MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 06.05.2013 05:34
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Ey âciz insan ve ey fakir beşer!
Duâ gibi hazîne-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan
bir vesîleyi elden bırakma.
Ona yapış; âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık.
Bir sultan gibi, bütün kâinatın duâlarını kendi duân içine al,
bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumi gibi de, kâinatın güzel bir takvîmi ol.
Bediüzzaman
Ey âlem-i beka için yaratılan ve fâni âleme mübtelâ olan biçare insan! ('Gök ve yer onlara ağlamadı.' Duhan Sûresi: 44:29.) âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver. Bak, ne diyor:
Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki, ehl-i dalâletin ölmesiyle, insanla alâkadar olan semâvat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani, onların ölmesiyle memnun oluyorlar.
Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki, ehl-i hidayetin ölmesiyle semâvat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar. Çünkü ehl-i İmân ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira İmân ile Hâlık-ı Kâinatı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnî adâvet etmezler.
Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tâbi isen, senin komşuların, belki akrabaların, senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar.
Eğer (Şeytandan Allah'a sığınırım) deyip Kur'ân'a ve Habib-i Rahmân'a tâbi isen, o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firâkından müteessir olup mânen ağlarlar. Ulvî bir matemle ve haşmetli bir teşyî ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.
Lügatçe;
mübtelâ: tutkun, tutulmuş, düşkün-Mefhum-u sarih: Açık anlam, ifâde-mefhum-u işarî: İşaret edilen mânâ-firak: Ayrılık-tahkir: Hakaret etme, aşağılamak-zımnî: Gizli, örtülü-alâküllihal: Her durumda, her halükârda-teşyî: Uğurlama, yolcu etme-hüsn-ü istikbal: Güzel karşılama, karşılama töreni.
Hem, bu vaziyette iken, insaniyet itibâriyle, nev-i insanî ile ve dünya ile alâkadar olduğu halde, dünyayı ve insanı bir Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerîm bir Zâtın tasarrufunda tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için, dünyanın ehvâli ve insanın ahvâli onu dâimâ iz'âc eder. Kendi elemiyle beraber insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, tâunu, tûfanı, kaht ü galâsı, fenâ ve zevâli, ona gayet müz'ic ve karanlıklı birer musîbet sûretinde, onu tâzib eder.
Hem, şu haldeki insan merhamet ve şefkate lâyık değildir. Çünkü, kendi kendine bu dehşetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Sözde, kuyuya girmiş iki kardeşin muvâzene-i halinde denildiği gibi, nasıl bir adam güzel bir bahçede, güzel bir ziyâfette, güzel ahbablar içinde nezâhetli, tatlı, nâmuslu, hoş, meşrû bir lezzet ve eğlenceye kanaat etmeyip, gayr-i meşrû ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir şarabı içse, sarhoş olup kendini kış ortasında, pis bir yerde ve hattâ canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip bağırıp çağırsa, nasıl merhamete lâyık değil. Çünkü, ehl-i nâmus ve mübârek arkadaşlarını canavar tasavvur eder, onlara karşı hakâret eder; hem, ziyâfetteki leziz taamları ve temiz kapları, mülevves, pis taşlar tasavvur eder, kırmaya başlar; hem, mecliste muhterem kitapları ve mânidar mektupları mânâsız ve âdi nakışlar tasavvur eder, yırtarak ayak altına atar, ve hâkezâ. Böyle bir şahıs, nasıl merhamete müstehak değildir, belki tokata müstehaktır; öyle de, sû-i ihtiyârından neş'et eden küfür sarhoşluğu ile ve dalâlet divâneliğiyle Sâni-i Hakîmin şu misafirhâne-i dünyasını tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip ve cilve-i esmâ-i İlâhiyeyi tazelendiren masnuâtın, zamanın geçmesiyle vazifelerinin bittiğinden âlem-i gayba geçmelerini adem ile idâm tasavvur ederek ve tesbihât sadâlarını zevâl ve firâk-ı ebedî vâveylâsı olduklarını tahayyül ettiğinden ve mektubât-ı Samedâniye olan şu mevcudât sayfalarını mânâsız, karma karışık tasavvur ettiğinden ve âlem-i rahmete yol açan kabir kapısını zulümât-ı adem ağzı tasavvur ettiğinden ve eceli ise hakiki ahbablara visâl dâveti olduğu halde, bütün ahbablardan firâk nöbeti tasavvur ettiğinden, hem kendini dehşetli bir azab-ı elîmde bırakıyor, hem mevcudâtı, hem Cenâb-ı Hakkın esmâsını, hem mektubâtını inkâr ve tezyif ve tahkir ettiğinden merhamete ve şefkate lâyık olmadığı gibi, şiddetli bir azaba da müstehaktır; hiçbir cihette merhamete lâyık değildir.
Lügatçe;
tasarruf: Birşeyin sahibi olup, idâre etme, mülkünü istediği gibi kullanma-tasavvur: düşünce, tasarı-ehvâl: Korkular, fenalıklar, sıkıntılar- ahvâl: Haller, durumlar-iz'âc: Rahatsız etme, bunaltma-tâun: Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık; salgın hastalık-kaht ü galâ: Yokluk, kıtlık, fakirlik-müz'ic: Rahatsız eden, sıkıntı veren-tâzib: Acı çektirme, sıkıntı verme, azap çektirme-muvâzene-i hal: Durumlarının karşılaştırılması-mülevves: Pis, kirli-sû-i ihtiyâr: İradeyi kötüye kullanma-Sâni-i Hakîm: Herşeyi sanatla ve hikmetle yaratan Allah-tevehhüm: Zannetme-cilve-i esmâ-i İlâhiye: Allah`ın isimlerinin cilveleri, görüntüleri-masnuât: Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar-adem: Yokluk-tesbihât: Allah`ı eksik sıfatlardan tenzih etmeler, zikirler-sadâ: Ses-zevâl: sona erme. * Gitmek-firâk-ı ebedî: Sonsuz ayrılık-tahayyül: Hayâle getirme, fikir kurma-mektubât-ı Samedâniye: Herbiri Cenâb-ı Hakkın birer mektubu olan, yani O`nun isim ve sıfatlarını anlatan varlıklar-zulümât-ı adem: Yokluk karanlıkları-visâl: kavuşma-mevcudât: Varlıklar-tezyif: küçük düşürme, küçük görme, alaya alma-tahkir: Hakaret etme, horlamak, aşağılamak.