Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Recep Ayı: Dört kıymetli aydan biridir. Bir âyet-i kerime meali:
Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır. [Tevbe 36]
Resulullah efendimiz, Receb ayına çok değer verir ve ”Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir” diye dua ederdi.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir. [İbni Cerir]
Haram aylarda Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır. [Taberani]
Haram aylarda bir gün oruç tutup bir gün yemek çok faziletlidir. [Ebu Davud]
Receb ayında Allahü teâlâya çok istiğfar edin; çünkü Allahü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer. [Deylemi]
Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer. [Deylemi]
Allahü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder. [Gunye]
Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir. [Miftah-ül-cennet] (Başında demek, ayın ilk günleri demektir. Ortası, ortadaki günlere yakın olan günler, sonu da, ayın son günleri demektir.)
Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır. [Ebu Ya’la]
Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi. [İ. Asakir]
Allahü teâlâ Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, Allahü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu” der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti. [Taberani]
Receb’de, takva üzere bir gün oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, “Ya Rabbi, onu mağfiret et” derler. [Ebu Muhammed]
Recebin ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Regaib, ihsanlar, ikramlar demektir. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Regaib gecesi yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.
Şaban Ayı: Resulullah efendimiz, Şaban ayına da çok değer verir ve “Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir” diye dua ederdi.
Âişe validemiz buyuruyor ki: Resulullahın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şabanın tamamını oruçla geçirirdi. [Buhari]
Şaban ayında niçin çok oruç tuttuğu sorulduğu zaman Resulullah efendimiz buyurdu ki: Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gâfil olurlar. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçluyken arz edilmesini isterim. [Nesai]
Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur. [Tirmizi]
Şaban’da üç gün oruç tutana, Hak teâlâ Cennette bir yer hazırlar. [Ey oğul ilmihali]
Bünyesi zayıf olanın, Şabanın 15 inden sonra oruç tutmayıp, farz olan Ramazan-ı şerif orucuna hazırlanması iyi olur. Sağlığı yerinde olan ise, Şaban ayının çoğunu, hatta tamamını oruçlu geçirebilir.
Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesidir. Yani 14 Şabanın bittiği günün gecesidir.
Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder. [İbni Mace]
Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi. [İ. Asakir]
Ramazan Ayı: Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki:
Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır. [Nesai]
Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir. [Nesai]
Ramazan gelince, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder. [Deylemi]
Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur. [Taberani]
Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir. [Ebu Nuaym]
Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir. [İ.Mansur]
Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur. [İ.Ebiddünya]
İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir. [Müslim]
Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir. [Taberani]
Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur. [Nesai]
Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur. [Buhari]
Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer. [Deylemi]
Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır. [Taberani]
Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır. [İbni Ebiddünya]
Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır. [Deylemi]
Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin! [Buhari]
Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz. (Tirmizi)
Yangın Var!
Gece geç vakit eve geldiğimde, sisli ve serin bir sonbahar gecesi saniye saniye sabaha yürüyordu.
Yatağa uzanır uzanmaz, uyku balına banmış gibi kapandı kirpiklerim.
Dalmışım.
Gecenin derin sükûnu bir telefon sesine uyandı.
Arayan alt komşum Mehmet Bey’di.
“Yangın var, hemen gitmemiz lazım, Fatih Bey aradı. ‘Bulunduğum bina yanıyor, ne olur yetişin’ dedi”
Her ikimizin de ortak dostu olan Fatih Bey İstanbul Dudullu’da cevval, cana yakın, sosyal yönü oldukça güçlü, varlıklı bir işadamıydı.
Cömertti.
Akşam yemeğini birlikte yemiş, gece boyunca da uzun uzun sohbet etmiştik.
Apar topar giyinip aşağıya indiğimde Mehmet Bey göreve hazır bir itfaiye eri gibi sokak lambasının altında bekliyordu. Geçtiğimiz sokaklar, caddeler ıpıssızdı.
Şehir derin bir uykudaydı.
Ümraniye’yi geçip Dudullu’ya vardığımızda, “yangın var” diyen, gecenin kalbine ürperti salan acı siren sesleri duyulmaya başladı.
Gecenin karanlığında yangın yerine doğru son sürat giden bir itfaiye arabası, gençlik yıllarımdaki duru duygularıma doğru alıp götürdü beni.
