Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Merhamet
1- İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah merhamet etmez.
2- Rıfk ve merhametten mahrum olan kimse, bütün hayırlardan, iyiliklerden mahrum olabilir ve olur.
3- Şefkatten daha hayırlı bir şey yoktur.
4- Başkalarını sık sık affedin. Fakat kendinizi ve nefsinizi asla...
5- Ölürse iman ve ahlâkiyle, Allah'a ibadet ve takvasiyle, dîn kardeşine olan şefkat, hürmet ve sevgisiyle yer beğensin. Kalırsa el beğensin.
6- Rıfk, mülâyemet, nezaketle muamele. Bunun zıddı; huşunet, sertliktir, Rıfktan mahrum olan hayırlardan mahrum bulunur.
7- Mü'mine eziyet haramdır.
8- Lütuf güzellikle, tevazu ve mahviyetler, gönül alarak yapılan muameledir. Temiz kalplilik ve yüksek insanlık hislerinin eseridir.
9- Başkalarına lütufla, yumuşaklıkla muamele edip, dâva arkadaşına lütufkâr bulunmamak kin, haset, âlim de olsa cehalet eseridir.
10- Bağışlamak, affetmek ve müsamaha göstermek, başkasının hatalarından ziyade kendi hatalarını aramak bulmak ve kurtulmaya çalışmak olgunluğun, kâmilliğîn şiarıdır. Peygamber ahlâkiyle ahlâklanmaktır.
Ey paşalar, zabitler! Bütün kuvvetimle derim ki:
Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.
Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. (“Hak daima üstün gelir; hakka galebe edilmez.” Hadis-i şerif meali) Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacak ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah.
Lügatçe;
makalât: makaleler, yazılar-musır: ısrarcı, ısrar eden-zaman-ı mazi: geçmiş zaman-adaletnâme-i şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin adalet belgesi-ilcaat: mecbur etmeler, zorlamalar; zamanın şartlarının gerektirdiği mecburiyetler-müstakbel: gelecek zaman-tenkidât-ı ukalâ: akıllılık taslayanların tenkit ve eleştirileri-celpname: davetiye-tevessü: genişleme-inbisat: genişleme, yayılma-tahavvül: değişme, dönüşme-mugalâta: demagoji; muhatabını yanıltmak için hatâlı ve yanlış söz söyleme-cerbeze: hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterecek derecede aldatma-iğfal: gaflete düşürerek kandırma, aldatma-Feveran: kaynama, köpürüp taşma.
Birgün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesât cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de, eskiden Risâle-i Nur'dan meded isteyen gençlere dediğim gibi, dedim ki:
Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.
Hayat ise, eğer İmân olmazsa veyahut isyan ile o İmân tesir etmezse, hayat zâhirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyâde elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor; hususan gayr-i meşrû ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.
Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında, aşağı düşer. Belki ehl-i dalâletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalâleti noktasında mâdumdur, ölmüştür; akıl, alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine mâdumdur. Ve ademle hâsıl olan ebedî firâklar, mütemâdiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer İmân hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar, imânın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur; zaman-ı hazır gibi, ruh ve kalbine İmân noktasında ulvî ve mânevî ezvâkı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin, İhtiyar Risâlesinde, Yedinci Ricâda izahı var; ona bakmalısınız.
Lügatçe;
hevesât: Nefisten gelen gelip geçici istekler, arzular-katiyen: Kesin olarak, kesinlikle-daire-i meşrûa: Dînin uygun gördüğü helâl daire-terbiye-i İslâmiye: İslâm'ın tarif ettiği, verdiği eğitim ve terbiye-iffet: Nâmus, temizlik, helâle râzı olup haramdan kaçınmak-tâat: İtaat etme, söz dinleme, ibâdet-fıtraten: Yaratılış olarak, yaratılış bakımından-gayr-i meşrû: Helâl olmayan, dine aykırı, dinen yasaklanmış olan-lezzet-i hayat: Yaşamanın kendisinden alınan tatlar-vücud: Mevcut olma. Var olmak-mâdum: Mevcut olmayan, yok olan-adem: Yokluk-ebedî firâk: sonsuz ayrılık-mütemâdiyen: Aralıksız, durmadan, devamlı sûrette-ezvâk: Zevkler-envâr-ı vücudiye: Varlık nurları
Onuncu sual: Fikir ve söz hürriyeti verilse, sonra da muaheze olunsa, acaba biçare milleti ateşe atmak için bir plân olmaz mı? Böyle olmasaydı, başka bahaneyle mevki-i tatbike konulacağı hayale gelmez miydi?
On Birinci sual: Herkes meşrutiyete yemin ediyor. Halbuki ya müsemmâ-yı meşrutiyete kendi muhalif veya muhalefet edenlere karşı sükût etse, acaba kefaret-i yemin vermek lâzım gelmez mi? Ve millet yalancı olmaz mı? Ve mâsum olan efkâr-ı umumiye yalancı, bunak ve gayr-ı mümeyyiz addolunmaz mı?
Elhasıl: Şedit bir istibdat ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdat ve hafiyelik tenâsuh etmiş. Ve maksat da Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet değilmiş. Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!
Yarım sual: Nazik ve zayıf bir vücut ki, sivrisineklerin ve arıların ısırmasına tahammül edemediği için, gayet telâş ve zahmetle onları def’e çalışırken, biri çıksa, dese ki: Maksadı sivisinekleri, arıları def etmek değil, belki büyük arslanı ikaz edip kendine musallat etmek ister. Acaba böyle demekle hangi ahmağı kandıracaktır?
Sualin diğer yarısı çıkmaya izin yoktur.
Lügatçe;
muaheze: sorumlu tutma, cezalandırma-mevki-i tatbik: uygulama yeri, makamı-müsemmâ-yı meşrutiyet: meşrutiyetle adlandırılan, devlet-gayr-ı mümeyyiz: iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıramayan kimse; bunak ve deliller gibi-Şedit: şiddetli-tenâsuh: başka bir bünyeye, yapıya girerek ortaya çıkma-istirdad-ı hürriyet: hürriyeti geri alma.