Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Merhaba sevgili grup arkadaşlarım….
Kendi Arzımızın Merkezine Seyahat düzenledik dostum Doktor’la….
Bir hacıyatmaz bardaktan alınan manalarla başlayıp taa kii bir araba kaportasındaki çiziklerin “ne gerek vardı şimdi buna” gibi en masum tepkiyle sonlandırılmasında kendi çapımızın zirvesine yani NİRVANAsına ulaştığımız ve bizi asla kimselerin anlayamayacağı bilinciyle yapılan Günlük Hayata Zorunlu inişş……………………..
Cuma gecesi misafir olunan değirmen manzaralı ve dere şırıltılı bir köy evinde alınan mesajla yüzümüze çarpılan hayatın acı bir gerçeği..yani YOL AYRIMI..ve akabinde Allaha yönelen kirli bir yüz ve açılan nasırlı eller..birinci basamak YANİ DÜŞTÜĞÜNÜ FARKETMEK yani leylanın ölümü…
İçerik çok yüklü kendimizce…karınca kararınca taşıdığımız, tüm çekirdek kabuklarıyla bir ateş yaktık içimizde cürmümüzce….ve bunu kendi çizgilerimizi zorlayarak, şartlar dahilinde devam ettireceğiz sanırım…
Doktor’un, nirvanaya ulaşmadaki yolda, işin derinliğini ve yazınsal boyutunu işaret ederek söylediği final sözle özetleyecek olursak
“Reis..! Bu iş çok su götürür daha..! ”
Bu aralar kendimizi böyle bir yazıya endeksledik….. ve birinci bölüm sanırım bitti.....bakalım siz de gelebilecek misiniz derinlerimize.........
hayat içinde çözülen ve çözdürülen bir bulmacadır yaşananlar...gün olur soruyu soranlar bile çözemezler bildiklerini sandıklarını...dedim ya Doktorla iki günlük derin bir yolculuğa çıktık...bir tarafımız arz bir tarafımız merkezi....iki dünya arasında mekik dokuduk durduk kısa ve bir o kadar da uzun iki günlük süreçte...madde ve mana arasında gittik geldik...mana yüklediğimiz maddeleri manaya çevirdik dilimizin yettiğince...dilerim okurken keyif alırsınız yazarken öldüklerimizden....!
ukalalıktan öte sürç-i lisan edersek affola..!
saygılarımla
BARAN
CENNET VE CEHENNEMİ GEZEN DERVİŞ
Kurşun gibi cümlelerin delik deşik ettiği, yarım yamalak uykuları özenle uyandırıyorduk başı bozuk bir güne.Ve yeni doğan güneşe gebe kalıp da ölü doğan’ların elimize sunulduğu o kabuslu saatleri, suskunluğumuza hapsederek pırıl pırıl, güneşli bir sabaha merhaba diyorduk usulca…
Gözümü açtığımda; Doktoru, vakumlanmış bir flama gibi asılı halde gördüm cam kenarında.Gözleri, kan çanağını taşıp da leğen haline döneli saatler olmuştu.O dev adam, camda bayrak gibi asılı halde iken ben de uyku sersemi halimle, hangi ağacın kütüğü olduğumu sorguluyordum göz kapaklarımın altından.Ve Doktorun o enkaz altındaki sükunetini gözlüyordum.
Gözlerimi araladığımı görünce çatlak ve bir o kadar da dirayetli bir sesle sordu, pencereden gördüğü manzarayı ifade ederek:
-Reis, burası cennet olmalı! Hala ölmedik değil mi? Dedi.
-Daha değil dedim Doktor, biz ölmedik, güçlendik aksine.Hani değil mi ki “bizi öldürmeyen şey güçlü kılar”.Hem ölü ya da diri olduğuna sen karar vereceksin.Evet buradan baktığımda oksijen sarfiyatı yaptığını görebiliyorum fakat senden önce de hükmünden habersizce, bitkisel formatta yaşayan dostlarım olmuştu benim.Şimdi kulağını duygularına uzat ve dinle onları.Sana en doğru cevabı onlar verecektir hayata ve memata dair..!
