MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 01.05.2013 03:07
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hz. Ömer (ra.) 'in
- Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun? diye sorunca,
- “O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyor musun? ”
Madem her vakit ecel gelebilir;
eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir.
Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan!
Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki,
hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur.
Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var.
Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.
Kadere İmân olmazsa, hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur.
Bediüzzaman
Sizin işkenceli hapishanenizin hali, zaman müthiş, mekân muvahhiş, mahbusîn mütevahhiş, gazeteler mürcif, efkâr müşevveş, kalbler hazin, vicdanlar müteessir ve meyus, bidayet-i halde memurlar şemâtetli, nöbetçiler müz’iç olmakla beraber, vicdanım beni tâzip etmediği için, o hal bana eğlence gibiydi. Musibetlerin tenevvüü, musikinin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu.

Hem de geçen sene tımarhanede tahsil ettiğim dersi, şimdi bu mektepte itmam ettim. Musibet zamanının uzunluğundan, uzun dersler gördüm. Dünyanın ruhanî lezzeti olan hüzn-ü mâsumâne ve mazlumâneden, zayıfa şefkat, ve gadre şiddet-i nefret dersini aldım.

Ümidim kavîdir ki: Çok mâsumların kalblerinden hararet-i hüzünle tebahhur eden “ay,” “vay” ve “ah”lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir. Ve âlem-i İslâmdaki yeni yeni İslâm devletlerinin teşekkülleriyle, o rahmetli bulut teşekküle başlamıştır.
Lügatçe;
muvahhiş: vahşet veren, korkutucu-mahbusîn: hapsedilmişler, tutuklular-mütevahhiş: ürkütücü, vahşet ve dehşet verici-mürcif: fitne ve fesada dalan, bozguncu haber yayan-efkâr: fikirler-bidayet-i hal: durumun başlangıcı, başlangıçta-şemâtet: başkasının kötü duruma düşmesine sevinme-müz’iç: rahatsız edici, sıkıcı-tenevvü: çeşitlilik-itmam: tamamlama-hüzn-ü mâsumâne ve mazlumâne: masum ve mazlumca duyulan hüzün, acı-hararet-i hüzün: hüznün şiddeti, çokluğu, acının büyüklüğü-tebahhur: buharlaşma.
İşte hayat böyledir... Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı İmân ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Hergün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-i mevt ise; size, başka gençlere söylediğim gibi, bir temsil ile beyan ediyorum.
Mesela, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango -fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren- dairesi var. Biz buradaki on kişi alaküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz; bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından, her dakika ya, 'Gel, idam biletini al, darağacına çık,' veyahut 'Gel, milyonlar altın kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış, gel, al' demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi. Biri, yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın; elinde zahiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diğer biri de, aldatmaz ve aldanmaz ciddi bir adam, o kadının arkasından girdi.
Dedi ki:
'Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okusanız, o helvayı yemezseniz, o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsım ile, o emsalsiz ikramiye biletinizi alırsınız. İşte bakınız; bu darağacında zaten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyor ve oraya girinceye kadar da o helvanın zehirinden dehşetli kann sancısı çekiyorlar. Ve o büyük ikramiye biletini alanlar, çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıkıyorlar; fakat, onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar, milyarlar şahitler var; haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız; en büyük memurlar ve bu işle alakadar büyük zatlar, yüksek sesle ilan ediyorlar, haber veriyorlar ki, o darağacına gidenleri aynelyakin gözünüzle gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şüphe getirmez; görür gibi, gündüz gibi kati biliniz' dedi.
Lügatçe;
feraiz: Farz ibadetler, Allah'ın kesin emirleri-vefiyat: Ölümler-hakikat-i mevt: Ölümün hakikatı, gerçek manası-temsil: Örnek, benzetme-alaküllihal: Her durumda, her halükârda-tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli sır; fevkalâde kuvvet ve tesire sahip olan şey. Sihirli söz.
ÜÇÜNCÜ ESAS: Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'âniyenin hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler.

Ammâ hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimâiyede nokta-i istinâdı 'kuvvet' kabul eder. Hedefi 'menfaat' bilir. Düstur-u hayatı 'cidâl' tanır. Cemaatlerin râbıtasını 'unsuriyet, menfî milliyeti' tutar. Semerâtı ise, 'hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir.'

Halbuki, kuvvetin şe'ni tecavüzdür. Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe'ni çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.

Ammâ hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinâdı, kuvvete bedel 'hakkı' kabul eder. Gâyede menfaate bedel 'fazîlet ve rızâ-i İlâhîyi' kabul eder. Hayatta düstur-u cidâl yerine 'düstur-u teâvünü' esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında unsuriyet, milliyet yerine 'râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî' kabul eder. Gâyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.

Hakkın şe'ni ittifaktır. Fazîletin şe'ni tesânüddür. Düstur-u teâvünün şe'ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizabdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni saadet-i dâreyndir.
Lügatçe;
Hikmet-i felsefe: Felsefe ilmi-hikmet-i Kur'âniye: Kur`ân`ın, kâinatın mânâlarını ve yaratılış amacını izâh etmesi-hayat-ı içtimâiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı-nokta-i istinâd: Dayanak noktası-Düstur-u hayat: hayat prensibi-cidâl: kavga, mücadele, çarpışma, çekişme-râbıta: Bağ-unsuriyet: ırkçılık-Semerât: neticeler, meyveler-hevesât-ı nefsâniye: Nefsin gelip geçici çirkin istekleri, arzuları-hâcât-ı beşeriye: İnsanın ihtiyaçları-tezyid: Arttırma, çoğaltma-şe'n: İş, gerek, tavır-selb: ortadan kalkmak-fazîlet: manevi değer ve üstünlük-düstur-u teâvün: Yardımlaşma prensibi-Gâyât: gayeler, amaçlar-maâliyât: İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikirler ve derin bilgiler-hissiyât-ı ulviye: yüksek hisler, yüce duygular-kemâlât-ı insaniye: Mükemmel insanlık-tesânüd: Dayanışma-uhuvvet: Kardeşlik, din kardeşliği, samîmi dostluk-incizab: kendine çekme-saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu.