Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Âlim iki türlüdür:
1- İlmi ile Allah’ın rızasını arayan, ilmi paraya değişmeyen,
2- İlmi ile dünyalık arayan. Böyle âlime, kıyamette ateşten gömlek giydirilir.
Hadis-i Şerif meali
(Deylemi)
On sekiz seneden beri hakkımızda programları, has talebeleri bizden kaçırmak, soğutmak idi. Bu plânları akîm kaldı. Şimdi tesanüdü bozmak ve bazı menfaatperest, fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risale-i Nur’un cereyanına karşı rakip çıkarmak suretiyle intişarına zarar vermeye çalışıyorlar.
Hem Ramazan Risalesinin âhirinde nefs-i emmâreyi, her nevi azaptan ziyade, açlıkla temerrüdünü terk ettiği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak, umuma ve mâsumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belâsından ehl-i dalâlet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirtlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var. Madem şimdiye kadar ekseriyet-i mutlakayla Risale i Nur şakirtleri, Risale-i Nur hizmetini her belâya, her derde bir çare, bir ilâç bulmuşlar; biz hergün hizmet derecesinde, maişette kolaylık, kalpte ferahlık, sıkıntılara genişlik hissediyoruz, görüyoruz. Elbette bu dehşetli yeni belâlara, musibetlere karşı da, yine Risale-i Nur’un hizmetiyle mukabele etmemiz lâzımdır.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.
Lügatçe;
akîm: neticesiz, sonuçsuz-tesanüd: dayanışma-menfaatperest: çıkarını düşünen-nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu-temerrüd: inat etme, hakkı kabul etmemekte direnme-ehl-i nifak: münafıklar, iki yüzlülük yapanlar-mütemerridane: inat ederek-sefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizlik, budalalık-derd-i maişet: geçim derdi, sıkıntısı-ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar-istimal: kullanma.
Ammâ, Kur'ân'ın cadde-i nurâniyesi ise, bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları hakâik-ı imâniye ile tedâvi eder, bütün evvelki yoldaki zulümâtı dağıtır, bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır. Şöyle ki:
İnsanın zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını, bir Kadîr-i Rahîme tevekkül ile tedâvi eder. Hayat ve vücudun yükünü, Onun kudretine, rahmetine teslim edip, kendine yüklemeyip, belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur. Kendisinin nâtık bir hayvan değil, belki hakiki bir insan ve makbul bir misafir-i Rahmân olduğunu bildirir.
Dünyayı bir misafirhâne-i Rahmân olduğunu göstermekle ve dünyadaki mevcudât ise, esmâ-i İlâhiyenin aynaları olduklarını ve masnuâtı ise, her vakit tazelenen mektubât-ı Samedâniye olduklarını bildirmekle, insanın fenâ-i dünyadan ve zevâl-i eşyadan ve hubb-u fâniyâttan gelen yaralarını güzelce tedâvi eder ve evhâmın zulümâtından kurtarır.
Hem, mevt ve eceli âlem-i berzaha giden ve âlem-i bekâda olan ahbablara visâl ve mülâkât mukaddimesi olarak gösterir. Ehl-i dalâletin nazarında bütün ahbabından bir firâk-ı ebedî telâkkî ettiği ölüm yaralarını böylece tedâvi eder. Ve o firâk, ayn-ı likâ olduğunu ispat eder.
Lügatçe;
cadde-i nurâniye: Nurânî İslâmiyet yolu; Kur`ân Caddesi-ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler-hakâik-ı imâniye: Îmân hakîkatleri-zulümât: Karanlıklar-Kadîr-i Rahîm: Herşeye gücü yeten ve sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah-vücud: Mevcut olma. Var olmak-nâtık: Konuşan-misafir-i Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan Allah’ın misafiri-masnuât: Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar-mektubât-ı Samedâniye: Herbiri Cenâb-ı Hakkın birer mektubu olan, yani O`nun isim ve sıfatlarını anlatan varlıklar-fenâ-i dünya: Dünyanın fâni, geçici olan yönü-zevâl-i eşya: varlıkların kaybolup gitmesi-hubb-u fâniyât: Gelip geçici şeyleri sevmek-evhâm: Olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular-mevt: Ölüm-âlem-i berzah: Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem-âlem-i bekâ: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi-visâl: kavuşma-mülâkât: buluşma; yüz yüze görüşme-mukaddime: başlangıç-firâk-ı ebedî: Sonsuz ayrılık- ayn-ı likâ: Gerçek kavuşmanın tâ kendisi
Yardım Edene Gaybtan Yardım
BİR AKŞAM geç saatlerde loş bir sokakta yürüyordum ki birden çalıların arka tarafından gelen çığlıklar duydum. İrkilmiştim, yavaşça dinlemek için çalılara yaklaştım. Boğuşma sesleri ile karışık, bir kadın çığlık atıyordu.
Paniklemiştim, az ilerimde bir kadına saldırılıyordu. Müdahale etmeli miydim? Kendi güvenliğimden korkuyordum, içimden bir ses eve gitmemi söylüyordu. Belki de gidip polise haber vermeliydim.
Kendi içimde gelgitler yaşıyordum, bu arada kadının sesi gittikçe zayıflıyordu. Fazla zamanım yoktu, hemen karar vermeliydim. Bundan ne kadar kaçabilirdim? Hayır, bu çaresiz kadını orada yalnız bırakamazdım, kendi hayatım pahasına da olsa.
Cesur bir adam değildim, atletik ve güçlü de değildim. O cesareti ve gücü nereden bulduğumu bilemiyorum ama kadının imdadına koşmaya karar verdiğimde sanki olduğumdan daha fazla güçlenmiştim. Çalıların arkasına koştum ve kadına saldıran adamı arkasından tutarak ileri ittim. Adamın üstüne atladım, yerde bir kaç dakika boğuştuktan sonra, beni itti ve kaçmaya başladı.
Yavaşça yerden kalkıp, ilerideki bir ağacın altına sinmiş ağlayan kıza yaklaştım. Karanlıkta onu zor seçiyordum ama titrediği ve şok geçirdiği kolaylıkla anlaşılıyordu. Onu daha fazla korkutmak istemiyordum, mümkün olduğunca uzaktan, olabildiğince yumuşakça “Herşey yolunda. Adam kaçtı, artık güvendesin.” dedim. Uzun bir sessizlik oldu. Sonra şaşkın bir ses tonuyla cevap geldi.
“Baba, sen misin? ”
Ağacın altından öne çıktığında, karşımda küçük kızım Katherine duruyordu.