Durdu ve düşündü
-Yok Reis, galiba yaşıyorum.Bak dedi şu tepede sarkan sapsarı kocaman kütle var ya hani adı güneş mi her ne haltsa onun sıcaklığını hissedebiliyorum dedi zoraki bir tebessümle ve ekledi “yook yaa siz harbiden de cennette yaşıyorsunuz”)))
-Doktor, sana cennet gelen benim cehennemim olabilir.Bunu dışarıdan bakarak fark edemezsin asla.Bir mahallin nasıl bir yer olduğunu anlamak için kapıdan içer girmelisin oralı olmalısın, mahalleli olmalısın yani.Zemherisini görürsün, tipisini, boranını..Baharını görürsün çiçek revan.Menfi ya da müspet tüm şartlarına maruz kalırsın ve ancak bundan sonra anlarsın oranın cennet ya da cehennem olduğunu.Bak ne yap biliyor musun Doktor, “ayaklarını burada yaşayan bir köylünün ayakkabılarının içine koy” ve sonra sorunun cevabını kendi kendine ver olur mu!
-Haklısın galiba hiç böyle düşünmemiştim Reis!
-Üstelik dedim bizler cenneti de cehennemi de kendimiz inşa ederiz hem bu dünyada hem dar-ı bekada.
-Nasıl yani dedi anlamadım!
Derin bir nefes aldım.Anlık bir seyrüseferle mazimin takvim yapraklarına zimmetleyip şuurumu, dalıp gittim beden-ruh ayrımında.
Bir zamanlar O’na bir cennet inşa etmeye çalıştığım ve bir işçi arı gibi harıl harıl kraliçe arıya sarf ettiğim emekler, onun bana anacıl tutumları düştü aklıma ansızın.Tüm sevdiklerimizden çalıp çırpıp birbirimize adadığımız saatler hatta belki de hayatımızdan araklayıp, bütün imkanlarımızı ayaklarının altına paspas ettiğim zamanlara sorti yaptım hızlıca.Ezilmesin, incinmesin,-bu hayat Onu daha fazla yıpratmasın için-di tüm bunlar, tabi sahiplenme ve koruma içgüdüsü de buna dahil.Bu, adını cennet diye saçmaladığım rahatlığı, bazen bir mesajla, bazen körüklü otobüslerde mavi teline fısıldanan bir şiirle, bazen bir buket papatyayla….Kimi zaman maddi olanakları geçici süreliğine ona tanzim edişimizle, kimi zaman bir kredi kartı maddiyatçılığında, kimi zaman beraber kılınan iki rekat namaz maneviyatında (ki en önemlisi de buydu bence gerisi hikaye) o hastane kapılarında mekik dokurken ve hatta serumunu yudumlarken damla damla, elindeki telefondan ona refakat edip İŞTE BAK BEN YANINDAYIM “HASTALIKTA SAĞLIKTA”diye haykırabilmekti bizim cennet anlayışımız.Yani mevcut şartlar dahilinde yapılabilecek bize en yakışır haliyle idi ya da öyle sanmıştık! (Ki orası cennet olsaydı neden kaçmak istesinler ki..ona kurduğum cehennemi de anlatacağım Okuyucu, zamanı geldiğinde..)
(Kısıtlardım belki Onu zaman zaman, başına bir hal gelmesin diye ama o anlamazdı…Yaa okuyucu, uzun uzun yazsam ya sen sıkılacaksın ya öteki öykünecek ya da beriki darlanacak, O ise yine bana kızacak adımın Baran olduğu gibi eminim buna..(yeteri kadar bizi papaz etmeyin de susayım ben hııı!)))
Ben, aklımın derinlerinde bu şekilde çapraz koşular yaparken, doktorun o kendi çatlağından habersiz ses tonuyla irkilerek şişirdiğim balondan çıkıp normale dönmüştüm. [Balon evet yanlış duymadınız, BALON..Başhekim demişti, o sohbet mahiyetinde yaptığımız seans esnasında.Teyzem çok ısrar etmişti “Ruh ve Sinir Hastalıklarına gidelim başhekimi dostumdur, sohbet ederken açılırsın ona, sana yol gösterir” demişti de öyle gitmiştik.Yoksa vallahi deli değilim/yerseniz))
“Reis demişti Başhekim “şu an yaşadıklarına dair bir balon oluşturmuşsun beyninde.Yani yaşananlar ve şimdiki zaman arasında med cezir halinde turlar yapıyorsun kısa aralıklarla.Sana demem o ki alacağın karar her ne olursa olsun önce bekle.İlaçlarını al ve balonu patlat vs…..(doktor affet beni, senin ilaçların bana bonibon geliyordu kestim kullanmıyorum artık Kart Hamili Tecrübelerimiz var HALLEDERİZ evel Allah)) İşte alaylı ve mektepli psikolog olmak bu olsa gerek ki Doktor ben anlatana dek “Balon” kavramının psikolojideki manasından bihaber yaşıyordu]
(Okuyucu.Laf aramızda sizinle burada konuştuğumu edebiyat öğretmenim duysa falakaya alır başhekim duysa anında yatırır biliyorsun değil mi)))
-Reis balon yaptın galiba yine, burada mısın?