Ne vakit acı siren sesleriyle yangınlara koşan bir itfaiye arabasını ve Rodos Şövalyelerini andıran kıyafetleriyle arka tarafa tutunmuş itfaiye erlerini görsem yüreğim ürperir, gözlerim yaşarırdı.
Bir defasında Antalya’da, “Bunların maddi yangınlara koştuğu kadar biz manevi yangınlara koşamadık” diyerek bir taşın üzerine oturup ağladığımı bile hatırlıyorum.
Serin bir sonbahar gecesinde bir can dostumuzun “yangın var, yetişin” feryadına doğru koşarken o saf ve duru duygularımı özlediğimin farkına vardım.
“Karşımda alevleri göklere yükselen bir yangın var, içinde evladım yanıyor, imanım yanıyor… Milletin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Onları cehennemde görürsem cenneti bile istemem” diyecek kadar derin bir ruh sahibi sultana sadakat içinde olamadığımı düşündüm.
Maddi yangınları ciddiye aldığımız kadar manevi yangınları neden ciddiye almıyoruz.
Yangın var, bağrım yanık demeyi herkes şaka sanıyor,
Yanıyor avuçlarım, bir kor gibi yanıyor” diyen Osman Yüksel Serdengeçti gibi nicelerini bir ömür boyu yakan o mukaddes ateş benim yüreğimi neden bir kere olsun cızırdatamıyor.
Savaşlar, açlık, inançsızlık, ahlaksızlık, ırkçılık, terör, hep yanlış ve onur kırıcı davranışlardan dolayı bir türlü ateşi düşmeyen ve şimdi de depremle sarsılan Güney Doğu, her gün yüreklerimize, evlerimize bir kor gibi düşen şehit haberleri… “Yangın var” diye haykırıyor.
Yangınlar bizi çağırıyor da bu hissizlikle niye?
Salih Baba Divanın’da dediği gibi, yanan sadece Yakup değil, Yusuf da Züleyha da yanıyor.
Yangın sadece yerde, asuman da değil, derya da yanıyor.
Bir aşığın; “Tulumbanı al, yetiş imdada yangın var. Dedim zahirde mi aşık, dedi deryada yangın var. Sefine kalbime yağlı paçavra attılar, sefine kalbimde yangın var” diye inlediği gibi her yanda yangın var.
Nasıl söner bu yangınlar?
Hep hisli, coşkulu, hatırlatıcı yayınlar yapan Cihan Radyo’nun düğmesine dokundu Mehmet Bey.
“Ateş nereye düşerse düşsün, önce bana dokunur” diyen bir Hakk dostu konuşuyordu;
“Aslanım! Bana denizlerin buharlarından oluşan bulutlardan değil, onlar sadece toprağı ıslatır, bana gönülleri ıslatacak bulutlardan bahset. Bahset ki, kalbim çok yaralı.
Ağla, hiç durmadan ağla. Gözyaşlarından deryalar oluşsun, buharlaşsın, bulut olsun. Ve Allah sorsun, ” bu bulut ne istiyor? ”
O ses gelir benim kalbime uyanırsa, başımı aşağıya doğru eğip; “Bu bulutlar, ümmet-i Muhammed’in derdiyle ağlayan insanların gözyaşlarıdır Allah’ım! Derim…
Ah edip ağlamadan, Ciğergahı dağlamadan, sular gibi çağlamadan, karlı dağların aşılmayacağını” söylüyordu.
Sorunun cevabı cihanın derdini sırtında taşıyan adamdan gelmişti.
Ağlayan gözü, millet haysiyetini, memleket namusunu görüp gözeten göze denk tutan Hakkın Habibi; ‘Ağlamayan gözden sana sığınırım’ dememiş miydi?
Hem Hakkın bir sevgili kulu; dalga dalga mahşer halkının üzerine devrilen alevlerin, günahına ağlayan inananların gözyaşıyla teskin olacağını söylemiyor muydu?
Yangın mahalline iyice yaklaşmıştık.
Dalga dalga dumanlardan fışkıran alevler, dilini çıkarmış kızıl yılanlar gibi yıldızlara dikleniyor, göklere doğru uzuyor, sonra dalga dalga devriliyordu.
