Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Erol Özkoray [email protected] S İ V İ L
--------------------
2010-04-23 - 09:31:00
Katliam değil, soykırım...
Zaman ve tarih, Soykırımları unutturamaz ve gündemden hiçbir şekilde düşüremez. Soykırımların tanınması konusunda ahlaki inatçılık ve suçluları yargılamak için gösterilen siyasi kararlılık güncelliğini hep korur. Onun için bu topraklarda yaşanmış olan bütün Soykırımlar (etnik, dini, ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel) , totaliter devlet, tarihi ile yüzleşip, özür dilemedikçe gündemin tepesinde kalmaya hep devam edecektir. Diğer taraftan, konu 20.yüzyılın ilk, en büyük ve en ağır Soykırımı olan, Ermeni Soykırımı ile de sınırlı değildir. Toplumun kafa sağlığına kavuşması ve bunu koruyabilmesi için de devletin yapılmış bütün Soykırımlar için taraflardan (Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Kürtler ve Aleviler) özür dilemesi şarttır. Ancak bunu da totaliter devletin değil, yerine kurulacak olan demokratik devletin yapacağını da biliyoruz.
Soykırım kavramını kullanmak hayati önemdedir ve işin anayasasını da başından koymak zorundayız. Soykırım kavramı çok özel durumlarda geçerlidir, önüne gelen olaya Soykırım denemez, insanlığın tümünü ilgilendiren çok ciddi evrensel bir suçtur. İşte tam bu noktada “Katliam”ı kesinlikle Soykırım’la karıştırmamak gerekir. Dolayısı ile çok ağır bir kavram olan Soykırım, herhangi bir öldürme eylemi değildir, herhangi bir katliam da değildir. Örneğin, 1. Dünya Savaşı’nda Ermeni çetecilerin ayaklanarak Kürtleri ve Türkleri öldürmeleri katliamdır. Bölgede oturan tarafların (Ermeniler, Kürtler ve azınlıktaki Türkler) savaş sırasında birbirlerine karşı kullandıkları kanlı şiddet katliam olarak adlandırılır. Bugün Türkiye’deki rejim ve devlet, Soykırıma karşı işte bu katliam belgelerine tutunmaya çalışıyor.
Ancak, Osmanlıların Ermenilere yaptıkları,siyasi irade kullanılarak başkent İstanbul’dan yönetilen plânlı devlet politikası olduğu, sistematik yapıldığı ve Ermenilerin yaşadığı bütün ülke çapında organize edildiği için (resmi tezin söylediği gibi yalnız savaşın olduğu doğu cephesinde değil) tartışmasız tipik bir Soykırımdır. Yapılan, Soykırımı oluşturan ana kriterlerden üçüne uymaktadır: Plânlı, sistematik ve organize.
Eğer geçmişte devletin denetiminde yapılan, ideolojik temelli, organize ve sistematik olan kitlesel yok etmeler, Soykırım denmeden değerlendirilirse,
“Katliam” gibi anlık gelişen olaylar ve görece daha hafif tanımlamalar ön plana çıkar. Bu noktada taviz verilince, hem toplum eğitilmediği için patoloji tedavi edilemez -dolayısı ile yeni Soykırım’lara ortam hazırlanmış olur-, hem de ırkçı devlete meydan boş bırakılır. Onun için bir olay Soykırım’sa, onu Soykırım olarak adlandırmak şarttır.
Son zamanlarda, bazı aydınlar, 1915 Olayları’nı SOYKIRIM yerine ”Katliam” olarak adlandırmak ve SOYKIRIM kavramını unutturmak için adeta devletle yarış halindeler. Ermeni Soykırımı konusunda bu konuda taviz vermek, siyasi olarak çok büyük bir hataya neden olur. Çünkü günümüz Türkiye’sinde Soykırım tehditi, Demokles’in kılıcı gibi hâlâ halkların tepesinde sallanıyor. Türkiye, hem Soykırım inkârcısı bir ülke olduğundan, hem de bu topraklarda Soykırım bir siyaset olarak sürekli bir biçimde yurttaşlara karşı devlet tarafından kullanıldığından, Soykırım, Türkiyeliler için hâlâ çok büyük bir tehlike ve tehdit oluşturmaktadır. Özetle, Soykırım geleneği olan bu totaliter devlette, Soykırım’lardan kurtulmanın yolu, konuyu sadece Ermeni Soykırımı ile sınırlandırmanın çok ötesinde, bütün Soykırım’ların tanınması için mücadelede etmekten geçiyor.