Yarı alaycı bir gülümsemeyle:
-Orda olmasam ne olur Doktorcum, sen devam ededur ben yetişirim sana)))
-Cennet ve cehennem diyorduk ama sen yine arafta kaldın be Reis!
-Ben zaten oradan hiç çıkmadım ki Doktor.Bizi cennetine melaike, cehennemine zebani etmeyenler sağ olsun ne diyelim..!
Kapı kapı dolaşıp elindeki çakma malları satan kaşarlı bir pazarlamacı gibi kendinden emin bi şekilde ve biraz da yıllanmış bir tavırla dedim ki:
-Sen Cehennemi Dolaşan Dervişin hikayesini bilir misin Doktor?
-Hayır, dedi.Yine o ‘iştahlı tüketici’ haliyle “anlatsana” dedi.
-Peki dedim dinle o halde:
Cehennemi Dolaşan Derviş
________________________________________
Okuduğu, yaşadığı, fark ettiği hakikatlerin belli bir düzeye eriştiğini düşünen dervişlerden biri yollara düşer. Yıllar önce ayrıldığı dostlarını, arkadaşlarını ve yeni simaları seyredecek, Hakkın değişik mahallerde zuhurundan ilhamlar alacak, yeni açılımlar elde edecektir.
Önce teyze mesabesinde görüp sevdiği, anne yarısı saydığı bir hanıma uğrar. Misafir kaldığı süreçte teyzenin hiç değişmediğini, yıllar öncesinin titizliğini koruduğunu görür. Titizlik ne kelime, hatta hamaratlık da ne? Takıntı derecesine gelmiş bir ev düzeni ve temizlik tutkusu! Çekyat köşesine konan kırlentlerin gülleri yukarı gelmeli! Sofrada kaşık ve çatallar askeri nizamda durmalı! Misafir varken çocuklar çıt çıkarmamalı! Hatta mümkünse çocuklu misafir alınmamalı ki yastıklar devrilmesin, minderler zedelenmesin! .. Teyzenin halini seyreden derviş kendi kendine mırıldandı:
- Titizlik fitili ile kendi cehennemini ateşlemiş, bir güzel yanıyor! Azap çektiği belli ama sebebinden habersiz… Acı çekiyor ama putunu kırması da kolay değil..
Değerli bir büyüğünün sözlerini hatırladı: Herkesin kötü saydığı özelliklerimizi kabul etmek ve değiştirmek kolaydır. Ama asıl zor olan; iyi sandığımız, hatta bizi temayüz ettirdiğine, bize vasıf kattığına inandığımız özelliklerimizdir bizi Haktan perdeleyen! ..
Bu sözleri düşünürken teyzesine döndü:
- Teyze seni yormuyor mu titizlik? Çocuklar, temizlik, misafirlik yormuyor mu? Hem bunca titizlik kötü değil mi? ..
Asla, dedi teyze. Titizlik niçin kötü olsun? Hem Allah temizliği emrediyor. Rasulullah temiz olanları seviyor. Benim hiçbir aşırılığım yok, insanlar paspal ve pis!
İyi ama, bu titizlik seninle çocuklar ve misafirler arasına perde çekmiyor mu? Seni bazı kişilerden uzak tutmuyor mu? Onlar da Allah Kulu değil mi, diye sordu derviş. Teyze anlayacak gibi değildi:
- Bak evladım, temiz ve düzenli olmayandan hayır gelmez. Öyle misafir olmaz olsun! .. Çocuk da çocukluğunu bilecek! .. Şımarık şeyleri hiç çekemem! ..
Derviş teyzesinden ayrılırken şunları yazdı güncesine: Temizlik ve titizliğin bir insanı cehenneme sokacağını söyleseler inanmazdım. Demek; iyi sandığımız şeyler perdemiz ve azabımız olabiliyormuş. Bu derece titiz olmasa, azıcık esnese, çocukları daha çok sevecek, daha çok insanın gönlüne girecekti teyzem. Ama O, kendi dünyası ve kuralları ile yalnız yaşamayı seçmişti. Cehennem gibi bir yaşam olduğunu fark edemeden!
