Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın, ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksın.
Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış.
Vücudunu mucidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın.
Bediüzzaman
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, Kur'an-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan ictinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüchaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır. Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vacibtir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek ictinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır.
Risale-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtiamiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i ictinabla yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lazım gelirken; şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pek harikadır.
Lügatçe;
menhiyat: Yasaklar, menedilenler-ictinab: Çekinmek. Sakınmak. Uzak durmak-def-i şer: Kötülüğü ve şerri def'etmek, bulaşmamak-celb-i nef': Yararlı ve faydalı şeyleri elde etme-râcih: Üstün olan, tercih edilen-def-i mefasid: Kötülüğü, fesadı def etmek, girmemek-terk-i kebair: Büyük günahları işlememek-tehâcüm: hücum etmek, saldırmak.
Hem, kabrin âlem-i rahmete ve dâr-ı saadete ve bâğistân-ı Cinâna ve nuristân-ı Rahmâna açılan bir kapı olduğunu ispat etmekle, beşerin en müthiş korkusunu izâle edip, en elîm ve kasâvetli ve sıkıntılı olan berzah seyahatini, en leziz ve ünsiyetli ve ferahlı bir seyahat olduğunu gösterir. Kabir ile ejderha ağzını kapatır, güzel bir bahçeye kapı açar. Yani, kabir ejderha ağzı olmadığını, belki bâğistân-ı rahmete açılan bir kapı olduğunu gösterir.
Hem, mü'mine der: İhtiyârın cüz'î ise, kendi Mâlikinin irâde-i külliyesine işini bırak. İktidarın küçük ise, Kadîr-i Mutlakın kudretine itimad et. Hayatın az ise, hayat-ı bâkiyeyi düşün. Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var; merak etme. Fikrin sönük ise, Kur'ân'ın güneşi altına gir. İmânın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur'ân, birer yıldız misillü sana ışık verir. Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor. Hem hadsiz arzuların, makâsıdın varsa, onları düşünüp muztarib olma; onlar bu dünyaya sığışmaz, onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır.
Hem der: Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelâlin memlûküsün. Öyle ise sen, kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünkü, hayatı veren Odur, idare eden de Odur. Hem, dünya sahipsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düşünüp merak etme. Çünkü, onun sahibi Hakîm'dir, Alîm'dir; sen de misafirsin, fuzûlî olarak karışma, karıştırma.
Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudât başıboş değiller; belki vazifedar memurdurlar, bir Hakîm-i Rahîmin nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîminin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme. Hem, sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ tâun ve tûfan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o Rahîm-i Hakîmin elindedirler. O Hakîm'dir, abes iş yapmaz; Rahîm'dir, rahîmiyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.
Lügatçe;
bâğistân-ı Cinân: Cennet bağları, bahçeleri-nuristân-ı Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ın nuranî memleketi-izâle: gidermek-kasâvetli: üzüntülü, sıkıntılı-berzah: kabir-İhtiyâr: irade-irâde-i külliye: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi-makâsıd: gayeler, hedefler-muztarib: ıztırap çeken, sıkıntılı-Rahîm-i Zât-ı Zülcelâl: rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah-memlûk: kul, köle, bende, hizmetkâr-ehvâl: korkular-Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde yaratan Allah-vazifedar: Görevli-Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah-âlâm: elemler, acılar-Hâlık-ı Rahîm: Sonsuz şefkat sahibi ve her şeyi yoktan yaratan Allah-tâun: salgın ve ölümcül hastalıklar-kaht: kıtlık-rahîmiyet: Merhamet edicilik, âhirette ebedî mükâfat vericilik vasfı.