Bazı aydınlar, 1915’e Katliam diyerek sanıyorlar ki bu kanlı dosya, otoriter ve faşizan devletin kanatları altında, çapsız seçilmişlerin denetiminde ilerleyecek! Çok büyük bir yanılgı ve aldatmacadır. 1915’e, Soykırım yerine Katliam demek, Ermeni Sorunu’nu sadece geriletir. Problemin özünü yok eder ve sulandırır. Sinsi Totaliter Devlet bunları kullanır, dosyayı tarihçilere havale eder, sonra her şeyi aniden boğarak (Osmanlı gibi) yine çözümsüz bırakır. Demokrasinin olmadığı yerde çözüm yoktur, John Rawls’un dediği gibi hukuk ta işlemez.
1915 Olayları’na küçük adamlar “katliam”, büyük Adamlar ise SOYKIRIM der. Tabii faşistler ve ırkçılar ise tümüyle inkar eder. SOYKIRIM kavramını reddetmek, 20. yüzyılda tam 10 Soykırım’ın yaşandığı ve devleti hâlâ soykırımcı olan bu sinsi totaliter rejimde Kürtleri, Alevileri, Yahudileri ve Ermenileri bugün yeniden ateşe atmak anlamına gelir. Durum bu kadar ciddidir. Yani Soykırımı Katliam olarak adlandırmak büyük bir sorumsuzluk ve aymazlıktır. Bu bir siyasi intihar olur; çünkü içinde yaşadığımız devlet hâlâ ırkçıdır ve Soykırımcıdır. Onun için SOYKIRIM kavramının üzerinde duruyoruz. Unutmamak gerekir ki bir entelektüelin görevi Devlet’in âlî çıkarlarını korumak değildir; bunun için siyasetçiler ve devlet adamları vardır. Hiçbir çıkar gütmeyen ve bir hesap peşinde olmayan gerçek entelektüeller için, 1915 Olayları’nı tanımlamak, tek bir kavramdan geçer: SOYKIRIM. Ancak böyle bir siyasi tavırla totaliter devletin sinsi politikaları püskürtülür ve yarının muhtemel SOYKIRIMLARI engellenebilir.
ERMENİ SOYKIRIMI TETİKLEDİ
Bir kere işe büyük hukukçu ve Soykırım kavramını yaratan, Türkiye’de hak ettiği kadar tanınmayan Rafaël Lemkin’le (1900-1959) başlayalım. Lemkin’in entelektüel çabasını/yolunu ne kadar iyi anlarsak, Türkiye’deki Soykırımları da o kadar kolay algılarız.
Polonya’da doğan Yahudi kökenli Rafaël Lemkin daha 21 yaşındayken bir olaydan derinden etkilendi ve bu durum bütün hayatını belirledi: Ermeni Soykırımı’nın mega organizatörü Talat’ın Berlin’de Tehlerian tarafından 14 Mart 1921 tarihinde öldürülmesi. O sırada Lwow’da (Polonya) filoloji eğitimi yapan, toplam 9 dil konuşan ve 14 dili de okuyan Lemkin, Berlin’deki Tehlerian Davası’ndan etkilenerek filoloji eğitimini yarıda bıraktı ve hukukçu olmaya karar verdi. Yani sanıldığı gibi Yahudi Soykırımı (SHOAH) , entelektüel olarak Lemkin’i tetiklemedi, kitlesel cinayetlere ve yok etmelere hukuki olarak uluslararası bir yaptırım getirilmesi konusunda cezasız kalan Ermeni Soykırımı onu harekete geçiren ilk olay oldu. Lemkin, Soykırım kavramını ilk kez, 20. yüzyılın ilk Soykırımı olan Ermeni Soykırımı için kullandı. Lemkin’in bütün notları ve anılarında Ermeni Soykırımı meselesi hep ön planda yer alır, felsefesinin merkezindedir ve bir hukukçu olarak entelektüel çizgisini belirler.