***
Bir başka dosta yol uğrattı. Geniş bir çevresi, hatırı sayılır çalışmaları, emekleri vardı. Tecrübeliydi. Büyüktü. Saygındı. Saygınlık bekliyordu. Beklediği şeyler olmadığında köpürüyor, bir şekilde ortamı geriyor, etrafına çekilmezlik çemberi örüyordu. Hep yanlış yoldaydı insanlar. Oysa O doğrusunu öneriyor ama en yakınları bile takmıyordu. Sabırla dinledikten sonra derviş söze girdi:
- Acaba hiçbir şey beklemeseniz insanlardan nasıl olur? Hatta saygı bile beklemeseniz! Nasılsa görmüş geçirmişsiniz. Bırakın anlamasınlar. Bırakın saymasınlar. Siz biliyorsunuz ya, yetmez mi?
Yetmez dedi O Büyük, Yetmez! Saygı olmadan Edep olmaz, edep olmadan da mesafe alınmaz.
Derviş: “ İyi ama bakın bu durum sizi üzüyor farkında mısınız? ..”
Ben onlara üzülüyorum, hakikati görmüyorlar diye, dedi öteki.
Derviş biraz daha ileri giderek:
“ Onların hakikati görmemesi mi, yoksa beklediğiniz saygıyı göstermemeleri mi sizi üzüyor? .. Bunu iyice düşündünüz mü? ..”
Ummadığı bir şey oldu. Epeydir görüştüğü o dost volkan gibi patladı:
- Ukalalık istemez! ... Sen giderken biz geliyorduk. Senin yaşın kadar benim rahle-i tedrisim var, anlıyor musun? ..
Derviş usulca müsaade istedi… Bu dostunu da ilim ve emek kılıfı geçirilmiş Beklenti Cehennemi yakıyordu. Yanmasın isterdi ama O bunda ısrarlı ise ne yapabilirdi ki? ..
***
Son olarak bir gençle çay içimi oturacaktı. Delikanlının sorunları vardı. Gençler nasihati ve tecrübeyi pek takmaz ama anlaşılmak da isterlerdi. Genç, hayal ve ideallerden bir dünya kurmuştu kendine. Öylesine uçuk, öylesine gerçek dışı idi ki hayalleri; günün birinde yıkılacak, yıkıldığında da acı çekecekti. Onu da sabırla dinledi derviş. Her derdine hak verdi. Kendisine sıra gelince cümleleri özenle seçerek söze girdi:
- Gençsin, idealistsin, haklısın ama Allah Sisteminde uçuk hayallere ve ideallere yer yok. Sistem işliyor. Sistemin kurallarına uyar ve mekanizmayı kavrarsan acı çekmez, hedeflerine de bir bir varırsın Allah’ın izni ile…
Daha sözünü bitirmemişti ki genç patladı:
- Bana o kavramlarla ve öyle yazıp konuşanların ağzı ile anlatma! Sevmiyorum! .. Sistemmiş, mekanizma imiş, sünnetullahmış açmaz beni! ..
Kişiyi bırak, sana açtığı yola ve ilme, manaya bak dedi ise de dinletemedi. Bu genç de özden çok kişilere, kavramlara takmış, kavram ve kişilerden bir cehennem tutuşturmuştu. Derviş usulünce vedalaşıp oradan da ayrıldı.
……
Tekkesine döndüğünde olanları mürşidine anlattı derviş:
- Efendim, alemi bir dolaşayım dedim. İnsanlar kendilerine cehennem kurmuşlar. Ateşten çıkmaları an meselesi. Ufak bazı noktaları bir görseler dünyada cennet yaşayacaklar. Ama hiçbirine gösteremedim. Onları ateşten çıkaramadım efendim. Bitkinim ve çok üzgünüm.
Mürşidi uzun uzun baktı gözlerine. Büyükler kısa ve öz konuşurdu. Öyle yaptı:
- Demek bizim küçük derviş HİDAYET DAĞITMAYA soyundu öyle mi? .. Hidayeti kim verir derviş? ..
- Allah efendim, sadece Allah! ..
- Öyleyse? ...
- Anlıyorum Efendim bağışlayın! ..
- Seni Allah bağışlasın. Haydi geç hücrene de iyi bir tövbe et, sonra gel bugünkü Kur’an dersini ver! ..
Derviş hücresine geçti. Gusül abdesti aldı, seccadesine oturdu ve tövbe etti Rabbine. Gözlerinden iki damla yaş süzülürken şöyle niyaz ediyordu:
- Nar da senin Nur da! .. Cennetin kadar Cehennemin de güzel… Bağışla beni sistemine kafa tuttum! Sadece dostlarım yanmasın, kurtuluversinler istemiştim. Hidayet sendendir. Nara seçtiklerin de, Nura seçtiklerin de güzel… Ben kimim ki? ... N’olur bağışla!
