MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 01.05.2013 22:55
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Mâlik-i Hakikîden gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur.
Bediüzzaman
NEFİS MUHASEBESİ
M.Zübeyir GÜNDÜZALP
(1920-1971)
21- Allah'ın rızasını kazanmak, aziz ve muhterem olmak istersen, din hizmetinde devamlı muvaffak olmanın sırrını ararsan, hizmet arkadaşlarının hürmete şayan olduklarını bil ve hürmet et. Onlara şefkat, müsamaha ve muhabbet ve merhamet et.
22- Allah merhamet edenlere merhamet eder. Sen de merhamet et ki; Allah'ın merhametine nail olasın.
23- Sulh cenkten daha iyidir.
24- Dâvâ arkadaşlarınla ve ehl-i imanla bir iş göreceğin zaman tatlılıkla, mülâyemetle, mahviyet ve tevazu ile muamele et. Bu güzel ahlâklara riayetle hasıl olacak bir hizmette, sertlik, şiddet, hiddet, inatçılık göstermek mânâsız hatta ahmaklık olur.
25- İslâm düşmanları karşısında çarpışan yiğitlere şefkat, muhabbet ve hürmet et. Tâ ki, Kur'an ve iman hizmeti yolunda başını koyarlarken, senden zorluk çekmesinler.
26- Hizmet-i iman meydanına yeni girenlerin veya fıtrî hususiyet taşıyanların iplerini uzat. Onları pek sıkma, kabiliyetine göre ve kaldırabileceği bir hizmet göster.
Herkesin mizacı bir olmaz. Bu dirayet ve feraseti, müsamaha ve şefkati gösteremezsen, onun ipini koparmış, kaçırmış, bir adam kaybetmiş olursun. Bu acemilik, bu hamlık ve idaresizliği yapmamak için sık sık kendinle konuş, idare ve müsamaha icaplarını zaman zaman oku ve kendine ihtar et.
27- Babam beni 'oğlum' diye kucakladığı zaman, kendimi taçlı bir padişah sanırdım.
28- Din kardeşlerine elinden geldiği kadar merhamet et ki, Allah da sana merhamet etsin.
29- Bir kitapta; 'Kerem, iyilik, merhamet, ihsan büyüklerin âdetidir' diye okumuştum. Hayır yanlış söyledim, Peygamberlerin âdetidir.
30- Âciz kimsenin eline kuvvetli yumruğunu vurma. Olur ki, bir gün onun ayağına düşersin.
Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyanette lâübâlicesine hareketlere müsait bir zemin ise, herkes şahit olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel, vilâyat-ı şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mim’siz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, şarkî Anadolu’nun dağlarında tam mânâsıyla hükümfermadır.
Bildiğime göre, edipler edepli olurlar. Edepsiz bazı gazeteleri nâşir-i ağrâz görüyorum. Eğer edep böyleyse ve efkâr-ı umumî böyle karma karışık olsa, şahit olunuz ki, böyle edebiyattan vazgeçtim. Bunda da dahil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında, yani, Başit başındaki ecram ve elvâh-ı âlemi, gazetelere bedel mütalâa edeceğim.
Muarrâdır fezâ-yı feyzimiz şeyn-i temennâdan,
Bize dâd-ı ezeldir zîrden bâlâdan istiğnâ.
Çekildik neşve-i ümitten, tûl-i emellerden,
Öyle mecnunuz ki, ettik vuslat-ı Leylâdan istiğnâ.
Lügatçe;
mahall-i ağrâz: kötü maksat ve kinlerin barındığı yer, ortam-mim’siz medeniyet: deniyet, ahlâksızlık, alçaklık; Arapça’da medeniyet kelimesinden “mim” harfi atılınca geriye alçaklık anlamında “deniyet” kelimesi kalır-nâşir-i ağrâz: kötü maksat ve kin taşıyanların yayın organı, nâşiri-ecram: gök cisimleri, yıldızlar-elvâh-ı âlem: âlemin levhaları-mütalâa: dikkatlice okumak, incelemek.
İşte bu temsil gibi, zehirli bir bal hükmünde olan gayr-i meşrû dairedeki gençliğin sefâhetkârâne zevkleri, hazîne-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesîkası olan imânı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümât kapısı olan kabrin musîbetine, aynen zâhiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel celladı başını kesmek için gelebilir. Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesât-ı gayr-i meşrûayı terk edip, tılsım-ı Kur'ânî olan İmân ve ferâizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderât-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazînesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiyâ aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesâba gelmeyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.
Elhâsıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimâl ile, israfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethânelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahânelerin ekseriyetle lisân-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfât ve sû-i istimâlden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishânelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-i meşrû dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemâdiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfe'l-kuburun müşâhedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehâdetiyle, ekser azablar gençlik sû-i istimâlâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.
Hem, nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz; elbette, ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile, 'Eyvah, gençliğimizi bâd-i hevâ, belki zararlı zâyi ettik! Sakın bizim gibi yapmayınız' diyecekler. Çünkü, beş on senelik gençliğin gayr-i meşrû zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette Cehennem ve sakar belâsını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde, sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünkü, 'Zarara rızâsıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.'
Cenâb-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın câzibedar fitnesinden kurtarsın ve muhâfaza eylesin. Âmin.
Lügatçe;
gayr-i meşrû: Helâl olmayan, dine aykırı, dinen yasaklanmış olan-sefâhetkârâne: Boşu boşuna, zevk ve eğlenceye dalarak-saadet-i sermediye: Bitmeyen, dâimî saadet-ebedî zulümât: Daimi karanlık. Cehennem-hevesât-ı gayr-i meşrûa: Haram olan hevesler, şeytanî istekler-tılsım-ı Kur'ânî: Kur`ân`ın gayet tesirli, derin hakîkatleri, sırları-ferâiz: Farz kılınan ibâdetler, farzlar; Allah`ın yapılmasını mecbur tuttuğu kesin emirleri-mukadderât-ı beşer: İnsanların başına gelen ve gelecek olan hâdiseler-sû-i istimâl: Birşeyi kötüye kullanma-sefâlethâne: Sefâlet yeri. Yoksulluk, perişaniyet yeri-âlem-i berzah: Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem-ehl-i keşfe'l-kubur: Kâbir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün hâllerini keşfedip doğru olarak haber veren evliyâ-müşâhedât: Gözle görmeler, seyretmeler-bâd-i hevâ: boşuboşuna.