İlk aşamada Lemkin’i Lemkin yapan Ermeni Soykırımı’dır; ardından kavramın 1943’te kendi yazılı metinlerinde yer alması ise SHOAH ile olur. SHOAH, Nazilerin imha kamplarında 'Ziklon B gazı' kullanılarak endüstriyel yok etme ile 1942 yılında başladığı için, Lemkin’in Soykırım’la ilgili kavramsal ve hukuki çalışmaları bu durumda -Talat’ın 1921’deki cehenneme doğrudan yolculuğunu temel alırsak- tam 21 yıl sürdü, ilk çalışmasının ana eksenini de Ermeni Soykırımı oluşturdu. Bunu şu açıdan belirtmek gerekiyor; Lemkin için hep, Birleşmiş Milletler’in (BM) ısmarladığı çalışma ile, 1946’da Soykırım kavramını sadece SHOAH için bulduğu yönündedir. Bu durum Türkiye devletinin ve onun işbirlikçi inkarcılarının da işine gelir ve hep bu gerekçeyi öne sürerler. Halbuki Lemkin için, Soykırım kavramının tarihi, hukuki ile entelektüel kökeni Ermeni Soykırımı’dır ve 21 yıl süren entelektüel çalışma sonunda ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihini etkileyen bu tür kavramlar ile teorik çalışmalar öyle birkaç yılda ortaya çıkmaz. Zaten ondan dolayı BM için Lemkin adı ön plandadır. Kavramın yaratıcısı olarak Soykırım konusunda dünyadaki en önemli otorite ve tek uzmandır. Hayatını bu konuya adamış bir insandır söz konusu olan.
YAHUDİ SOYKIRIMI: SHOAH
Lemkin, kendi deyimiyle “bir milyon masum Ermeninin hıristiyan oldukları için toplu olarak öldürülmelerinden ve bunun cezasız kalmasından” derinden etkilenirken, Tehlerian’ın Talat’ı öldürmesi ve ardından beraat etmesini de, “insanlık vicdanı adına, adaletin tecelli etmesi” olarak değerlendirir. Tehlerian Davası tutanaklarını okur ve Lwow hukuk fakültesine başlar. Hukuk hocasıyla Talat konusunu tartışır ve niçin yargılanamadığını sorar, o da Lemkin’e “Devletlerin hükümranlık prensibi”ni neden gösterir. Bunun üzerine Lemkin, milyonlarca insanı öldürmek için gerekçe oluşturan bu prensibin artık kadük olduğu cevabını verir ve bu konudaki uluslararası hukuktaki boşluğu doldurarak canilerin cezalandırılması için çalışmaya and içer. “Katliam kültürü”nü kullanan Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 19.yüzyıldan beri Ermenilerin uğradıkları katliamlar onu çok etkiler ve bu durum sonunda 1915 Soykırımı’na kadar gider.
20. yüzyılın ikinci büyük Soykırımı olan Ukrayna’daki toprağın kollektifleştirilmesi politikası (Stalin’in, toprak sahibi olan Kulaklardan arındırma politikası) açlıktan en az 4 milyon köylünün yok olmasına yol açarken, Lemkin bu olayı da incelemeye alır ve Soykırım politikalarının uygulanmasında ekonomik öğenin önemini keşfeder. Açlığın, Stalin tarafından suni olarak organize edilerek bir yıldan biraz fazla bir sürede milyonlarca insanın yok edilmesi Lemkin’i şoke eder. Bir topluluğu (siyasi, etnik, dinsel ya da ulusal) ekonomik olarak çökertmenin Soykırımın habercisi olduğunu ve Soykırımın bunun üzerine inşa edildiğini Ukrayna örneği ile bulur. Ermeni Soykırımı ve Ukrayna Soykırım’ından sonra Lemkin, ulusal, dini, etnik ve sosyal grupların yok edilmelerini engelleyecek uluslararası bir bir kanun üzerinde çalışmaya karar verir.
