Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
1. Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kur'ân'dır.
2. Azametli, bahtsız bir kıt'anın; şanlı, talihsiz bir devletin;
değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.
Bediüzzaman
Mariz: Dertli, hasta
Unsur: Irk
Alil: Hastalıklı
İttiba-ı Kur'an: Kar'an'a tabi olmak, uymak
İttihad-ı İslam: İslâm Birliği
31- Cenâb-ı Hak, hikmeti olarak bir kapıyı kaparsa, fazl u keremiyle başka kapı açar.
32- Muarız; lütuf, kerem, semerat görürse artık ondan kötülük gelmez.
33- Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün.
34- Ferasetli ve iyi adam kötülerin bir iyi tarafını bulur, o iyiliği takdir eder. Şerri ve kötülüğünü hafifletmeye veya gidermeye böylece muvaffak olur. Zira köpek bile ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.
35- Erler, hizmet ve dâvâ arkadaşlarını kendilerine tercih etmekle muvaffakiyete berdevam olmuşlardır.
36- Kötülük düşünen, kötü kimsenin gönlünü iltifatla kap.
39- Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.
40- Din ve dâva kardeşinden gelen acı, tatlıdır; hakaret, takdir: tokat, şefkattir; tükrük, misk u anberdir. Bu da Nur-u Kur'an hizmetkarlığının şiarı ve şe'nidir.
41- Dünyada mağrur olan kimse din yolunda selâmetli gidemez. Kendini gören kişi hakkı göremez.
Alçakların yaptığı gibi din ve dâvadaki kardeşlerine hakaret gözüyle bakma, onları küçük görme, onları büyük, kendini küçük gör. Eğer yaşlı isen iman ve islâmiyet dâvasında çalışan, Nur Risaleleriyle nurlanan gençleri, yaşı küçük, ruhu büyük bil. Bu güzel ahlâk, ne güzel ahlâk...
(Allah'ın adıyla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz)
Risâle-i Nur'daki hakiki teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan, gençlik darbesini yiyip taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var.
Evet, gençlik damarı akıldan ziyâde hissiyâtı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker; ve bir saat sefâhet keyfiyle, bir nâmus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.
Bunlara kıyasen, bîçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatını, en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar. Ve bilhassa şimâlde koca bir devlet, gençlik hevesâtını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü, âkıbeti görmeyen kör hissiyâtla hareket eden gençlere ehl-i nâmusun güzel kızlarını ve karılarını ibâhe eder. Belki, hamamlarında erkek, kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde, bu fuhşiyâtı teşvik eder. Hem, serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musîbete karşı titriyor.
İşte bu asırda, İslâm ve Türk gençleri, kahramanâne davranıp, iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı, Risâle-i Nur'un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa, o bîçare genç, hem dünya istikbâlini, hem mesud hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azablara, elemlere çevirip mahveder. Ve sû-i istimâl ve sefâhetle hastahânelere ve hayatın taşkınlıkları ile hapishânelere düşer. Eyvahlar, esefler ile, ihtiyarlığında çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur'âniye ve Nurun hakikatleriyle kendini muhâfaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mesud bir Müslüman ve sâir zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.
Lügatçe;
sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük-varta: Tehlike, uçurum-şimâl: Kuzey-ibâhe: Mübah kılmak, helâl etmek, izin vermek-elzem: Son derecede lüzum, gerekli-sû-i istimâl: Bir şeyi kötüye kullanmak.
Tenbih: Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet, böyle istibdat ve sefahete ve zilletle memzuc medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet, nev-i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir.
Hem de mânâ-yı meşrutiyete iptilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve âlem-i İslâmın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve tâli’ ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da meşrutiyetteki şûrâdır. Zira, şimdiye kadar üç yüz yetmiş milyon İslâm ecanibin istibdâd-ı mânevîsi altında eziliyordu. Şimdi hakimiyet-i İslâmiye, âlemde, bahusus bundan sonra Asya’da hükümfermâ olduğu halde, herbir ferd-i Müslüman hâkimiyetin bir cüz-ü hakikîsine mâlik olur. Ve hürriyet üç yüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeye bir çâre-i yegânedir. Farz-ı muhal olarak, burada yirmi milyon nüfus, tesis-i hürriyette çok zarardîde olsalar da, feda olsunlar. Yirmiyi verir, üç yüzü alırız.
Yazık! Eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir. Su gibi memzuc olmamışlar. İnşaallah, elektrik-i hakaik-i İslâmiyetle imtizac ederek, ziya-yı maarif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek bir mizâc-ı mutedile-i adalet vücuda gelecektir.
Yaşasın meşrutiyet-i meşrua! Sağ olsun hakikat-i şeriat terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet!
İstibdadın Garibüzzamanı,
Meşrutiyetin Bediüzzamanı,
Şimdikinin de Bid’atüzzamanı:
Said Nursî
Lügatçe;
memzuc: karışık, karışmış-bedeviyet: göçebelik; şehirlilikten uzak göçebe hayatı-eşhas: şahıslar, kişiler-mahiyet-i nev’iye: türünün niteliği, temel özelliği-mânâ-yı meşrutiyet: meşrutiyetin anlamı-iptilâ: düşkünlük, tiryakilik-meşrutiyet-i meşrua: dine uygun meşrutiyet; İslâm’ın öngördüğü meşrutiyet-tâli’: kısmet, kader, baht-şûrâ: karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak için toplanma-ecanib: ecnebiler, yabancılar-istibdâd-ı mânevî: mânevî baskı, zulüm-çâre-i yegâne: tek çare-tesis-i hürriyet: hürriyetin kurulması-unsur: ırk-muhtelit: karışmış, iç içe girmiş-elektrik-i hakaik-i İslâmiyet: İslâmiyetin hakikat ve esaslarının elektriği, birleştirme enerjisi-ziya-yı maarif-i İslâmiye: İslâmî ilimlerin ışığı-tevlid: üretme-mizâc-ı mutedile-i adalet: adaletin ölçülü karışımı, adil ve dengeli karakter-neyyir-i hürriyet: hürriyetin ışığı, aydınlığı.