyetin bizim seyrimize göre anlamı: Ahmet Hulusinin açıklaması

“Vechini” (holografik gerçeklik temelinde, hakikatindeki esmâ mertebesi noktanı,
ki varlığın o noktadan projekte olmaktadır Hanif olarak (varlıkta ikinci bir yaratıcı
düşünmeksizin O TEK DİN’e (TEK bir yaratış sistemine –Esmâ mertebesinin
çok boyutlu tek kare resim” seyrine– yönelt! .. O Allah fıtratına
(Allah’ın esmâsının işaret ettiği özelliklerle tüm varlığı holografik
gerçeklik sistemiyle programlı olarak var edişine ki, insanları da bu sistem
üzerine (varlıklarında hakikat noktası mevcut olarak ve o noktanın projeksiyonu
olarak yaratmıştır.

İşte bu (her birimin kendi hakikat noktasından –rububiyet mertebesinden–
projekte olarak var oluşu DİN-i KAYYIM’dır (her an ve ebeden geçerli sistemdir.
Fakat insanların çoğunluğu bilmezler!

“Vech”, varlığın algılanan suretinin derûnundaki hakikat noktasıdır ki,
ne yana dönersen vechullahı görürsün”
uyarısı buna işaret eder. “Hanîflik” TEK bir dışında ikinci bir varlık kabul
etmemektir.
“Fıtrat”, varlığın oluşturulma programıdır; seyrimizdeki tespite göre.
Allah en doğrusunu bilendir.

İşte bu açıklamalar doğrultusunda diyoruz ki Allah ın varlığını tastik
etmek artık ilmi gerçekler
ışığında her insanın akli deliller ışığında varacağı tek gerçekliktir.
Zaman Allahın birliğini tastik
etme zamanıdır.İslam dini tevhit dinidir.Tevhit ise Allahın dışında
hiçbir gölge mefhuma varlık hükmü vermemek O nu tek ve bir eşsiz
benzersiz ortaksız ve nazirsiz bilmektir.
Alem ve adem iki aynadır ki birinde Allah esma ve sıfatlarını diğerinde ise
zatını seyreder.Kafaların karışmaması için tevhit hakkında bu kadar
bilgiyle iktifa edeceğiz.

Oluklar çift birinden nur akar birinden kir derken üstad kainattaki parite polarite
gerçeğine işaret etmiştir.Herşeyi çiftler halinde yarattık derken kuran bu gerçekliği
gözler önüne sermiştir.
Hayır ve şer,Hak ile batıl,iyi ile kötü,güzelle çirkin bütün bu zıtlıklar Cemal tecellisi ile
Celal tecellisinin açığa çıkmasıyla zuhur eder.Şer hayrın,batıl Hakkın,kötü iyinin,çirkin
ise güzelin aynası mesabesindedir.Bir Hak dostu Allahı zıtları birlemekle tanıdım derken
bu hakikate işaret etmiştir.İnsan,nefs ve ruh yönüyle hem hayrı hemde şerri her imanı
hemde inkarı bünyesinde birleştirmiştir.
Ruhu nefsine galip gelir ve kalpte ruhun yani gönülün hükümranlığı gerçekleşirse insan
kemale,rahmaniyete erer ve tekamül proğramının gereğini yerine getirmiş olur.
Aksi zuhur ederse,yani nefs ruha galebe çalarsa o zamanda şeytaniyete tekabül eder ve
nefsin hegemonyası altına girer.Celal sıfatları yakıcı Cemal sıfatları ise erdiricidir.
Kul,Cemal sıfatlarının ve esmalarının şemsiyesi etkisi altına girerse hayır ve hak yola,
Celal sıfat ve esmasının şemsiyesi altına girerse şer ve batıl yola yönlendirilir.Kötü iyiye
aynadır,Allah kötülüğün ve şerrin ilahi imtihan gereği
kazasına razıdır,hayrın ise hem kazasına hem de işlenmesine razıdır.Allah adalet sahibidir
hiç kimseyi zorla şerre kötülüğe alet etmez kul kendisine verilen irade cüzüyle de olsa
tamamen kendi tercihiyle iyilik hayır,yada kötülük yani şer yolunu tercih etmekte kendi yolunu
belirlermektedir.Pakistanlı ünlü düşünür ve islami yazar İKBAL buna kader tercihi adını veriyor.
Burada tercih tamamen kula ait olduğundan herhangi bir
cebir yada haksızlık,adaletsizlik söz konusu bile olamaz.Bu oldukça derin bir mevzudur,
şimdilik bu kadar bilgiyle iktifa edeceğiz...