30 Ocak 1933 tarihinde Hitler, Almanya’da iktidara geldiğinde, Lemkin uluslararası ceza hukukunun önde gelen adlarından biri olarak Batı’da çok iyi tanınır ve Polonya’nın en önemli ceza savcısıdır. Hitler’in Yahudileri toplu olarak imha edeceğini daha o tarihte öngörür. SHOAH bundan tam 9 yıl sonra 1942’de başlayacak, 3 yılda 1.500.000’u çocuk olmak üzere toplam 6 milyon masum Yahudi, Nazilerin bulduğu endüstriyel yöntemle gazlanarak yok edilecektir (Ocak 1942-Ocak 1945) .
Ünlü savcı, Nazilerin Polonya’yı işgali ile birlikte tam yedi ay süren maceralı bir kaçıştan sonra, Soykırım kavramını yaratacağı ve bu konuda uluslararası rol oynayacağı ABD’ye Nisan 1940’ta vardı.
Rafaël Lemkin, ABD’de, Ermeni Soykırımı sırasında ABD’nin Osmanlı Büyükelçisi Henry Mongentau’nun 1915’teki rolünün aynısını oynadı: Yahudi Soykırımı için tehlike çanlarını çalmak. İlk önceliği Hitler’in projesini anlatmak oldu. Washington’a gittiğinde 1937 yılında tanımış olduğu, Kongre Kütüphanesi Hukuk Bölümü sorumlusu John Vance ile görüştü ve ona Nazi Almanya’sında hukukun işleyişini, uluslararası anlaşmaların nasıl reddedildiğini, ırkçı teoriyi yapan Alfred Rosenberg’in fikirlerini anlattı. Görüşlerini kanıtlamak için dostuna, Nazilerin hakimiyetlerini kurmak için uyguladıkları bazı önemli kararnamelerin tercümelerini yapmayı önerdi. İşte bu ağır çalışmanın sonunda Aralık 1942’de, başyapıtı olan “Key Laws, Decrets and Regulations issued By the Axis in Occupied Europe” adlı eserinin temeli ortaya çıktı.
Lemkin, 1942 Haziran’ında Ekonomik Yönetim Organı’ndan danışmanlık teklifi aldı ve onu yönetim kademelerine yakınlaştıran bu göreve başladı. Çalışma arkadaşlarını mükemmel bir şekilde bildiği Nazi politikası konusunda bilgilendirdi. Ancak başarılı olamadı, çünkü muhatapları, I. Dünya Savaşı sırasında müttefiklerin Alman politikasını kötüleyen abartılı tezlerin yeni bir biçimi karşısında olduklarına inanıyorlardı. Başkan Yardımcısı Henry Wallace ile görüşmesi de fiyasko ile sonuçlandı. Bu arada Yahudilere karşı “Kesin Çözüm” (Solution finale) uygulamaya konulmuş, ancak Londra’nın bu konuyla ilgili raporları Washington tarafından gizli olarak değerlendirilerek kamuoyuna açıklanmamıştı.
Yahudi Soykırımı’nın başlaması (Ocak 1942 – Ocak 1945) ile birlikte Lemkin tüm ailesini de kaybeder ve bu onda derin izler bırakır. Başkan Roosevelt ile görüşmeye çalışır ve ondan bir sayfalık bir görüş bildirmesi istenir. O da tamamen hukuk alanında kalarak kitlesel imhaların cezalandırılması ile ilgili bir metin hazırlar ve bütün tarafların bunu bir uluslararası anlaşma olarak imzalamaları gerektiğini bildirir. Birkaç hafta sonra Başkanın tehlikeden haberdar olduğu kendisine bildirilir, bu tür bir anlaşmanın zorluğundan bahsedilir ve sabırlı olması tavsiye edilir.
İnsanlığa karşı kendini sorumlu hisseden yoğun stres altındaki Lemkin’in sağlığı ciddi olarak tehdit altınadır. Bundan sonra siyasi karar vericilerle uğraşmak yerine, SHOAH konusunda kitap yayınlayıp doğrudan Amerikan halkını bilgilendirmeye karar verir.