Siren sesleri, ambulans sesleri, insan sesleri birbirine karışıyordu.
Herkes sağa sola koşuşuyor, bağıranlar, çağıranlar, kendini yerden yere atanlar…
Herkesin bir yakınını aradığı o yerde biz de can dostumuz Fatih Bey’i arıyorduk. Yol boyunca aramamıza rağmen telefonu da cevap vermiyordu. Aklımıza ardı arkası kesilmeyen yakıcı sorular üşüşüyordu. “İçerde kimse yok” deseler de; işyerinin en üst katındaki lojmanda yalnız kaldığı için dumandan zehirlenmiş olabilir miydi? Binadan inememiş olabilir miydi?
Sorular, yangınlardan daha yakıcıydı.İtfaiye erleri, göklere başını uzatmış yangın merdivenlerinden beş on koldan hortumlarla su sıkıyorlardı ama alevlerin ateşi bir türlü düşmüyordu.
Görevliler “her an patlama olabilir” diyerek halkı yangın mahallinden uzaklaştırırken, itfaiye erleri, dumanların arasından alevlerin üzerine bir şahin gibi süzülerek yangınla yaka paça oluyorlardı. Can taşıyordu bu insanlar, evde yürek tüpürtüsü ile bekleyen eşleri, derin uykularında yavruları vardı.
Umutlarımız gittikçe azalırken Mehmet Bey, az ilerdeki küçük bir kalabalığın arasında duran Fatih Bey’i gördü.
Yanına vardığımızda, can havliyle kendini dışarı attığı her halinden belliydi. Yüzünde korkunun koyu gölgeleri vardı. Ayakları çıplaktı. Yoldan geçen biri, “bunları giy kardeşim” diyerek bir çift terlik uzattı ayaklarına.
Terlikleri giydikten sonra başladı anlatmaya; “Sizi uğurladıktan sonra bilgisayarımın başına oturdum. Sizin adınızı girdim. Nasıl olduysa bir anda “Aşkta Yanan Yaman Dede” çıktı karşıma. Sizin sesinizden onu dinliyordum. Hayatı biraz da bana benziyordu. Soğuk bir kış günü hem eşinden hem de evinden ayrılmak zorunda kalmış, çocukları sürekli ‘ne olur baba eve dön’ diyorlar, dönemiyor. Çok duygulanmıştım. Yüreğimde küllenmeye yüz tutan kıvılcımlar korlaştı. Birden “yangın var, binayı boşaltın” feryadıyla birlikte kendimi dışarı attım. Ayakkabılarımı bile alamadım. Aklıma ilk siz geldiniz.
Sularla ateşin savaşı amansız bir halde sürüyor, alevler onca mücadeleye rağmen bir türlü teslime yanaşmıyordu.
Birileri de, ateşten Allah’a sığınmanın ve ondan yardım dilemenin bir nişanesi olarak görüyor olmalı ki alevlere karşı durmuş ezan okuyordu. Nasıl olduysa gökteki gri bulutlar da daha fazla dayanamadı, saldılar kendini.
Fatih Bey “Bulutlar ağlıyor” dedi.
Yukarıların ve yüreklerin gözyaşları gecenin siyah zülüflerinde buluşarak, alevlerin üzerine dökülmeye başladı.
Alevler söndüğünde sabah da sırtını sabaha dayamıştı. Mehmet Bey, Fatih Bey’i alıp evine götürdü.
Kuşluk güneşinin taze ışıkları İstanbul’u aydınlatırken, annesi aramış Fatih Bey’i;
“Oğlum! Gece seni gördüm rüyamda. Bir ev yanıyordu ben eyvah yangın var! diye bağırıyorum. Sen, “kimse korkmasın ben onu şimdi söndürürüm” deyip elindeki kovayla yakındaki bir denizden su alarak alevlerin üstüne döküyorsun ama sönmüyor. O arada kulağıma Mekke taraflarından bir ezan sesi geliyor. Can havliyle uyanmışım ama rüyadır dedim, seni arayıp uyandırmaya kıyamadım, sabaha kadar dualar ettim, ağladım”
O yangın gecesi bir kere daha anladık ki, yangınlar, başkalarının günahına ağlayan insanların gözyaşları ve anaların duası ile diner..