Allah a gerçek manada inanan bir kul kader konusunda şu dört halin dışına çıkamaz:

(Bknz.İmam-ı Gazali Kırk Hadis
İmam-ı Gazali Kırk hadis adlı kitabında şöyle buyuruyor;
Allahın kazası (hükmü dört hususta olur;

1.İtaat ve ibadet hususunda kaza ve hüküm;
Allahın kazası,ibadet taat konusunda tecelli ederse,kulun bu hükmü,ceht,gayret
ve ihlasla karşılaması lazımdır ki Allah ona tevfik
ve hidayeti ile ikram etsin.Nitekim Rabbimiz buyuruyor:
“Bizim yolumuzda mücahade edenlere ise,biz onlara elbette
yollarımızı gösteririz.” 29/69

2. Allah masiyet ile hükmettiği zaman,bunu tevbe ve istiğfar
ve kalpten bir nedametle karşılamalıdır ki Cenab-ı Allah gufran
sıfatıyla “Tevvabun Rahim” ismiyle tecelli edip kulunu affetsin.
Nitekim Allah (C.C. buyuruyor;
“Şüphesiz Allah hem tevbe edenleri sever,hem de çok temizlenenleri sever.”
“Gerçek şu ki:Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar,ardından
tevbe edip de kendini ıslah ederse,bilsin ki Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir.6/54

3.Allah kulu hakkında nimet ile hükm-ü kazasını gerçekleştirir,yani ona
güzel nimetler,sağlık,esenlik ve afiyet verirse bunu da şükürle
karşılamalıdır ki üzerindeki nimetleri arttırsın.Nitekim Allah buyuruyor:
“And olsun şükrederseniz,elbette nimetinizi arttırırım.”14/7

4.Allah kulu hakkında bela ve musibet ile hükmeder yani ona bela ve
musibet verirse,bunu da sabırla,hoşnutlukla karşılaması lazımdır ki Allah
ona ahiret hayatında kerametini verebilsin.Nitekim Allah buyuruyor:
“Allah sabredenleri sever 3/146
“Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.” 39/10


ÜSTAD'A

Üstâd’a
(Şiirin Hikayesini Görmek İçin Tıklayın)

Şiirin Hikayesi

haddim olmayarak...
zira O'nu anlatmak her babayiğidin harcı değildir...

-----


Keskin, keskin bir zekâ, kılıçlardan da ince,
Bir ölçü hayatında; müthiş, O’nu görünce.

Tam otuz yıl öylece, manasızca yaşadı,
Ve nihayet günlerden bir gün O’na rastladı.

O vakte dek ölüydü, bir ân nefes almadı,
Hakîkat ummanına, O’nsuz asla dalmadı.

O’nunla yol bilindi, perde gözden silindi,
Geçmiş çöplük sayıldı ve bir dava belirdi.

Anlayınca gerçeği, haykırdı dört bir yana,
Korku çok uzaklarda, uzaktan uzak O’na.

Öyle sıradan biri, olamazdı O elbet,
Ve bir kartal misali bakışlarında heybet.

Dildeki mahareti, sözlere gelmez, eşsiz,
Öyle bir ifade ki, tartışmasız benzersiz.

Harf, hece ve kelime... Elinde bir oyuncak,
Hayat mı? Ona göre sadece bir salıncak.

Göğsü hikmet bezeli, kalemi sanki silah,
Bir derdi vardı, derdi; yüceden yüce: Allah.

Zindana atıp, demişler: `Artık değilsin hür`
Üstad! ... Kör kuyularda tutsak olsa da özgür.

Bir isim verdiler O’na, dediler ki; sultan,
Bense sâdık bir köle, bildim O’nu her zaman.

Bir dava adamıydı, ömür boyu didindi,
Bildiğini söyledi ve bir ân çekinmedi.

Ve zaman zuhur etti, ecel geldi, dayandı,
Ölüler ölümsüzü, heyhat! ... Ölecek sandı.

Mayıs ayında güya çarşamba günü ölmüş,
Dilde son cümlesi: `Demek böyle ölünürmüş.`

Yaşadıkça öldü O, ve ölünce dirildi.
Daha henüz ölmeden, büyük müjde verildi.

EDEBİYAT DEFTERİ ADLI SİTEDEN SIR RUMUZLU ÜYENİN ŞİİRİ ÜSTADA YAZILMIŞ BU GÜZEL ŞİİRLE ONU YADETMEK İSTEDİM RUHUN ŞAD OLSUN SEVGİLİ NECİP FAZIL KISAKÜREK SEN ÖLMEDİN SENİ SEVENLERİNİN GÖNLÜNDE YAŞIYORSUN.RAHMETLE ANIYORUZ SENİ BU VESİLEYLE BİR KEZ DAHA EBEDEN VE DAİMA MUTLULUKLAR DİLEĞİYLE

Nihat GÜLLE
Şair ve yazar