SOYKIRIM KAVRAMI DOĞUYOR
Lemkin ünlü eserini yazmaya başlar ve 1943 Kasım’ında tamamlar. Kitap ancak 1944 sonlarında ABD’de basılır. Kitabının 9. bölümünde Soykırım, yani “Génocide” (Jenosit) kelimesini eski Yunancadan uyarlayarak ilk kez kullanır. Genos (ırk, kavim) ve cide (öldüren) kelimelerinin birleşmesinden Génocide (Soykırım) kelimesi ve kavramı doğar. Lemkin “Soykırımı”ın yeni bir kelime olduğunu, ama insanlık tarihi kadar eskiye dayanan kötülükleri anlatmaya çalıştığını ifade eder. Lemkin kavramın hukuki,ahlaki ve insani yanlarının ona yaşamsal değerde uluslararası bir boyut kazandırdığını yazar. Hiçbir devletin ya da güçlü bir grubun böylesine büyük bir suçu kendi başına organize edemeyeceğini ve Nazilerin, yargılandıkları Nürnberg’deki davada Yahudilere, Polonyalılara, Çingenelere ve diğerlerine karşı sistematik soykırımla suçlanmaları gerektiğini belirtir.
Özetle, SHOAH öncesi, bir ırkı plânlı ve sistematik olarak yok etmeyi tanımlamak için böyle bir kavram yoktu ve benzer olaylar da açık olarak adlandırılamıyordu. Ermeni Soykırımı (1915-1917) olduğunda uluslararası hukuk da yetersizdi. Uluslararası hukuk, bir devletin başka bir devlete savaş sırasında yaptığı insanlık dışı uygulamaları kapsıyordu. Halbuki Ermeniler, Osmanlı vatandaşı idi. İnsanlığa karşı işlenen suçların, kendi vatandaşlarına karşı yapılması durumunda, hukuki uygulama, ilk kez Nazilerin yargılandığı Nürnberg Mahkemesi ile başladı ve uluslararası hukuk gerekli hukuki altyapı donanımına böylelikle kavuşabildi.
SOYKIRIM NEDİR?
» Birleşmiş Milletler ve Lemkin Kriterleri
Lemkin’e göre Soykırım, sadece bir milletin aniden yok edilmesi anlamına gelmiyor. Tabii eğer bir milletin hızlı bir biçimde topyekûn yok edilmesi durumu varsa bu zaten Soykırım’dır. Ancak Soykırım daha çok, yaşamın esasına kasteden çeşitli aksiyonların koordineli bir biçimde ulusal bir gruba uygulanarak, bu grubun yok edilmesinin hedeflenmesi anlamına geliyor. Bu politikanın hedefleri, grubun siyasi ve sosyal örgütlerinin, kültürlerinin, dillerinin, ulusal bilinçlerinin, dinlerinin, ekonomik varlıklarının, güvenliklerinin, sağlıklarının, özgürlüklerinin, insanlık onurunun ve hatta yaşamlarının yok edilmesi anlamına geliyor. Soykırım, bir gruba karşı yapılır, o gruptaki kişinin şahsına karşı olarak değil, o gruba ait olduğu için gerçekleştirilir.
Soykırım iki aşamadan oluşur: Ezilen gruba has özelliklerin ve niteliklerin ortadan kaldırılarak yok edilmesi; ardından ezen güçlünün ulusal niteliklerinin ezilen gruba zorla kabul ettirilmesi. Bu durum yaşamasına müsaade edilen ezilen gruba uygulanır; ya da bu grubun yaşadığı bölge tamamen boşaltılarak, ezen gruba ait kişiler buralara yerleştirilerek kolonileştirme başlatılır.
Lemkin’e göre Soykırım teknikleri toplam olarak sekiz ayrı alandadır. Buna göre:
» 1- Siyasi Soykırım: Bölgedeki sokaklar,caddeler, yerleşim yerleri, ilçeler ve illere kadar adlarının değiştirilmesini öngören politikaların uygulanması.
» 2- Sosyal Soykırım: Özellikle entelektüeller ve grubun aydınları hedeflenir; çünkü onlar grubun önderleri olarak direnişin fikrî örgütçüleridir.
» 3- Kültürel Soykırım: Yerel halkın dilini okullarda konuşması ve kendi dilinde yayıncılık yapması yasaklanır.
» 4- Ekonomik Soykırım: Grubun ekonomik gücünü elinden alınca, sadece hayatta kalabilmek için yaşama hedeflenir, böylelikle ulusal grubun kültürel gelişmesi önlenir, düşünme kapasitesi azaltılır ve ulusal problemlerle ilgilenmeleri engellenir.
