MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 05.05.2013 00:55
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

İbadetin ruhu, ihlastır.
İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.
Bediüzzaman
Nur talebeleri ümmeti sahil-i selâmete çıkaran geminin hademeleridir
Risale-i Nur'dan tahkîkî îman dersi alan ve gittikçe ziyadeleşen Nur Talebelerinin îmanlan inkişaf etmiş, îmanî bir şehamet ve İslamî bir cesarete sahip olmuşlardır. Nasıl ki, cesur bir kumandan yüzlerce askere lisan-ı haliyle cesaret verir ve nokta-i istinad olursa; aynen öyle de Risale-i Nur şahs-ı manevîsinin mümessili olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri başta olarak, tahkîki îman dersleriyle îmanları kuvvetlenen yüz binlerce, şimdi milyonlarca Nur Talebeleri, ehl-i îmana bir nokta-i istinad ve bir hüsn-ü misal olmuşlardır.
Nur Talebelerinin bu îman kuvvetleri ve dinsizliğe karşı kahramanca mücadeleleri, halkın üzerinde çok tesir yapmış ve bir intibah (uyanıklık) husûle getirmiştir. Böylelikle, milletin içindeki korku ve evhamları da Risale-i Nur'la izale etmişler, vatan ve millete umûmi bir cesaret, ümit ve ferahlık husûle getirip Müslümanları yeisten kurtarmışlardır.
Risale-i Nur'u gaye-i hayat edinen bir Nur Talebesi, yüz adam kuvvetinde olduğu ve yüz nasih kadar îman ve İslamiyete hizmet ettiği, ehl-i hakîkatçe müsellem ve musaddaktır. Nur Talebeleri, dinsizliğin şaşaalı taarruzlarına, tantanalı yaygaralarına, zulümlerine, hapislerine, Üstadları gibi, kıymet vermeden, korkmadan, lüzûmunda canlarını, mallarını, evlat ve ıyallerini dahi çekinmeden Risale-i Nur'la îman ve İslamiyete hizmet uğrunda feda etmişlerdir.
Nur Talebeleri, tek birşeyi gaye edinmiştir: 'Îmanlarını kurtarmak niyetiyle Risale-i Nur'u okumak ve rıza-i İlahî için îman ve İslamiyete Risale-i Nur'la hizmet etmek.' Bu gayelerinde muvaffak olmak için, herşeylerini bu hizmete hizmetkar yapmışlardır.
Evet, Nur Talebeleri, ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selamete çıkaran bir sefîne-i Rabbaniyenin hademeleri olduklarına inanmışlardır. Hayatta en büyük gayeleri, Kur'an ve îmana hizmet ederek, ümmet-i Muhammed'in refah ve saadet içinde yaşamasına vesîle olmaktır.
Lügatçe;
şehamet: Kahramanlık, cesaretlilik-nokta-i istinad: dayanak noktası-hüsn-ü misal: Güzel örnek-yeis: ümitsizlik-nasih: Nasihat eden, öğüt veren-sefîne-i Rabbaniye: Bütün varlıkları terbiye ve idâre eden Cenâb-ı Hakk`ın gemisi-hademe: hizmetçi.
Ehl-i dalâletin vekili, tutunacak ve dalâletini ona binâ edecek hiçbir şey bulamadığı ve mülzem kaldığı zaman şöyle diyor ki: 'Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyât-ı medeniyeti ve kemâl-i san'atı, kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah'ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserîsini bu yola şeytanın himmetiyle sevk ettim ve ediyorum.'
Elcevap: Biz dahi Kur'ân nâmına diyoruz ki:
Ey bîçare insan! Aklını başına al, ehl-i dalâletin vekilini dinleme. Eğer onu dinlersen, hasâretin o kadar büyük olur ki, tasavvurundan ruh, akıl ve kalb ürperir.
Senin önünde iki yol var: Birisi, ehl-i dalâletin vekilinin gösterdiği şekâvetli yoldur; diğeri, Kur'ân-ı Hakîmin tarif ettiği saadetli yoldur. İşte o iki yolun pekçok muvâzenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın. Şimdi, makam münâsebetiyle, binde bir muvâzenelerini yine gör, anla. Şöyle ki:
Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefâhetin yolu, insanı nihayet derecede sukût ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve âciz beline yükletir. Çünkü insan, Cenâb-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musîbetlere mâruz, elemli, kederli bir fânî hayvan hükmünde olup, bütün sevdiği ve alâka peydâ ettiği bütün eşyadan mütemâdiyen firâk elemini çeke çeke, nihayette bakî kalan bütün ahbabını bir firâk-ı elîm içinde bırakıp, kabrin zulümâtına yalnız olarak gider. Hem, müddet-i hayatında gayet cüz'î bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve makâsıdın tahsiline semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem, kendi vücudunu yükleyemediği halde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azabını çeker.
Evet, şu elîm elemi ve dehşetli mânevî azabı hissetmemek için, ehl-i dalâlet, iptal-i his nevinden, gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez. Fakat, hissedeceği zaman, yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünkü, Cenâb-ı Hakka hakiki abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek. Halbuki, o cüz'î ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler tâife düşmanları, hayatına karşı tehâcüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehşeti içinde, her vakit kendine müthiş görünen kabir kapısına bakıyor.
Lügatçe;
mülzem: Susturulmuş, ilzâm edilmiş, mağlûp edilmiş-terakkiyât-ı medeniyet: Medeniyetin ilerlemesi-kemâl-i san'at: Sanatta gelişme-hubb-u dünya: Dünya sevgisi-muvâzene: Karşılaştırma-sukût: Düşüş, alçalış-mütemâdiyen: durmadan, devamlı sûrette-firâk: Ayrılık-zulümât: Karanlıklar-ihtiyar: İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme-abd: Kul-tehâcüm: Saldırı.