Hikayeyi bitirince ikimizin de gözlerine sisler çökmüştü bile
-Anladın mı dedim Doktor!
-Anladım dedi Reis anladım.
-Hayır dedim şimdi değil…Sonra…………!
Derken üzerimizdeki tüm mahmurluğu yorgana döşeğe sarıp gardıroba kaldırdık ve çıktık odadan.Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra, hani o gecenin köründe bizi büyük bir olgunlukla karşılayan ve candan tavırlarıyla mahcubiyetimizi artıran dayımla yengemin yanına gittik.Mutfaktaydılar.
Dayım gülerek
-Sizi kaçaklar sizi dedi, saat 10 oldi ben tarlada bel yaparum da siz hala uyursunuz he mi?))
-Yapma dedim dayıcım sen bel yapıyordun bu saate kadar eyvallah da biz de boş durmadık bellettik dedim gülüştük))
Dayım atmış yaşlarında çok matrak, kafa dengi ve bir o kadar da buram buram tecrübe kokan emekli bir öğretmendi.Bizim bu sözümüze kızmamış bilakis gülüp geçmişti.Oysa ki “bellettik” derken, biz Doktorla lisanlar üstünde bir konuşma yapıp gözlerimizle anlatmıştık ahvalimizi birbirimize.
O sırada yengem, krallara layık olup da saraydan kovulan soytarılarına nasip olacak olan kahvaltıyı hazırlamıştı.
-Hayde dedi uşaklar aç kaldunuz.Bakmanun siz dayiniza, elimden kaçamadi kendine yandaş arayur.Siz gezmenuze bakun))
-Yenge dedim size evlatlığımız sonsuzdur.Varsa yapılacak bir şey başımızla.
-Yok uşağum yok gidun gezun.
(ah be yengem dedim içimden, ölüyle imamın dostluğu mezarlığa kadar sürer..Sen imaaaam..Biz…………)
Sofraya oturunca keyfimiz yerine gelmişti biraz.Hele ki o güleç yüzlerle yapılan kahvaltı şöleninde“tamam” dedim ya içimden “bomba gibiyiz pimi çekenin elinde patlarız”..Ama içerdeki şarapnelleri bir Allah biliyor bir de bizim damdan atılan Doktor))
(Sahi Okuyucu! Hani şimdi sen, bu ara ara kurduğum parantezlere aldanıp da “aa ne kadar da güleç bir Yazıcı diyorsun ya, bilmiyorsun değil mi gamzelerimize defnettiğimiz sevdiklerimizi ve bilmiyorsun değil mi burnumuzu sızlatan ceset kokularının onların san/dıklarından yadigar olduğunu..Dur…Ve düşün istersen olur mu..Acaba..!)
Sohbet ede ede kahvaltının tadındaki zirvelere doğru intikal ederken, yengemin ısıya duyarlı sözleriyle ateşimizden vurulup Arzımızın Merkezine çekildik yine.
-Mehmet, ha bu bardaği kıracağum.Bi gün korkarum ki dudağumi keser.Ya bak şuna uci kıriktur!
İstemli istemsiz bardağa ilişti gözümüz Doktorla.Durulduk…Hatta ağzına zorla dut verilen aciz bülbüllere dönmüştük desem yeriydi belki de.Siz ister tesadüf deyin ister tevafuk ama gün gibi bir gerçek vardı ki bardağın dudak payı kırıktı.Üstelik daha dün bakıp da “beterin beteri var Doktor” deyip de ukalalığımı okşadığım bir hacıyatmazdı bu.Doktor bana baktı, ben Doktora…Aklımızdan geçenleri öylesine anlar olmuştuk ki değil baktığımız odanın manzarası, penceresi ve hatta kanadı bile aynıydı artık.Ki tüm bu örtüşmeden olsa gerek yalnız bir cümle kurdum ona:
-Anladın mı şimdi Doktor?
-Anladım dedi Reis anladım
-Evet şimdi anladın…!
Ve bu kahvaltı resitalini o güzel insanların kucağına bırakıp, kendi acılarımızı sırtımıza vurduk usuldan.Nirvananın derinliklerine süzülüp kaybolmak için Uzungöl’e hareket etmek üzere aracımıza ilerledik.
(devamı gelecek)