» 5- Biyolojik Soykırım: Hedef, grubun nüfusunu azaltmak, doğumları engellemektir; diğer taraftan aileleri yetersiz beslenmeye zorlamak, gıdasız bırakmak da hem doğumların azalmasına yol açar, hem de yetersiz beslenen ailelerden doğan çocukların hayatta kalma şansları ciddi olarak azalır.
» 6- Fiziki Soykırım: Fiziki güçsüzlüğe yol açmak, hatta grubu ortadan kaldırmak için üç yöntem uygulanır.
a) Beslenme kısıtlanması ile ırkçı ayrımcılık: Örneğin grubun üyelerine hiç et verilmez ve yüzde 0 protein kısıtlaması uygulanır.
b) Sağlığın ciddi tehdit altında olması: İlaç vermemek, grubun üyelerini insanlık dışı koşullarda telef olmaları amacıyla bir yerden bir yere nakletmek.
c) Sistematik yok etme (öldürme) : Gruba ait üyelerin sistematik olarak öldürülmeleri. Entelektüellerin ortadan kaldırılmaları öncelikli uygulamadır; böylelikle direnişin örgütlenmesi kırılacaktır.
» 7 Dinsel Soykırım: Toplumda etkin olduğuna inanıldığı için dini yasaklama, kiliselerin sistematik tahribatı.
» 8- Moral (ahlaki) Soykırım: Ulusal bir proje peşinde koşmak yerine, grubu çok daha kolay alanlara çekmek, alkolizme alıştırarak pasifize etmek gibi.
Yukarıdaki Soykırım tekniklerinde de görüldüğü gibi, Soykırım, ulusal, etnik ya da dinsel bir grubu yok etmeye yönelik bir suçtur. Tabii bir de Soykırımın sadece savaş sırasında işlenen bir suç olduğu sanılmamalıdır; barış dönemlerinde de Soykırım suçu işlenebilir. Unutmamak gerekir ki bir devlet ortamını hazırladığı, ya da bizzat işlediği Soykırım suçu için kendini hukuken takip etmez. İşte o nedenle uluslararası planda bunun hukuken takip edilmesi gerekir. Bunun koşulları Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Lemkin’e ısmarlanan çalışma sayesinde gerçekleşti ve Soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğu 9 Aralık1948 tarihinde kabul edildi.
Lemkin, BM için yaptığı çalışmada Soykırımın tarifinde çalışmasından üç kategoriyi ön plana çıkardı: Fiziki Soykırım, Biyolojik Soykırım ve Kültürel Soykırım. Buna göre BM’nin 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren ve Lemkin’in eseri olan kararı aşağıdaki gibidir:
“Ulusal, etnik veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, Soykırım suçunu oluşturur:
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen,fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıylatedbir almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.”
Soykırımlar Yüzyılı olarak da tanımladığımız 20. Yüzyılın bu Modern Don Kişot’u, hayatının en önemli eseri olan ve yaşamının amacını oluşturan SOYKIRIM’ın uluslararası hukuk alanına girmesini sağlarken, insanlık tarihinin Büyük Adamları’ndan biri de oluyordu. 1955 ve 1956 yıllarında adı Nobel Barış Ödülü için geçmesine rağmen, izole yaşamı onun bu hak ettiği ödülü almasına engel oldu. Lemkin bazı durumlarda tarihi tek bir insanın yaptığını da kanıtladı. Milyonlar için yaşamını adamış olan bu Büyük Adam, 1959 yılında kalp krizinden New-York’ta öldüğünde cenazesine sadece 7 kişi katılmıştı.
Ermeni Soykırımı ve ülkede yaşanmış olan diğer Soykırımlar için bize düşen, Lemkin’in çabasını halkımıza aktarmak, onun eseri olan BM Soykırım tanımlamasını tüm ülkeye yaymak ve özellikle gençlerimizi resmi tarihin zehrinden uzak tutarak, bir an önce tarihimizle yüzleşmemizi sağlayacak olan, gerçek demokrasiye geçiş dinamiklerini canlandırmaktır.